Doğum sancısı ile doğmuş olmanın sancısını karıştırıyoruz yüzyıllardır… Mahsustan yaşıyoruz yani! Bir üstat şöyle derdi: “İnsanlar ikiye ayrılır. Vaktini beşe ayıranlar ve vaktini boşa ayıranlar…”
Gönül isterdi ki, gönül hiçbir şey istemesin! Ama bir görevin var bu imtihan dünyasında… Ve dünyalık hiçbir görev, bu görevden üstün değildir. Mümin ferasetine sahip olmadan olmuyor o işler… Rabbimizin emriyle İbrahim’i ateşten, İsmail’i bıçaktan, İsa’yı çarmıhtan, Musa’yı denizden, Nuh’u tufandan, Yunus’u balıktan, Eyyüb’ü hastalıktan, Yusuf’u kuyudan kurtaran bu mümin feraseti değil mi?
Feraset, İslâm ahlâkının zekâ şubesidir. Yani İslâm ahlâkı olmadan zekâ bir hiçtir. Hırsızlık yapan bir zengin, yalaka bir bürokrat, amel etmeyen bir âlim, unvan meraklısı bir profesör, birincilik hırsıyla yanıp kavrulan bir öğrenci, mazlumları öldüren muzaffer bir komutan zeki değildir. Zeki olanlar, üstün ahlâk sahipleridir. Ama ne yazık ki modernizm(!) bataklığındaki batılılar, günümüz dünyasında yaşayan Müslümanları da kendilerine benzettiler. Kavramların içini boşaltarak bunu başardılar. Bu anlayışa göre vatanını satıyorsun, hain olmuyorsun… Ahiretini boşluyorsun, dünyaperest olmuyorsun… Zulmün arşa yükseliyor, ama zalim değilsin… Her edepsiz kıyafeti giyiyorsun, ama bu moda oluyor… İslâm memleketlerini yerle bir ediyorlar, demokrasi diyorlar, sen de inanıyorsun… Kendi vatanını savunan mazlumlara terörist diyorsun… Sihirbaz ordusuna sahip olan Firavun’du… Ama Hz. Musa’ya ‘Sen sihirbazsın’ diyordu…
“Utanmayıp, dilediğini yapan” bir nesil türedi böylece… Hayati konuları bile konuşamadığın, konuşunca umursanmadığın bir nesil… Günden güne, gündemin güme gittiği günlere geldik… Kuşlarını alıp gitti gökyüzü… Yaralarımız üstümüze kapandı… Adına karma eğitim dediler… Yusufları Züleyhaların yanına verdiler… Azının gömleği yırtıldı… Çoğunun ar damarı… Eskiden utangaç insanlar vardı… Kendileriyle konuştuğunda, başlarını öne eğerlerdi. Yanakları kıpkırmızı olurdu. Nesli tükendi onların… Şimdi en mahrem konuların konuşulduğu ortamlarda bile kimsenin yanakları kızarmıyor… Vahşet görüntülerini görünce bile kalbi ürpermeyen, tepki vermeyen, gözyaşı dökmeyen, omurgasız insancıklar ortaya çıktı, kıt kanaat önderleri türedi…
“Ben ölseydim, o belki ağlardı. Ama o ağlasaydı, ben kesin ölürdüm.” diyebileceğimiz günlere götürmek gerek bu ümmeti… Ağlamak da ahlâklı olmaktır. Belki de ümmetin mazlumlarının döktüğü gözyaşına eşit gözyaşı dökmediğimizdendir bunca zulüm… Belki de bu ümmetin kurtuluş hayalleri, o gözyaşlarından oluşan suya düşe düşe yüzmeyi öğrenecekler… Belki de boyu kısa diye güzel günleri göremeyen bu ümmetin mensupları öyle bir İslâm ahlâkına sahip olacaklar ki, söz konusu bir hayatsa o bir, tüm rakamlardan daha büyük olacaktır. Belki de bizlerde Allah için çarpan kalp var oldukça ve en önemlisi de Allah yâr oldukça kurtulacak bu ümmet! Belki de bu ümmet, bakmayı azaltıp görmeyi öğrenecektir! Belki de bu ümmet günün birinde hep iyilik yapacaktır ve yaptığı hiçbir iyilik mükâfatsız kalmayacaktır…
Ey dünya! Bırak gözyaşlarını çocuklar toplasın,
Sen ağlama, çocuklara melekler ağlasın!

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?