Öncelikle şunu ifade edelim ki, İslâm ümmeti tarih boyunca hiçbir zaman fizikî ve maddi zaaflar sebebiyle düşmanına mağlup olmamıştır. Bundan sadece Resûlullâh (sav) ve sonrası dönemini kastetmiyoruz. Hz. Âdem’den (a.s) günümüze kadarki tüm dönemleri de içine alarak bunu ifade ediyoruz. Eğer İslâm ümmeti tarihin herhangi bir döneminde düşmanına yenilmişse, Allah’ın (c.c) yardımını kaybettiği için yenilmiştir. “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer O sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Âli İmrân, 160)

İslâm tarihi bunun apaçık delilleriyle doludur. Gerek Resûlullâh’ın (sav) bi’seti boyunca, gerekse Resûlullâh’tan (sav) sonraki dönemlerde olsun düşman fizikî ve maddi güç itibariyle genel olarak hep İslâm ümmetinden kat kat daha güçlü olmuştur. Ama her defasında da düşman hezimete uğramıştır. Bedir, Uhud, Hendek, Mute vb. nice savaşlar bunun açık delilleridir.

Resûlullâh (sav) sonrası dönemlerde; Raşit Halifeler dönemi olsun, Emevi, Abbasi dönemleri olsun, Memluklular, Gazneliler, Selçuklular ve derken Osmanlılar dönemi olsun, kısaca tüm İslâm tarihi boyunca düşmanın orduları, silah ve mühimmatı vs. donanımları, İslâm ordularından çok daha güçlü ve fazla olmuştur. Ama genel olarak hep mağlup olmuşlardır. Çünkü İslâm ümmetinde düşmanda olmayan bir güç var ki, o da ilahi yardım gücüdür. Dua gücüdür. Ümmet ruhu ve kardeşlik şuuruyla bir ve beraber olma gücüdür.

Daha önceki dönemlerde bizzat Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen “Tâlut ve Câlut Kıssası” (Bakara, 240-255) Ebrehe ordusunun Ebabillerle, Firavun ve ordusunun denizle helak edilmesi de bunun apaçık örneklerindendir. Tabi Kur’ân ve Sünnette anlatılan örnekler sadece birer numunedir. Gelmiş geçmiş 124 bin peygamber (a.s) dönemi de farklı değildir.

Asırlar boyunca gücümüzün en bereketli kaynağı olan ümmet ruhu ve kardeşlik şuurumuzu ciddi oranda hırpaladılar. Bunun sonucu olarak özellikle son bir asırdır ümmet olarak, perişan haldeyiz. İki milyara yakın insan gücüne sahibiz. Dünya enerji kaynaklarının %90’ı bizim coğrafyamızın bağrındadır. Ancak ümmet olarak kendimize ait olan bu servetlerimizden mahrum; varlık içinde yokluk, tüm zenginlikler içinde fakr u zarurete mahkûm bir durumdayız. Bunun sebebini anlamak için biraz daha geriye bakalım.

Resûlullâh (sav) öncesinde insanlık, cahiliye vahşeti, tefrika belası vb. sebeplerle çok ciddi problemlerle boğuşuyordu ki, ümmet ruhu ve İslâm kardeşliği sayesinde bu beladan kurtuldular. Öyle ki, basit sebepler yüzünden birbirine kıymak için bahane arayan insanlar birbiri için ölmeye hazır hale geldiler. İşte bunu İslâm sağladı. Ümmet şu anda da yaşadığı belalardan İslâm kardeşliği, ümmet bilinci ve düşmanlarının işlettiği birçok fitneden arınmakla kurtulabilir.

Ne demokrasi ne sair süslü fikir, demeç ve izimlerin bu konuda sözü olamaz. Ne ulusalcılık ne milliyetçilik ne de başka beşerî sistemlerin ümmet ruhu ve İslâm kardeşliğiyle ilgili verecek bir şeyi yoktur ve olamaz da. Esasen bunlar da emperyalist sömürgeci güçlerin zulüm ve sömürü çarklarını işletmelerinin farklı vasıtalarıdır.

Ne zaman ki, birlik ve beraberliğimize yönelik bir emel belirdiğinde birtakım karanlık odaklarca yeni yeni tefrika vasıtalarının cepheye sürülmesi boşuna değildir. Özellikle Türk, Kürt, Arap vs. halkların arasında kin ve nefret rüzgârının estirilmesi ve düşmanlığın alevlendirilmek istenmesi dikkat çekicidir. Düşman, ümmet olarak bizim yumuşak karnımızı çok iyi tespit etmiş durumdadır. Zira onlar, çok iyi biliyorlar ki, bu ümmetin ordu ve silahlarla mağlup edilmesi mümkün değildir.

Bu oyunların farkında olan aydın, idareci ve kanaat önderleri, zaman zaman olayların değişik boyutlarına dikkat çekmekte ve uyarılar yapmaktadır. Ancak işin ümmet ruhu ve İslâm kardeşliği boyutu yeterince gündeme gelmemektedir. Ümmetin bu devasa gücüne dikkat çekilip gündeme getirilmesiyse aynı o meş’um çevrelerce kasıtlı olarak sabote edilmektedir. Hâlbuki halklar arasındaki her tür güvensizlik ve huzursuzluğun yegâne çaresi, tarih boyu olduğu gibi halklar arasında İslâm kardeşliğini canlandırmaktır. Diğer pansuman tedbirlerin hiçbiri kalıcı olamaz.

Sünnetullah gereği, nesneler birtakım vesilelerle birbirine bağlanır. Tahtalar çiviyle, demirler kaynakla, bez parçaları dikişle, kum tanecikleri çimentoyla… Dolayısıyla eşrefi mahlûkat olan insanı da birbirine bağlayan, bir arada tutan değişik vesileler vardır. Örneğin; çıkar ve menfaat ilişkileri, korku, şehvet veya ırkî temayüller. ki, bütün bunlar geçici ve fani olup en fazla insanın dünyadaki ömrüyle sınırlıdır.

Kaldı ki, bunların çoğu kısa sürede bittiği gibi çoğu kere aksine etkileri de vardır. Örneğin bir insan diğerine korkusundan dolayı bağlı görünüyorsa, o korku bittiğinde intikam duyguları devreye girecektir. Bir arada bulunma sebebi, eğer menfaat ve çıkar ise menfaat bittiğinde dostluk da bitecektir…

Ama bir de insanları bir arada tutan, onlar arasında yürekten ve ölümüne sevgi ve saygı doğuran ve bu beraberliği hiçbir karşılık beklemeksizin, halisane bir şekilde Allah (c.c) rızası için kılan bir vesile var ki, işte o da İslâm kardeşliğidir.

İslâm kardeşliği diğer hiçbir birleştiriciye benzemez. Çünkü o karşılıksızdır, hasbi/sadece Allah (c.c) rızası içindir, eskiyip bayatlamaz, aşınıp yıpranmaz ve ebedidir. Zira bu dünyanın sınırlarını aşarak ahirette daha da artarak devam eder. Çünkü İslâm kardeşliği karşılıklı sevgi, güven, yardımlaşma-dayanışma, birbirini iyiye güzele yöneltme ve kötü ve yanlıştan sakındırmayı da içerdiğinden sevap hanesine hesapsız getirisi olacaktır. Dolayısıyla İslâm kardeşliğini yaşayanlar birbirlerine sağladıkları artıları ahirette görünce sevgi ve muhabbetleri artarak devam edecektir.

Bazı Ayet ve Hadîsler

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin (Hucurât, 10).” “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz (Âl-i İmrân, 103).”

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.” (1) “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanı(n kusurunu) örterse Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.” (2)

“Birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.” (3) “Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mümin) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.” (4)

Sudan sebeplerle birbirleriyle çıngar çıkaran birbirinin kanına, canına kasteden cahiliye toplumu Kur’ân-ı Kerîm ve Resûlullâh’ın (sav) vahiy kaynaklı İslâm öğretileri sayesinde kardeş oldular. Resûlullâh (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman ilk işlerinden biri Muhacir ve Ensar arasında İslâm kardeşliğini tesis etmek oldu. Daha önce sudan sebeplerle birbirlerinin can ve mallarına kasteden Evs ve Hazreç kabileleri de aynı ümmet “ruhu ve kardeşlik şuuru”yla yeniden hayat bulmuşlardı.

Sapasağlam bu İslâm kardeşliği temeline oturan İslâm devleti ve İslâm kardeşliğini iliklerine kadar sindirmiş olan saadet asrının yiğit müminlerinin oluşturduğu İslâm ümmeti, asırlarca içerden ve dışarıdan gizli aşikâr bin bir türlü hile, desise, plan ve tuzaklara karşı direndi. Savaşlar, isyanlar, anarşi, terör vs. badireleri atlattı. Onca haçlı savaşları, Moğol istilalarını da atlattı. Sarsıldı, ama yıkılmadı.

Ancak bin üç yüz yıl sonra içerisine bulaştırılan ırkçılık fitnesiyle ümmet ruhu ve kardeşlik şuuru zayıfladı. Böylece adeta hayat kaynağını yitirdi ve bugünkü acınacak hale geldi. Kardeşlik ruhu ümmetin ruhuydu, onun zaafı ümmetin zaafı, onun yitirilmesiyse ümmetin yok olmasıydı. Tıpkı ruhu çıkan beden misali…

Sonuç işte bugünkü halimiz. İki milyar civarında büyük bir güç, dünya petrolünün yüzde seksen beşi kendi topraklarında, doğalgaz, bor madeni, uranyum vs. yer altı-yer üstü kaynaklar konusunda da aynı… Ancak kardeşlik ruhunu yitireli paramparça, darmadağın olmuş… Anarşi, terör, savaşlar vs. iç-dış odaklı fitne ve çalkantılarla savrulan, kavrulan, varlık içinde yokluk yaşayan ve sürünen bir ümmet…

Böyle mi olmalıydı? Ey Allah’ın (c.c) kulları! Gelin hep beraber İslâm sancağı altında toplanıp kardeş olalım. Ey Kürtler, Türkler, Araplar! Kardeş olalım. Ümmet ruhu ve kardeşlik şuuruyla bir ve beraber olalım. Ta ki, dünyada yeniden güç ve izzetimize, ukbada da cennet ve saadete erelim. Mahşerde de Resûlullâh’ın (sav) livâü’l-hamd sancağı altında bulaşalım…

Bizi Kim Böldü?

Kürtler beşe bölündü diyorlar. El hak doğrudur. Bir parçası İran’da, bir parçası Irak’ta, bir parçası Suriye’de, bir parçası Türkiye’de ve diğer bir parçası da eski Sovyet topraklarında… Evet, ümmeti 55 parçaya bölenler, güya özgür bir Kürdistan devleti kuracaklarını söylüyorlar. Peki, bunun doğru olması mümkün mü? Ta bir asır önce böldükleri 55 parçadan hangisi özgür ve bağımsız? Türkler, Araplar, Habeşîler, Peştu’nlar, Berberi’ler, Belucîler ve diğerleri özgür ve bağımsız mı?

Mursî’yi neden devirdiler? Daha dün Sudan’da neden darbe yaptılar? Körfez emirleri bir an olsun Batılıların kemik yalayıcılığını terk etseler, akıbetleri nasıl olur? Ziyâ-ül-Hakk’ın uçağını patlatıp şehit etmediler mi? Mursî’yi kaşla göz arasında devirmediler mi? 15 Temmuz’da Türkiye’ye darbe yapmadılar mı? Şu anda da siyasi, ekonomik, terör örgütleriyle askeri, operasyonlar çekmeye devam etmiyorlar m?

Peki, Türkler kaça bölünmüş? Sekize mi, ona mı veya daha mı fazla? Ve bu parçalardan hangisi özgür ve bağımsız? Bir asırdır Türkiye’nin de ensesinde boza pişirmiyorlar mıydı? Son 10 yıldır, Türkiye bağımsızlık emareleri gösterdiği için kuşatma altında değil mi? 40 yıldır neden terörle boğuşturuluyor? FETÖ örgütü niçin üretildi ve üretenler aynı düşmanlar değil mi? 15 Temmuz darbesi, Türkiye’yi tamamen teslim alıp kımıldayamaz hale getirmek için değil miydi?

Ya Araplar kaça bölünmüş? On beşe mi, yirmiye mi, yoksa otuza mu bölünmüşler? Ve bölünen parçalardan hangisi bağımsız. Mısır mı, Sudan mı, Körfez ülkeleri mi? Fas, Tunus, Cezayir mi? Hayır, hayır. Hiçbir İslâm milleti, bağımsız ve özgür değil. Hepsi mahkûm, zelîl ve perişandır. Bölündüğü günden beri gün yüzü görmedi. Ne zaman İslâm kardeşliği ve ümmet şuuruyla bir ve beraber olursa işte o zaman Batının hegemonyası biter. İşgal, sömürü, katliam ve talanlar, o zaman son bulur.

Sonra ümmetin diğer unsurlarını düşünelim. Her biri bölük pörçük değil mi? İşte Afrika ülkeleri… Her biri bir şehir kadar onlarca devletçikler. Açlık ve susuzluktan ölenlerin çetelesi dahi tutulmuyor. Çünkü Batılılar için en makbul Müslüman ölü Müslümandır. Sudan’ı ikiye böldüler. Böldükleri iki parça arasında savaşlar devam ederken bir de darbe yaptılar. Çünkü devlet başkanı Batılılara köle olmak istemeyen biriydi.

Evet, ortada bir bölünme var. Ama bölünen kim? Bölen kim? İşte işin püf noktası bu sorulardır. Aklıselim bir Müslüman veya biraz tarih bilen bir insan, bu bölünmenin içerden ve ümmet kaynaklı olduğunu söyleye bilir mi? Yani Kürtleri Türkler mi böldü? Bunun yanında Türkleri Araplar, Arapları da Kürtler mi böldü? Afrikalıları Türkler mi böldü? Elbette hayır.

Tam aksine Kürt’ü Türk’ü, Arap’ı, Habeşlisi, Berberi’si vs. onlarca unsuruyla hepimizi bölen aynı düşman. ABD, İngiltere, AB, NATO, BM veya başka bir isim ne derseniz deyin, yani kısacası bizi, haçlı siyonist ittifakından oluşan düşman böldü. Aynı düşman böldüğü parçalardan yeni parçalar çıkarma peşindedir ki, daha rahat sömürü ve talan devam etsin.

Yoksa bu düşman, saydığımız milletlerden hiçbirine dost olmadı ve olmaz da… Ta 1450 yıl önceden rabbimiz bizi uyarmamış mı? “Ey müminler! Sakın yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” (Mâide, 51) “Sen dinlerine uymadıkça ne yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmaz. (Bakara, 120)

Peki, içeride bu düşmanın işbirlikçisi hainler, münafıklar, kâfirler yok muydu? Elbette vardı ve var olmaya devam edecektir. Gizli yahudi olan Sabataistler, yahudilerin hizmetine adanmış mason loca ve mahfilleri, Rotary ve Lions kulüpleri ve adı duyulmuş, duyulmamış onlarca dernek, cemiyet ve FETÖvari kuruluşlar.

Kısacası ey ümmeti Muhammed! Kürt, Türk, Arap vs. unsurlar fark etmez. Hepimizin düşmanı aynı düşman. Bir asır önce böldüklerini nasıl bölmüşse, şimdi de geri kalanları biraz daha bölüp daha küçük parçalara dönüştürme peşindedir. Ta ki, bir asırdır devam eden sömürü ve talanları, durmasın. Çünkü sömürü bittiği anda Batı da bitecektir. Onlar, İslâm diyarı ve dünyanın mazlumlarını sömürmeden asla var olamazlar. Çünkü onlar, tüm hesaplarını sömürü düzeni üzerine kurmuşlar. Subhâneke… Bi-hamdike… Estağfiruke…

Kaynakça

1) Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56. 2) Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58. 3) Buhârî, Edeb, 57, 58. 4) Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71, Riyâzü’s-Sâlihîn, 1829.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?