Arap ülkelerinde başlayan halk ayaklanmaları, 11 Şubat 2011 tarihinde Yemen’de de etkisini göstermiş ve halk sokaklara çıkıp reform talep etmişti. Bu ayaklanmalar neticesinde 27 Ocak 2011’de Yemen devrimi başlamıştır. Devlet başkanı Ali Abdullah Salih, 23 Mayıs’ta dokunulmazlık verilmesi şartıyla istifa etmeyi kabul etmiş, Salih’in 2012’de ülkeyi terk etmesi üzerine; Yemen halkı, Devlet Başkanı Yardımcısı Hadi’yi iki yıllığına, “Geçici Devlet Başkanı” seçmiştir.

Abdurabbu Mansur Hadi’nin göreve başlamasıyla geçiş sürecinin iki yıl içinde tamamlanması öngörülmekteydi. Bu süreçte “Ulusal Diyalog Konferansı” müzakereleri ile anayasanın yazılması, Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin gerçekleştirilmesi ve devletin yeniden yapılandırılması öngörülmesine rağmen, başta Suriye olmak üzere bölgedeki ve ülke içindeki gelişmeler, süreci doğrudan ve olumsuz olarak etkiledi. İki yıllık geçiş süreci, yeni bir anayasa kabul edilemeden ve seçimler gerçekleştirilemeden sona erdi.

3 Mart 2013’de çalışmalarına başlayan “Ulusal Diyalog Konferansı’nın 10 aylık çalışması sonucunda; Devlet Başkanı Hadi, 2014’te Yemen’in altı bölgeli bir federasyon olacağını açıkladı. Bunun üzerine, Husiler, açıklanan planı kabul etmediklerini deklare ettiler.

El-Kaide ise gerçekleştirdiği saldırılarla ülkedeki istikrarsızlığı daha da artırdı. Daha önce Ali Abdullah Salih’e karşı ayaklanan Husiler, bu sefer de Hadi’yi, ‘Batı yanlısı Amerikan piyonu’ olmakla suçlayarak görevden aldıklarını ilan ederek parlamentoyu da feshedip bir ‘Devrim Komitesi’ kurdular.

5 Eylül 2014 yılına gelindiğinde Husiler, başkent San’a’yı ele geçirdiler. Devlet Başkanı Hadi, Husilerin yönetimi ele geçirmelerinden sonra kaçmak zorunda kaldığı Aden’de Husiler ile ordu birliklerinin kendisine darbe yaptıklarını ilan ederek istifasını geri çekti ve Körfez ülkeleri ile Arap Ligi’ne Husilerin ilerleyişinin durdurulması çağrısında bulundu.

Yemen’de iç savaşa neden olan Husi adlı terör örgütü, 21 Eylül 2014’te hiçbir direnişle karşılaşmadan dünyanın gözü önünde elini kolunu sallayarak başkent San’a’ya girdi. Normal şartlarda bir ülke ne kadar zayıf olursa olsun bir terör örgütü direnişle karşılaşmadan elini kolunu sallayarak o ülkenin başkentini ele geçiremez. En azından çatışır ölür ve öldürür. Bununla birlikte Yemen halkı zaten baştan sona silahlıdır. Yani sokakta silah taşımayan adam bulmak çok zor, bu da göz önüne alındığında direnişin olması kaçınılmaz olmalıydı… Peki, Husiler başkenti nasıl ele geçirdi?

Tam da bu noktada Yemen devlet kadrolarında hâlâ görev yaptığı için ismini veremeyeceğim bir kaynağımdan aldığım bilgiyi aktaracağım sizlere:

Müslüman kardeşler cemaati dünyanın birçok noktasında olduğu gibi Yemen’de de uzun yıllardır İslâmî çalışmalarını yürütmekteler. Bu çalışmalar meyvesini vermiş olacak ki, kurulan Islah Partisi halk nezninde büyük ilgi gördü. Hızla büyüyen parti iktidara talip olacak hale gelince bölge ülkelerinin dikkatini çekti. Bu ülkelerin başında da Suudi Arabistan geliyor. Suudi yetkililer Islah Partisi’nin Yemen’de iktidara gelmesini kendilerinin ve kraliyetlerinin sonu olacağını biliyorlar. Bu yüzden Yemen’deki İhvan’dan kurtulmak için akıl almaz bir yola başvurdular.

Suudi Arabistan Husilerle İş Birliği Yaptı

Husiler, başkent San’a’ya girmeden ordu geri çekilecek, Müslüman Kardeşler ve örgüt baş başa kalacaktı. Sonunda Islah Partisi yöneticileri katledilecek, Abdülmecit el-Zeydanî tarafından kurulan İman Üniversitesi basılıp kapatılacaktı. Çünkü İhvan üyeleri vatan savunması için silahlarını alıp mevzilere gitmişlerdi.

Aslında Islah Partisinin ortadan kaldırılması bütün şer odaklarının işine geliyordu. Suudi Arabistan, İslâmî fikri sağlam olan güçlü bir cemaatin Yemen’de iktidar olmasına engel olmuş olacaktı. Şer odakları, bilinmektedir ki, daha önce Mısır’da Mursî’yi de bu yüzden devirmişlerdir. Devrimden sonra geçici olarak iktidara getirilen Abdurrabbo Mansur Hadi ise güçlü bir rakipten kurtularak kendi iktidarını güçlendirecekti. Eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih de iktidardan düşmesine neden olan ve tekrar iktidara gelmesinin önündeki tek engel olan Islah Partisi’nden kurtulmuş olacaktı. Ama küçük bir sorunu hesaba katamamışlardı. Oda bu bilginin sızma ihtimali.

Suudi Arabistan’ın talimatıyla orduya geri çekilme emri verildi. İhvan üyeleri silahlı oldukları için öldürülecekler ve Husiler bir süre başkentte kalıp ardından terk edeceklerdi. En azından plan buydu. Ama hesaba katmadıkları bir şey vardı oda bu bilginin sızma ihtimaliydi.

Ordunun içinde Islah Partisi ile gönül bağı olan bazı komutanlar durumu parti merkezine bildirdi. İhanete uğradıklarını anlayan İhvan üyeleri, silahlarını bırakarak geri çekildiler ve bu teröristlerle biz değil ordu savaşsın dediler. Askerler de geri çekilme kararı aldıkları için kışlalarındaydı. Ortalıkta direniş gösterecek kimse kalmamıştı. Husiler de ellerini kollarını sallayarak başkent San’a’ya girdiler ve devlet binalarını işgal edip yağmalamaya başladılar. Cumhurbaşkanı ve yönetim kadrosu Aden’e kaçmak zorunda kaldı. Husiler de San’a ile sınırlı kalmayıp ülkenin bütün stratejik noktalarını işgal etmeye başladı. İran’la da mezhepsel bağı göz önüne alındığında küresel baskı sonucu Suudi Arabistan, Arap koalisyonunu kurarak bu örgüte operasyon düzenlemeye başladı. Ama beş yıldır bir arpa boyu yol alınamamıştır.

Mehmet ŞİMŞEK – Gazeteci / Yazar, A Haber.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?