Ana Sayfa Serbest Kürsü Siyasi Fanatizm Ya da Homo Politicus’un İnşası

Siyasi Fanatizm Ya da Homo Politicus’un İnşası

0

Siyasi, dini, ideolojik gruplara ve şahıslara körü körüne bağlanmak kanaatimce toplumumuzun en büyük sorunlarından biri. İnsanlar âdeta birilerine körü körüne bağlanmak için yarışıyor. Bu durumun en belirgin şekilde ve sıklıkla gözlendiği alanların başında ise siyaset kurumu geliyor.

Siyasi partiler, oluşturdukları medya grupları aracılığıyla taraftarlarını yoğun bir bilgi bombardımanına tabi tutuyorlar. Doğru ve yanlışların birbirine karıştığı bu haber kirliliğiyle oy depolarını beslemeye çalışırken taraftarları ise trol diye adlandırılan fanatik bir ruh hâline teslim olabiliyorlar. Herkes kendi parti kaynaklarının haberlerine güveniyor. Televizyon kanalları üzerinden gündemi takip ediyorlarsa diğer partilerin sesi olarak gördükleri kanalları bırakın atlamayı, kanal listesinden siliyorlar. Eğer bir internet sitesi veya sosyal medya üzerinden gündemi takip ediyorlarsa sadece kendi parti sayfalarını takip ediyorlar. Karşıt görüşteki haber kaynaklarını ise sadece yanlışlarını bulmak ve ön yargılarını beslemek adına takip ediyorlar. Böyle davranarak da kendi elleriyle bilgiye ulaşma özgürlüklerini kısıtlayıp kendilerini çeşitli bazı haber kaynağı hapishanelerine mahkûm ediyorlar. Bu hapishanenin gardiyanları konumunda olan gazeteciler, köşe yazarları, parti sözcüleri tarafından siyasete tek taraflı bakmaya mecbur bırakılıyorlar.

Siyasi fanatiklerin tavırları, önlerinde beliren gündemi değerlendirirken ortaya çıkıyor. Karşıt görüşteki partililerin görüşlerine hep ön yargı ve şüphe ile yaklaşırlarken kendi partizanlarından gelen bilgileri ise hiç sorgulamadan doğru kabul edebiliyorlar. Kendi partileri aleyhinde yapılan her haberi, üzerinde hiç düşünmeden reddederken karşıt siyasi grupların aleyhine olan haberlere ise doğruluğunu araştırmaya gerek görmeden hemen atlayıveriyorlar. Düşman belledikleri partilerin olumlu çıkışlarını dahi görmezlikten gelirken kendi taraftarlarının memlekete zararlı olabilecek politikalarını ve yanlışlıklarını ise bin bir çeşit yorumlarla tevil edebiliyor ya da uydurulan siyasi komplolar ile yapılanları deha düzeyinde siyasi manevra olmakla perdeleyebiliyorlar. Karizmatik liderlikler ve partisel aidiyetler koca yalanlar üzerine inşa ediliyor. Fanatik siyasi taraftarlar, bunlarla siyasi menfaat elde ettiklerini zannederken düşünmek ve sorgulamak yönündeki en büyük insani melekelerini kaybettiklerinin farkında bile değiller.

Siyasi fanatizm öyle bir noktaya gelmiş ki yeni tanışan iki insan öncelikle birbirlerinin siyasi tavırlarının ne yönde olduğunu çözmeye çalışıyorlar. Fanatikler, insanları ahlak ve şahsiyetleri üzerinden değil siyasi tavırları üzerinden tanımlıyorlar. Karşıt siyasi grupta olan kişiler, potansiyel vatan haini olarak addedilip sırf siyasi tavrı nedeniyle adeta şeytanlaştırılıyor. Oldukça kompleks bir yapıya sahip olan insan ise baştan tanımlanarak siyasi tercihlerine indirgeniyor. Homo Sapiensin adeta Homo Politicus olarak yeniden tanımlandığı bu önyargılı yaklaşımda kişilerin siyasi görüşlerinin ne şekilde olduğu, siyasete olan ilgilerinin düzeyi ve onları diğerlerinden farklı tercihler yapmaya iten koşullar göz ardı ediliyor. Ortaya çıkan ötekileştirme -siyasi fanatiklik açısından- siyasi önyargılar şeklinde tezahür ederken siyasi partiler kendilerini diğerleri üzerinden var ediyorlar. Politik insan tanımlaması, karşıt görüştekilere parçacı bir şekilde yaklaşmasına neden olsa da aslında işin başında fanatiğin ne olduğunu ifade ediyor. Çünkü siyasi fanatikler; siyasetle yatıp kalkan, siyasi gündemini kişisel sorunlarının önüne geçirecek kadar irrasyonel, Allah’ın her günü dayatılan yapay siyasi gündemler yüzünden kendi gündemini oluşturma iradesine sahip olamayan, sosyal ilişkilerini siyasi bakış açısına göre düzenleyen, siyasal aidiyeti nerdeyse patolojik bir hâl almış ayrı bir Homo Politicus tipini oluşturuyorlar.

Memleketin kalkınması için çalışması gereken tüm partilerin kutuplaşma ve düşmanlık üzerinden ülkenin birlik ve beraberliğine zarar verdikleri görülüyor. Hâlbuki yanlış kimden gelirse gelsin muhalif bir tutum ile karşısında durmak memleketin kalkınması ve gelişmesi için hayati öneme sahiptir. Siyasiler: “Ya benimsim, ya da kara toprağın.” misali, oy veren kitleleri adeta şakşakçılığa mahkûm etmeye çalışıyorlar. Bir partiyi desteklerken aynı zamanda eleştirebilmenin çelişki olmadığını anlayamayan fanatikler ise en makul eleştirileri dahi ihanetle itham edebiliyorlar. Ülke siyasetinde makul ve mutedil olmak çabası kaçınılmaz bir dışlanmayı beraberinde getirebiliyor.

Siyasi fanatizmin önemli bir sebebi ise siyasete olduğundan fazla anlam yüklenmesidir. Devletin birey karşısında sınırlandırılmaya çalışıldığı Batı’nın aksine Türkiye’de devlet kurumlarının bireyin hayatına etkisi oldukça büyüktür. Bunda hayatın tüm alanlarını kuşatan modernleşme projesinin iki yüz yıldır devlet eliyle gerçekleştirilmesi önemli bir etkendir. Bu sebeple ülkemizde siyaset çok şeydir. Ancak unutulan ise her şey olmadığıdır. Maalesef kim ülkede ne adına, hangi iyi ve faydalı değişimi umuyorsa bunu siyasetten bekliyor. Hangi alanda, ne kötülük, aksaklık ve problem varsa siyaset/devlet gücüyle bütün sorunların giderilebileceği düşünülüyor. Toplumu değiştirme ve kalkındırma için yegâne aracın siyaset olarak görülmesi, siyasete, dolayısıyla siyasi partilere haddinden fazla önem verilmesine neden oluyor. Bunun sonucunda toplum yediden yetmişe politize oluyor. Politik bir seferberlik hâlini alan bu durum da siyasi tarafgirliği körüklüyor. Hâlbuki Kuran’da toplumsal değişimler “Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah da sizde olanı değiştirmez” (Ra’d 11) şeklinde formüle edilir. Çünkü gerçek bir değişim öncelikle insanın kendini değiştirmesiyle başlar. Zihniyetler değişmediği sürece siyaset gibi dışsal bir araçtan köklü değişimler beklemek boş bir temennidir. Tolstoy’un dediği gibi: “Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünür. Ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez!”

Ünlü İslam alimi Hasan el-Benna’nın fert-aile-toplum şeklinde sistematize ettiği türden bir toplumsal değişimin olmadığı bir toplumda birkaç başarılı siyasetçinin geliştireceği politikalar tıkanmaya mahkûmdur. Yine her şeyin siyasetten beklendiği bir toplumda siyasi ihtiraslar çok keskindir. Göreve talip olmanın edebe aykırı kabul edildiği kültürümüz tahrif edilerek, en ahlaksız yöntemlerle siyasi görevler ve makamlar elde edilmeye çalışılacaktır. İktidarı elde etmek adına her türlü fanatizm körüklenecektir. Bu durum siyasette etkili olmaya çalışan grupların ve çetelerin her türlü anti demokratik yola başvurmalarını kaçınılmaz kılacaktır. Ülke olarak bu acıyı en son 15 Temmuz’da olduğu gibi Cumhuriyet tarihinde gerçekleştirilen darbelerle yeterince tecrübe ettik.

Peki, zihinleri felç eden bu siyasi fanatizmi aşmak için ne yapılabilir? Bilge kral Aliya İzzetbegoviç: “Ben olsam Müslüman doğudaki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batının aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafının kaynağı budur.” diyerek bu konuda atılması gereken ilk adımın çerçevesini çizmiştir kanaatimce. Eleştiri rahatsız edici olabilir; ancak bakış açınızı güçlendirir. Eleştirmenin ihanet, her eleştirinin ise yıkıcı olmadığını anla(t)mak gerekiyor. Siyaseti eleştirel bir şekilde ele alabilmek için her kesime kulak vermek, tüm karşıt siyasi görüşlerin haber kaynaklarını takip etmek, size muhalif olanların açıklamalarını ciddiye almak ve tasvip ettiğiniz siyasi kanadın görüşleriyle karşılaştırmak gerekiyor. Tercihlerinizi kendi aklınızla yapma zorluğunu göğüsleyerek karşılaştırmalı siyasi analizler yaptığınız zaman bütünü görme, olaylara çok yönlü bakabilme zenginliğini/ihtimalini elde edeceksinizdir. Yine karşıt siyasi görüşlerle olabildiğince ön yargıdan uzak bir iletişim kurmak; karşılıklı anlaşma, uyum ve hoşgörüyü artıracağı gibi tahammül kabiliyetinizi de geliştirecektir. Çünkü tahammül etmek pratik gerektiren bir iştir. Üzerinde çalışmak gerekir.

Öneriler artırılabilir. Son olarak şunu belirtmeliyim ki: Eleştirel bir siyasi yaklaşımın oluşmasını engelleyen bir siyasi kültürümüz mevcut. Saltanatçı, veraset sitemine dayalı, devleti kutsayan, lider fetişizmi ile icra edilen, hatta lidere itaatin Allah’a itaatle eş tutulduğu, liderin dini kutsallık ve dokunulmazlık zırhına büründüğü bir siyasal kültürden geliyoruz. Siyasi liderlere veya geçici iktidarlara yapılan eleştirilerin, manevi bir kutsallık düzeyine çıkarılan devlete eleştiri ve ihanetle ilişkilendirildiği bu siyasal geçmiş, bugünkü siyasi fanatizmin tarihsel arka planını oluşturuyor. Adam kayırmanın, çıkarcılığın, düşmanlığın, ötekileştirme ve kutuplaşmanın yerini liyakate, tahammüle, hoşgörüye, eleştirebilmeye bıraktığı yeni bir siyasal kültür oluşturmak ve eğitim programlarımızı böylesi bir kültürün inşası doğrultusunda planlamak en önemli bir diğer çözüm olarak görünüyor.

YORUM YOK

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?Cevabı iptal et

Exit mobile version