“Hakikatte biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; imtihan edelim diye onu işitir ve görür kıldık.”(İnsan,2)
“Muhakkak ki biz insanı en mükemmel biçimde yarattık.”(Tin,4)
“Şüphesiz sizden birinizin yaratılışı annesinin karnındayken 40 günde nutfe olarak takdir edilir. Sonraki 40 günde alaka olur. 40 gün sonra bir çiğnemlik et parçası olur. Bundan sonra ona bir melek gönderilir. Melek o et parçasına ruh üfler…”1
Yüce Rabbimiz, yeryüzünde en şerefli mahlûk olarak yarattığı insanoğlunun yaratılış aşamalarını ve şeklini böyle ifade ederek biz insanlara kendimizi tanıma fırsatı vermiştir.
İnsanoğlu et ve kemik gibi maddi, ruh gibi manevi iki unsurdan oluşur. Maddi unsur olan vücudumuz göz, kulak, kas ve sinir sistemini; manevi unsur olan ruhumuz da nefsi barındırmaktadır. Biri diğerinin varlık sebebidir. İnsanoğlunun sorumluluğu ise maddi-manevi tüm unsurlarıyla yüce Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirerek O’na boyun eğmektir.
Maddi ve manevi yönümüz ile alakalı emirler bizlere kulluğumuzun iki boyutlu olduğunu haber vermektedir.
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin; eğer kendisine kulluk ediyorsanız.”(Bakara,172)
“Bazen oruç tut, bazen de tutma. Gece hem ibadet et hem de uyu. Çünkü vücudunun senin üzerinde hakkı vardır.”2 buyrularak vücut sağlığımıza dikkat etmemiz emredilirken, “O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allah’a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).”(Şuara,88-89) emriyle de kalplerimizi temizlememiz emredilmiştir. Çünkü kalp, bütün amellerimizin (maddi-manevi) kontrol merkezidir. Tüm davranışlarımızı yönlendiren ve bu davranışlarımıza değer katan ana merkezdir.
“İnsan vücudunda bir et parçası vardır ki o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin o et parçası kalptir.”3
Kur’ân’da iman, takva, ilim, zikir, fikir, teslimiyet gibi kurtuluşa götüren kalbî ameller zikredildiği gibi şirk, küfür, inkâr, nifak, gaflet, şüphe, haset, kin, kibir gibi insanı helake götüren ameller de zikredilmiştir. İşte tüm davranışlarımızı yönlendiren, onlara değer katan veya en değerli amellerimizi geçersiz kılan şey, kalbimizdeki niyetlerimizdir.
“Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır…”4
Maddi-manevi yönü ile yeryüzünün imarı ve başta nefsimiz olmak üzere tüm canlıların kurtuluşu için bizlere sorumluluk yükleyen Yüce Rabbimiz,“Allah’a verdikleri sözü pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği bağı koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya işte rahmetten mahrum olmak da onlar içindir; dünyanın kötü sonu da onlar içindir.”(Rad,25) buyurarak yeryüzünde fesat çıkarılmasını yasaklamış, ifsat edenlerden olmaktan bizleri sakındırmıştır.
Çünkü ifsat; insanları, hayvanları, bitkileri bozmak, azdırmak, onların arasında fitne çıkarmak olduğundan, Yüce Rabbimiz bu vasıflara sahip olmaktan bizleri sakındırarak rahmetten mahrum kalmakla ve kötü akıbetle uyarmıştır.
Yalnız insanları değil diğer canlıları da ifsat edenlerden olmayı yasaklamıştır: “O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri ifsat edip, nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara,205)
Yüce Rabbimiz; ifsattan sakındırırken tevbe kapısının açık olduğunu, ifsadın tam tersi olarak düzelten, iyileştiren, yola getiren yani ıslah edenlerden olmamızı emrederek büyük ecirlere nail olacağımızın müjdesini vermektedir.
“Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka, işte onlar mü’minlerle beraberdirler. Allah mü’minlere büyük bir ecir verecektir.”(Nisa,146)
Kurtuluşa ermek için, Yüce Rabbimiz bizleri uyarmışken; ıslah edici olmak varken ifsat edici olmayı, yapmak varken yıkmayı ve bozmayı neden tercih ediyoruz? Tüm bu soruların cevabını bulmak zorundayız.
Yukarıda da belirtildiği gibi manevi yönümüz olan ruhumuzun, nefsimizin yeri olan kalbimizin hastalanmasında gizlidir tüm bu soruların cevabı. Hastalığa yakalanan insan, nasıl ki en güzel yiyeceklerden tat alamazsa, hastalanan kalbimizde tat alamamaktadır imandan, ilimden, zikirden. Hastalanan insan nasıl ki güzellikleri görmez, tatlı sözleri duymaz, hastalanan kalbimiz de göremez oluyor hakikatleri, duyamaz oluyor ilahi emirleri. Hastalanan insan nasıl ki kendisinden başkasını düşünmez, hastalanan kalbimiz de düşünmez davasını, kardeşlerini ve tüm insanlığı. Yeryüzü iktidarı için, mal için, makam için, nefsinin rahatı için gaflete düşer de nifaka sarılır, kin besler, haset eder, kibre duçar olur da yeryüzünü ifsat etmekten çekinmez bir hale gelir. “Dikkat edin! Emel ve arzularınız uzayıp size öleceğinizi unutturmasın. Yoksa kalpleriniz katılaşır.”5
“Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah, onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının…”6
Hâlbuki kalbimizi iman, ilim ve irfan ile tedavi ederek selim bir kalbe sahip olsaydık anlardık küfrün, inkârın, nifakın ne derece kötü olduğunu, yapmak varken yıkmanın nasıl bir felaket getirip Allah’ın sevgisinden mahrum bırakacağını. “…Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara,205)
Yine kalbimizi, Allah’ın hakkımızdaki takdirine razı olacak seviyeye getirebilseydik eğer, haset etmezdik kardeşlerimizin elindeki nimetlere ve makamlarına. Onlara kin besleyerek zarar vermezdik. “Eski ümmetlerden iki kötülük, haset ve kin, size bulaştı. Dinlerini hasetve kinle yıktılar.”7
“Şu sekiz sınıf insan Kıyamet günü yaratıklar içinde Allah’ın en çok buğz ettiği kimselerdir:
1.Yalancılar
2. Kibirliler
3. Müslüman kardeşine karşı göğsünde kin tutanlar
4. Onlarla karşılaştıklarında, içlerinde sakladıklarının tersi bir tavır takınanlar
5. Allah ve Resûlü’ne itaate çağırıldıklarında ağırdan alıp, şeytan ve emirlerine davet edildiklerinde ise hızla koşanlar
6- Hiçbir şekilde hakları olmadığı halde en ufak bir dünyalık dahi gözlerine çarpar çarpmaz yemin ederek onu sahiplenenler
7- Söz götürüp getirenler ve dostların arasını ayıranlar
8- Suçsuz kimselerin ayağını kaydırmak isteyenler
İşte Aziz, Celil ve Rahman olan Allah, bunların yaptıklarını çok çirkin karşılıyor.”8
Eğer kalbimizi tevazu ile tedavi edebilseydik dünyevi hırslarımızla kardeşlerimizi de küçük görmezdik, onlara karşı kibir hastalığına kapılmazdık. “Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah; kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokmân,18) “İnsana günah olarak, Müslüman kardeşini küçük görmesi yeter.”9
Hâlbuki iman, ilim ve irfan ile kalbimizi doldurarak inkâr, nifak hastalığından kurtulup takvaya ermek, güzel akıbete kavuşmak ne güzel olurdu. “İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.” (Kasas,83)
En güzel sonucun takvalılar için olmasına şaşmamak gerek çünkü takva üstatlarımızında söylediği gibi “Allah’ın, seni; men ettiği şeylerde görmemesi, emrettiği şeylerde kaybetmemesidir.”10
“Onlara: “İşte bu cennet; Allah’a yönelen, O’nun buyruklarına riayet eden, görmediği Rahman’dan korkan, Allah’a yönelmiş bir kalple gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir. Oraya esenlikle girin, işte sonsuzluk günü budur” denir.”(Kaf,32-34)
Yine tevazu göstererek yüce Rabbimizin bizi derecelerle yükseltmesi ne güzel olurdu. “Kim Allah Teâlâ’nın rızâsı için bir derece tevâzû gösterirse, bu sebeple Allah onu bir derece yükseltir. Kim de Allâh’a karşı bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır; bu böyle devam ede ede nihayet onu esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) atar.”11
Aynı şekilde hasetten, kinden, kibirden arınarak kardeşlerimizin yanında olabilsek, yardımına koşup, Rabbimizin yardımına mazhar olsak, daha dünyadayken cennet bahçelerinde olmanın huzuruna ersek ne güzel olurdu. “…Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın (kusurunu) örterse Allah da kıyamet günü onu örter.”12“Müslüman, hasta kardeşini ziyaret ettiğinde dönünceye kadar cennet bahçelerinde demektir.”13
İmtihan için gönderildiğimiz yeryüzünde, dünyevi emel ve arzularımız için ifsat edenlerden değilde, ıslah edenlerden, yıkanlardan değilde yapanlardan olmak ve Rabbimizin emrine boyun eğip “İman edip salih amel işleyenlere gelince; onlara ecirlerini eksiksiz verecek, lütuf ve ihsanından (fazla fazla) artıracaktır…”(Nisa,173) müjdesinin muhatabı olmak,ebedi hayatta Rıza-i İlahiye kavuşmak ne güzel olurdu.
Islah edenlerden olup, ebedi saadete kavuşanlardan olmak dileğiyle…

1) Buhari-Müslim.
2) Müslim, Sıyam:181.
3) Buharî; İman 39, Müslim; Müsakât 107-108, Ebû Davûd; Büyû, 3.
4) Müslim-Buhari.
5) İbn Mace; Mukaddime 7.
6)Müslim: Zikir 99, Tirmizi: Fiten 26, İbni Mâce, Fiten 19.
7) Tirmizi.
8) Câmi’üs-Sağîr, 3/1905.
9) Müslim, Birr, 32.
10) İslam’da Aile Eğitimi: Abdullah Ulvan.
11) İbn-i Mâce; Zühd, 16.
12) Müslim; Birr; Tirmizî; Hudud.
13) Müslim; Birr, 41; Tirmizî; Cenâiz, 2.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?