Hz. Ali’ye atfedilen bir söz var: “Mektebinde şehadet bulunan bir millete esaret yoktur.” Ey esir düşmüş milletler, ey zalimin zulmünden bizar olmuş milletler! Şayet izzet ve şeref günlerine geri dönmek istiyorsanız işte size yol: Şehadet.
Ancak bu yolla İslam hakim olur. Bu yol sayesinde mazlumlar kurtuluşa erer. Bu yol sayesinde İslam düşmanları pes eder. Bizim şehadetten başka silahımız yok. Düşmanımızın en çok korktuğu tek silah: Şehadet.
Şehit Allah’ın nimetine mazhar olandır. Hem bu dünyada kazanan, hem de ahirette kazanandır. O, şehid ve şahittir. İşte sebepleri:
Rahmet melekleri şehidin yıkanmasına ve ruhunun cennete gitmesine şahit oldukları için bu kişiye şehit denmiştir.
Cennete gireceğine dair hem Yüce Allah hem de melekler kendisi hakkında şahitlik yapacağı için ona şehit denmiştir.
Kıyamet gününde Hz. Peygamber (s.a.s) ile beraber geçmiş ümmetler hakkında şahitlik etmesi için ona şehit denmiştir.
Şehit olarak düştüğü toprak da kendisi lehine şahitlik yapacağı için ona şehit denmiştir.
Ölmeyip Allah huzurunda bir şahit gibi diri ve yaşıyor olduğu için ona şehit denmiştir.
Ölünceye kadar Allah’ın emrine göre doğruluk üzerinde olduğunu dair şahitlik edildiği için ona şehit denmiştir.
Allah’ın, öldürülmesine karşılık kendisine hazırlamış olduğu ikramları görüp şahit olduğu için ona şehit denmiştir.1
Resûlullah (s.a.s) ne güzel buyuruyor: “Kim Allah yolunda harbe çıkar, ölür veya öldürülürse o şehittir…”2
Şehadet, Rabbimize kanlı elbiseler içinde gülümseyerek yürümektir. “Rabbim sana bu canı feda ederek geldim.” diyebilme şuuruna ermektir. Bu şuuru elde eden yatağında da ölse şehittir.
İslam’ın şerefli tarihi şehadet destanlarıyla doludur. Her bir şehit, kıyamete kadar dillerde destan olacak bir mesaj bırakmıştır ümmetin şehadetperver gençlerine. Resûlullah (s.a.s) ashabın içinde şehadet ruhunu hep canlı tuttu. Medine dönemi boyunca cihad ve şehadete vurgu yaptı. Şehadete giden bir yol olarak cihaddan geri kalınmamasını hep önemle vurguladı. Mekke döneminde şehadete giden kardeşleri ve bacıları oldu. Şehadet yolunda sabrı tavsiye etti. Cennetle randevusu olanların sabrı kuşanmalarını söyledi.
Savaşlar sırasında Hz. Peygamber (s.a.s)’in önde gelen sahâbîleri, yaptıkları konuşmalarla müslüman askerlerin cihad ve şehadet ruhunu hep canlı tutmuşlar, onları Allâh yolunda şehadete teşvik etmişlerdi. Bu konuşmalar, fetihler boyunca müslüman savaşçıların motivasyonlarını yükseltmek, onları savaş atmosferine en iyi şekilde çekebilmek ve düşmana karşı cesaretlerini arttırmak amacıyla yapılıyordu. Bir sahâbî cennet özlemini dile getirirken bir diğeri zihinlerde Resûl-i Ekrem’e kavuşma arzusunu canlandırıyordu. Buna giden yolun şehadetten geçeceğini haber veriyordu.
Ashabın şehadete teşvik etmesi boşuna değildi. Çünkü Allah (c.c.) şehitlerden bahsederken onları nimete erdirilmiş kimseler arasında saymıştır. Nebi ve sıddıklardan sonra şehitleri zikretmiştir. “Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!”3 Onlar Resûlullah (s.a.s)’in dilinden dinledikleri bu hakikatleri yaşayarak gösterdiler.
Gerek halifeler gerekse İslâm ordularının komutanları fetih hareketinin Sûriye, Mısır, İran, Irak ve sair bölgelere yönelişinin ilk günlerinden başlayıp fetihlerin son bulmasına kadar söz ve direktifleriyle askerlerin cihad şuurlarını hep canlı tutmuşlar, asıl maksadın i’lâ-yı kelimetullah olduğunu vurgulamışlardı. İslam’ın kahraman ilk komutanları Bizans’a ve İran Sasani İmparatorluğuna karşı yaptıkları hemen her mücadelenin öncesinde şehadet mertebesinin yüceliğine işaret ediyorlardı.
Kur’ân, Allâh yolunda öldürülenlerin ölü sanılmamasını, bilakis onların diri olduklarını, Rableri katından rızka mazhar olduklarını ve Allâh’ın kendilerine verdiği rızıktan dolayı sevinç duyduklarını haber vermiş,4 Allâh yolunda şehit düşenleri övmüş,5 onları Allâh’ın nimetine erdirdiği zümrelerden biri olduğunu6 ve Allâh’ın, mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın aldığını belirtmiştir.7 Allâh yolunda öldürülmenin Allâh tarafından boşa çıkarılmayacağını haber vermiştir.8
Hz. Peygamber (s.a.s) şehit olan bir müslümanın, faziletinden dolayı dünyaya gelip tekrar şehit olmayı arzulayacağını belirtmiş,9 bu hususta, “Muhammed’in canını kudret elinde tutan Allâh’a yemin olsun ki, isterdim ki Allâh yolunda savaşayım ve öldürüleyim, sonra yine savaşayım ve öldürüleyim ve sonra yine savaşayım ve öldürüleyim” buyurarak Allâh yolunda savaşıp şehit olmanın ehemmiyetine işaret etmiştir.10 Bu uğurda yaralanan kimsenin kıyamet gününde Allâh’ın huzuruna rengi kan renginde ve bedeni misk kokarak geleceğini haber vermiş,11 Kur’ân-ı Kerim’in de işaret ettiği gibi şehitleri cennetle müjdelemiştir.12
Ashâb, Hz. Peygamber (s.a.s)’e bir adamın gururundan dolayı, birinin de yiğitlik uğruna savaştığını, bunlardan hangisinin Allâh yolunda olduğunu sorduğunda o, Allâh’ın sözü yücelsin diye savaşanın Allâh yolunda olduğunu haber vermiştir.13
Hz. Ömer (r.a), askerleri şehit düşmüş olan bir seriyyeden bahseden bir topluluğa uğradığı esnada onlara, insanlardan bazılarının riyâ, bazılarının dünya metaı uğruna, bazılarının da savaşmaktan başka çareleri kalmadığı için ve bazılarının ise gururdan dolayı savaştığını, fakat bunlar içinden sadece Allâh’ın rızasını dileyerek savaşanların şehit olduğunu belirtmişti.14 O, yaptığı bir duada, “Allâh’ım senden, senin yolunda, Peygamber’inin şehrinde şehadeti istiyorum” şeklinde Allah’tan temennide bulunmuştur.15
Şehadetin kendilerine nasıl bir mertebe kazandıracağını bilen sahâbîler cihad ettikleri her coğrafyada şehadeti arzuladılar. Mûte, Ecnâdeyn, Yermük, Kadisiye, Nihavend ve daha başka savaşlarda sahabe içinden nice yiğitler şehit oldular. Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında gerçekleşen ve ashâbın bir destan yazdığı Mûte savaşı öncesinde sahâbeden Abdullah b. Revâha’ın söyledikleri onun ve benzerlerinin şehadet arzularını ortaya koyması açısından önemlidir. Abdullah b. Revâha, “Ey insanlar! Allâh’a yemin olsun ki hoşlanmadığınız şey, uğruna yollara düşüp de arzulamakta olduğunuz şehadetin ta kendisidir. Bu insanlarla ne kuvvet ne sayı ne de çokluğumuzla savaşacağız. Onlarla ancak Allâh’ın bizi aziz kıldığı bu dinle savaşacağız. Yürüyün! Sizi şu iki şeyden biri bekliyor: “Ya zafer ya şehadet!” dediğinde orada bulunanlar, “Vallâhi, Revâha’nın oğlu doğru söyledi” demişlerdi.16
Hasan el-Benna sahabenin benliğinde yer etmiş olan cihad ve şehadete dair şunu söylemiştir: “Onlar hak daveti bu topraklarda yayarlarken, İslâm’ın sancağı her yerde dalgalanırken ne sayıca ne de mal bakımından üstündüler. Başkalarından daha güçlü, daha bilgili de değillerdi. Müslümanların zaferi, derin imanlarındaydı. İman onların kalplerine inmiş, Allâh için birbirlerini sevmiş, davet etrafında toplanmış ve demirden bir kale olmuşlardı.”17 Bu demirden kaleler, içlerinden nice şehitler çıkardılar ve İslam’ın muzaffer olması için kanlarını akıttılar.
Seyyid Kutup, İslâm’ın sahâbe elinde nasıl muzaffer olduğuna ve bunun sebebine dair şunları söylemektedir: “İslâm, cahiliyet hayatının kökünü kazımış, onu önce Arap Yarımadası’nda tuzla buz etmiş, sonra da yarımadanın dışına taşarak Bizans ve Sâsânî İmparatorluğu gibi muazzam devletleri temelinden sarsmıştır.”18 İşte bunu temin edecek olanlar, İslam’ın şehadet mektebinde yetişmiş olan erlerdir.
Robert Mantran, sahâbenin İslam uğrunda gösterdiği çaba ve gayretiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Hz. Muhammed’in ölümü, genç cemaati yok olmaya sürükleyemedi. Çünkü önce büyük kısmı İslâm’ın ilk salikleri, samimi müslümanlar, imana bağlı, onu savunan ve yayan kimseler olmuşlardı. Sonra hemen iktidarın mesuliyetini alan ve daha önemlisi Peygamber’in yerini dolduran ve mirasına sahip çıkan iki seciyeli kişi bulundu: Ebû Bekir ve Ömer.”19 İşte İslam’ın ilk şehid halifesi Hz. Ömer oldu.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?