Zaman hızla akıp geçiyor. Şartlar ve koşullar sürekli değişiyor. Çağımızda sabit kalan ve değişmeyen çok az şey bulunmasına karşı, ilerleyen ve gelişen dinamikler, reddedemeyeceğimiz kadar fazladır. Özellikle siz sabit bir noktada kalıyorsanız ve etrafınız sürekli değişip gelişiyorsa ya sizin adım atmanız ya da gelişenler tarafından ezilmeye razı olmanız gerekmektedir.
İslâm’ın mükemmel ve eksiksiz bir şekilde bizlere indirildiğini, İslâm sabitelerinin -binlerce yıl geçse bile- değişmeyeceğini, fakat biz Müslümanların çağa ayak uydurup sürekli çalışmamız ve gelişmemiz gerektiğini savunan Said Havva diye bir ilim adamı yaşadı yakın zamanda. Bu ilim ve fikir adamının yaşantısında durağanlığa, tembelliğe ve mağdur edebiyatı yapmaya yer yoktu. İslâm’a ve Müslümanlara hizmet etmesi için eserler kaleme aldı. Bunlardan bir tanesi de: “Yeni Dünya Medeniyeti İçin İslâmi Prensipler”
Said Havva, İslâm toplumunun gördüğü en donanımlı ve en dinamik alimlerinden bir tanesiydi. Hayatını İslâm’a ve İslâm’ın mükemmelliğine adamıştı. Ömrü boyunca Müslümanların karşılaştığı problemleri tahlil etti ve çözüm yolları aradı. Ele aldığı çok kıymetli ilmi eserlerin yanında, İslâm toplumunu irşad etmek için yazdığı risaleleri ile bu çözüm yollarını anlattı.
İslâm, böylesine mükemmel bir din olmasına rağmen, bu mükemmel dine tâbi olan Müslümanlar neden kabul edilemez kusurların sahibi oluyorlar? Neden geri kalıyorlar ve ne yapmaları lazım? Aslında geri kalmış ve gelişmiş toplumlar nedir? Bizlerin ilk önce medeniyet, uygarlık ve kültür gibi kavramları zihnimizde oturtmamız ve bu tabirleri öğrenmemiz lazım. Ancak bu şekilde İslâm toplumunu o eski saadet zamanlarına geri döndürebilir ve Müslümanları yeryüzünde yeniden izzetli kılabiliriz.
İşte, -Allah kendisine rahmet eylesin- Said Havva, bu dert ile “Çağın Gerisinde Kalmamak” adlı irşadî risaleler kaleme almıştır. Bu risalelerde farz bilincimizden, Müslüman aile hayatımızdan ve hatta günlük adabımızdan bile bahsetmiştir. Şüphesiz kişinin kendisini, ailesini ve toplumunu ıslah etmesi, arzu edilen bir gayrettir. Fakat bütün bunlardan sonra ufkumuzu daha ilerilere taşımamız ve dünya üzerindeki her canlının ve zerrenin İslâm’ı duyması için haykırmalıyız.
İslâm’ı yeryüzünde hâkim kılmak için, ilk önce İslâm’ı kalplerimizin hâkimi kılmalıyız.
Emsallerimizden çok geride kaldığımız bu çağda bizler aşağılık kompleksini yaşadık ve başkaları da bizlere hükmetmek istedi. İlerlemek ve gelişmek için çaba sarf ettik. Fakat medeniyet mefhumunu yanlış anladığımız için hiçbir ilerleme kat edemedik. Aksine maddiyat eksenli bir gelişim yaşayanları takip ederek eski günlerimize dönebileceğimizi zannettik.
“Çoğunlukla uygarlık, medeniyet ve kültür kelimeleri birbiriyle karıştırılır. Bu karışıklık dolayısıyla bazıları bu kelimelerin anlamlarını şu şekilde belirlemek istemişlerdir: Bir milletin medeniyeti, maddi açıdan kalkınmasıdır. Kültürü; maddi kalkınma dışında kalan diğer yönlerdir ki burada kültür kelimesiyle sadece bilgi kastedilmez. Tam tersine, maddiyat anlayışına dâhil edemeyeceğimiz o milletin tasavvuru, fikirleri, davranışları ve ahlakî kavramları kastedilir. Bir milletin uygarlığı ise; kültür ve medeniyetin toplamını ifade eder.”
Maddi kalkınma yaşayan ve refah içinde hayatlarını sürdüren kişilere ‘medeni’ diyerek onlara gıpta ettik. İlimlerini taklit etmeye çalıştığımız gibi kültürlerini de bilerek veya bilmeden olduğu gibi kopyaladık. Fakat bir toplum, maddi yönden ne kadar gelişirse gelişsin, bir toplumun tasavvur, fikir, davranış ve ahlakının bütününü ifade eden kültüre sahip değilse veya zulme ve sapkınlığa dayalı bir kültüre sahip ise, o toplum için uygar toplum diyemeyiz. Zira uygarlık; ancak maddi kalkınma olan ‘medeniyet’ ve düşünceyi, davranışı ve ahlakı temsil eden ‘kültür’ ile mümkün olur.
Yazara göre bizler, Allah’ın bizlere yüklediği sorumluluktan kaçtığımız için geri kalmış durumdayız. Yüce yaratıcımızın bize yüklediği bu misyonu yerine getirebilirsek, Allah’ın izniyle uygar bir toplum olur ve İslâm’ı yeryüzünde hâkim kılarız.
Maddi yönden ilerlemenin beş altın kuralı vardır:
▸ Toprağın Değerlendirilmesi
Allah bizleri topraktan yarattı ve toprağı kendi menfaatimiz için kullanmamızı ister.
“Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O’dur.” (Bakara, 29)
“Sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur.” (Hûd, 61)
▸ Vaktin Değerlendirilmesi
Allah Resûlü’nün (sav) hayatına baktığımızda, gününü ve zamanını planladığını ve vaktini asla boşa harcamadığını görürüz. Boşa geçen vakit, ömrün ziyanıdır.
▸ Bir Konuda Uzman Olmak
Bazı İslâm alimleri, Müslümanların ihtiyaç duyacağı ilimleri öğrenmesinin farz-ı kifâye olduğunu söylemişlerdir. Şu an Müslümanların özellikle tarım, silah sanayi, inşaat ve teknoloji gibi bilimlere şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Bu alanlarda bilgi sahibi olmak yetmeyecektir. Davasının gereği olarak Müslümanın her daim en çok çalışan ve en güzeli başaran kişi olması şarttır.
▸ İstikrarlı Bir Sistem
Birlik ve dirlik olmayan sistemler parçalanmaya mahkumdur. İstikrarı zayıf ve çalkantılı sistemler gelişemezler. İslâm, istikrarlı bir düzeni gerekli kılmaktadır. Zira İslâm önderleri kendilerinin kral olarak değil, halife olarak addeder.
İslâm nizamı, Müslümanları devlet karalarında ortak kılan şura üzerine kuruludur. Bu sitemde milletin geleceği için yetki sahibi herkes karara ortak olur.
▸ Doğru ve Uygun Bir Kültür
İslâm kültürü, tevhit inancı, kulluk, nefis tezkiyesi, helal ve haram düşüncesi üzerine kaimdir. İnsanlık ancak bu kavramlara riayet ederek yüce ve ileri bir uygarlık inşa edebilir. Çünkü tevhid inancı üzerine kurulu bir kültürün, insanlığın gelişmesine ve ilerlemesine elverişli olmaması mümkün değildir.
Said Havva bu kurallar bütününden kendi ifadesiyle şu sonuca varmaktadır:
‘Dolayısıyla İslâm’ın bulunmadığı yerde kültürel ilerleme de olmaz.’
Sadece sorun odaklı düşünmeyip, her meselenin sonunda çözüm önerileri sunmak ve ıslah için birkaç söz söylemek, Said Havva’nın kitaplarında takip ettiği metotlarından bir tanesidir. Bu eserinde de yeni bir uygarlık için bazı hareket noktalarını bizlerin gözleri önüne sermiş, bununla da kalmayıp, Peygamber Efendimizin takip ettiği metodu uygulamamız gerektiğini vurgulamıştır. Kitabın en son başlığı olan ‘Bundan Sonraki Görev’ kısmında; vaktin artık ağlayıp sızlamak, geçmişe takılmak değil, ayağa kalkıp bir yerden başlamak olduğunu söylemiştir. Zira bir şeyi samimiyetle isteyen ve doğru olan kişiye o istediğini vermek, Allah’ın koyduğu kanunlardandır:
“Kim bu geçici dünyayı isterse burada istediğimiz kimseye dilediğimiz şeyleri veririz; sonra da onu cehenneme göndeririz, oraya kınanmış ve kovulmuş olarak girer. Kim de âhireti ister ve bir mümin olarak âhiret için ona yaraşır bir çabayla çalışırsa işte böylelerinin çabaları karşılık görecektir. Hepsine, bunlara da ötekilere de rabbinin ihsanından kesintisiz veririz. Rabbinin ihsanı sınırlı değildir.” (İsrâ, 18-20)
Yazarımızın kitabı sonlandırdığı cümlelerle burada noktalayalım: “Allah’tan bizlere merhametiyle muamele etmesini niyaz ediyoruz.”

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?