Ana Sayfa Röportajlar Dr. Maruf Çelik ile Hasan el-Benna Hakkında Röportaj

Dr. Maruf Çelik ile Hasan el-Benna Hakkında Röportaj

0

Musa Şıneğo: Selamun aleykum hocam, nasılsınız, iyisinizdir inşallah?
Dr. Maruf Çelik: Allah’a hamdolsun, teşekkür ederim. Sizin ve tüm Müslümanların iyi, sıhhat ve afiyette olmasını yüce Allah’tan dua ederim.
Musa Şıneğo: Değerli hocam, bu sayımız Ocak ve Şubat aylarını kapsayacak. Malumunuz Şubat denilince artık şehitler ayı diye bir tabir çağrıştırılır zihnimizde. Bizler de sizinle bu sayıda henüz genç yaşında büyük işler, muazzam başarılar kaydeden Hasan el-Benna’yı hasbihal etmek istedik. Böyle manidar bir minvalden hareketle evvela şunu soralım istiyorum: Hasan el-Benna kimdir?
Dr. Maruf Çelik: Mısır usulüyle tam adı Hasan Ahmet Abdurrahman el-Benna’dır. 14 Ekim 1906 tarihinde Mısır’ın Buhayre iline bağlı Mahmûdiye kasabasında, ilim ve yaşantıda örnek olan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası, el-Fethu’r-rabbânî li-tertîbi Müsnedi’l-İmâm Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî adlı dev eserin müellifi olan ve geçimini saatçilikle sağladığı için Sââtî lakabıyla tanınan hadis âlimi Ahmed b. Abdurrahman el-Benna’dır.
Babasından ve ilköğretim hocalarından aldığı eğitim döneminde ilim edinmekle beraber öğrendiği ilimle amel etmeyi ve davetçi bir kişiliğe bürünmeyi meleke edindi. Hatıratını okuduğumuzda çocukluk ve erken gençlik yıllarında bu hususta parlak örnekleri görmekteyiz. Hayatı, ilk yıllarından itibaren ilim, ahlak, hareket ve ümmet şuuruyla yoğrulmuştur.
Kahire’de Dar’ul Ulum’u 1927’de birincilikle bitirdi ve aynı yıl İsmâiliye’ye öğretmen olarak atandı. Eğitim döneminde ve çalışma hayatında davet onun odak noktası idi ve zihnini sürekli meşgul ediyordu. Hatıratında bu hususta şunu söyler: “Allah bilir, nice gecelerimizi ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ümmetin durumunu tahlil etmek, sıkıntılarına çözümler üretmek için çokça düşündük. Bu hallerin tesiriyle ağlama durumuna geldiğimiz anlar oldu.” İsmâiliye’ye öğretmen olarak atandıktan bir yıl sonra çekirdek bir kadroyla Müslüman Kardeşler hareketini kurdu. İsmâiliye’de dört yıl (1927-1932) çalıştıktan sonra Kahire’ye taşındı ve çalışmalarına şehadete kadar burada devam etti.
İmam el-Benna kısa bir hayat yaşadı. Bu dünyada kırk üç yıl yaşadı (1906-1949). Kırk üç yıllık hayat ne kadar da kısa geliyor bize, değil mi? Bu süre, birçok insan için büyümek, eğitim görmek, evlenmek, iş kurmak ve sosyal hayatta yer edinmek için bile yeterli bir zaman değil. Ama o “birçok insan” gibi değildi. Adeta, çağının İmam Şâfiî’si, İmam Nevevi’si idi, o. Yüce Allah, iyi yetişmesi için uygun altyapı oluşturmuş ve ömrünü bereketlendirmişti. Tabir caizse ona zaman içinde zaman bahşedilmişti. O, saliha bir annenin, takva ve zühd örneği muhaddis bir babanın evladı olarak dünyaya geldi. Hilafetin ilga edildiği bir zamanda yaşadı ve bunun sancısını iliklerine kadar hissetti. Çünkü hilafet, bin üç yüz küsur senedir devam eden, Müslümanların siyasi/idari varlığını ve birliğini temsil eden bir çınardı. Hilafetin 1924’teki ilgasına, Hasan el-Benna 1928’de İhvan’ı kurarak cevap verdi.
Musa Şıneğo: Hasan el-Benna’nın yetişmesi için Allah, uygun bir altyapı oluşturmuştu dediniz. Bu altyapının temel unsurlarından birinin yetiştiği atmosfer olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu konudaki kanaatiniz nedir?
Dr. Maruf Çelik: Bir âlimi veya herhangi bir şahsiyeti çağından, yaşadığı atmosferden bağımsız olarak değerlendirmek, anlamaya çalışmak gerçekçi bir yaklaşım olamaz. İmam Şâfiî (ra), Bağdat’tan Kahire’ye taşınınca fıkhi görüşlerinde belirgin değişiklikler oluştu ve bu durum mezhebinde kavli kadim, kavli cedid şeklinde tanımlandı. İmam el-Benna son İslamî yönetim olan Osmanlı İmparatorluğunun son ve sancılı yıllarını görmüş, yıkılışına şahitlik etmiş, başta ülkesi Mısır olmak üzere İslam diyarlarının Emperyalistlerce işgaline tanıklıkta bulunmuş, Müslümanların neredeyse her konuda zorda olduklarını görmüştür. Tüm bunlar onun kişiliğinde ve yöneliminde mutlaka etkili olmuştur. Sözgelimi, kendisi 100 yıl önce yaşasaydı asırlarca kitapları okunan, fikirlerinden istifade edilen Suyuti, İbn Hacer ve Bedreddin el-Ayni gibi âlimler listesinde yer edinebilirdi. Çünkü zekâsı, yetiştiği aile ortamı, ilgisi buna müsaitti. Fakat Müslümanların içinde bulunduğu durum ona ilimle beraber davet ve hareket rotasını çizdirdi.
İngiliz işgalini yaşayan, hilafetin kaldırılmasına tanıklık eden ve Müslümanların içinde bulundukları halleri gören el-Benna ilim zaviyesine çekilir mi? Bir tekkede inzivaya çekilip sadece manevi terbiyeyle yetinir mi? Elbette, hayır. Fakat o kurduğu harekette ilim, davet, cihad, manevi eğitim ve daha nice İslamî yönü buluşturarak muhteşem bir çalışma usulü oluşturdu. Çok başarılı bir çalışma yürüttü ve kendisinden sonra gelenlere iyi bir miras bıraktı.
Musa Şıneğo: Hocam bu söyledikleriniz üzerinden şu aklıma geldi. Kimileri Hasan el-Benna bir âlim değildi aslında; o bir davetçiydi diyerek aslında ilmi bir hüviyetinin olmadığını kanıtlamaya gayret ediyor. Kimisi Selefilikle veya başka vasıflarla niteleyebiliyor. Malumunuz herkes bir şekilde bir yerde onun fikirleriyle veya kurduğu hareketin bir formuyla temasa geçiyor veya bu ikisine muhatap oluyor. Sizce nasıl tanımlayabiliriz Hasan el-Benna’yı? Yani o bir davetçi mi, bir selefi mi ya da bir mutasavvıf mı? Bu kafa karışıklığını gidermek adına tam olarak ne diyebiliriz?
Dr. Maruf Çelik: Hasan el-Benna, mutasavvıf olduğu kadar mücahid; âlim olduğu kadar abid; düşünür olduğu kadar hareket adamı; zahid ve müttaki olduğu kadar da siyasetçi idi. Kurduğu hareketin en karakteristik özelliklerinden birisi İslam’ı bir bütün olarak ele almasıdır (şümul/kapsayıcılık). Yani el-Benna İslam’ın sadece bir kısmıyla ilgilenmedi ve bunun sonucu olarak kurduğu İhvan hareketi, zikir ve manevi donanım yönüyle bir tasavvufi hareket; ilmi, önemsemesi ve âlim yetiştirmesi yönüyle tıpkı el-Ezher gibi ilmi bir kuruluş; siyasi bilinç çalışmalarında bulunması ve emperyalizme karşı mücadele vermesi yönüyle bir direniş hareketi; davet, tebliğ, sosyal faaliyetler, yardım çalışmaları ve eğitim alanlarındaki çalışmalarıyla tipik ıslah hareketi özelliğine sahiptir.
Hayatını incelediğimizde tefsir, hadis, mustalahu’l-hadîs (Hadis usulü ilmi), akaid, tezkiye, davet ve daha nice alanda çalışmalar yaptığını, kitap yazdığını görüyoruz. Kitaplarından en fazla şöhret kazananı kültür mirası içinde on beşinci sırada yer alan Risâleler kitabı olmuştur. Bu kitabının, İslâm dâvası için çalışan davetçiler nezdinde diğer kitaplarına nazaran daha fazla kabul görmesini ise şu şekilde açıklayabiliriz: El-Bennâ’nın tefsir, akaid, hadis, tasavvuf ve diğer alanlarla ilgili çalışmaları bu kitap kadar önemli bir boşluğu doldurmamıştır. Çünkü ismi geçen alanlarla ilgili gerek geçmişte gerekse çağımızda çok sayıda eser verilmiştir ama İslamî hareket ve çalışma usulü ile ilgili telifler son derece azdır. Bunun neticesi olarak Risâleler eseri birçok dile çevrilmiş ve davetçilerin başucu kitabı olmuştur. Türkiye’de de 1960’lı yıllardan itibaren defalarca farklı yayınevleri tarafından basılmıştır.
İmam el-Benna’nın davet, cihad ve tezkiye yönünü görüp onun ilmi yönünü görmemek İmam Gazzali’nin zühd ve tasavvuf yönünü kabul edip ilmi yönünü inkâr etmek gibidir. İmam el-Benna’nın ilmi kişiliğini sorgulayanlar onun kitaplarına, yazılarına bakabilirler. Bunların insafı firar değilse sadece Eğitim Risalesi’nin bir sayfalık fehm maddeleri onun ilmi derinliği hususunda yeteri kadar fikir verir. Yok, bunların derdi şekilse ve görseller peşinde koşuyorlarsa el-Benna’nın sarıklı, cübbeli, fistanlı fotoğraflarını inceleyebilirler. Aslında, kısa ama bereketli bir ömre sahip olması ve çok farklı alanlarda çalışmalarının bulunması nedeniyle İmam Hasan el-Benna’yı yüzeysel bir değerlendirmeyle yazmak ve tanıtmak oldukça zordur. Bu zorluğu aşmak için, çağdaşı olan dâvet önderlerine ve âlimlere başvurulabilir.
Musa Şıneğo: Dediklerinizden hareketle aslında sürekli belirtilen ancak çok da pratiğe tatbik edilmeyen, Peygamber efendimizin çok yönlü halinin bir örneğini de görebiliyoruz. Yani Hasan el-Benna, davasını tanıtırken “bizler selefi bir davet, sufî bir hakikat, sünnî bir yol ve siyasi bir kuruluşuz…” diyor. Bu yönüyle Son Nebi’nin kutlu karakterine, o çok yönlü kişiliğine aslında yaraşır bir ümmet evladı olduğunu gösteriyor.
Peki, böyle bir insanın kurduğu çalışmaya değinecek olursak Hasan el-Benna’nın ve onun kurduğu hareketin İslamî çalışmalara katkıları neler olmuştur?
Dr. Maruf Çelik: Bir önceki soruda bunun cevabına kısmen de olsa değindik. İmam el-Benna İhvan hareketini 10 esas üzere kurmuş ve bu esasları bizzat açıklayarak hem çağındaki davetçilere hem de kendisinden sonra geleceklere çok net, anlaşılır bir çalışma usulü bırakmıştır. O bu çalışmasında Allah Resulü’nün (sav) sünnetini titizlikle rehber edinmiştir. Kanaatimce bize bıraktığı en büyük miras çalışma usulüne dairdir ve bunu hayatında bizzat yaşayarak, uygulayarak göstermiştir. Risaleler kitabıyla bunu bize yazılı olarak aktarmıştır.
Musa Şıneğo: Hasan el-Benna’nın yetiştirmek istediği insan tipi hususunda ne söylemek istersiniz?
Dr. Maruf Çelik: Hasan el-Benna çok farklı alanlarda İslam davasına hizmet etmiştir. Bana göre bunların en önemlisi Müslüman birey terbiyesidir. O, Rabbani (kendisini Allah’a ve davasına adayan) birey yetiştirmeyi önemsemiş ve bunu öncelemiştir. Risaleler kitabında yetiştirmek istediği bireyin belirtilerini beş başlıkta somutlaştırmıştır: namaz, Kur’an, sadelik, dava eri olmak, ahlak (örnek İslamî yaşantı). Her liderin başarıda odaklandığı bir unsur vardır. Sözgelimi, ekonomi ve iş alanında, kimi lider yetişmiş elemanı, kimisi bütçeyi, kimisi ise başka bir faktörü merkeze alır. El-Benna başarıda iyi yetişmiş Müslüman ferdi merkeze alır ve şöyle der: “Gerçek mümin varsa tüm imkânlar vardır.”
Musa Şıneğo: Hasan el-Benna’nın Mısır’da yeni araç ve yöntemler kullanarak çok yoğun bir şekilde davet ve teşkilatlanma çalışmalarında bulunduğunu biliyoruz. Mısır dışında özellikle Filistin ve Kudüs’e yönelik yaptığı çalışmalardan biraz söz etmenizi istiyoruz.
Dr. Maruf Çelik: İmam el-Benna, Müslüman Kardeşler hareketini kurduğunda 22 yaşında idi. Bu hareketin gelişip büyümesi için Mısır’da dört binden fazla köy, kasaba ve şehir dolaştı. İşin ilginç olan tarafı şu ki, o, tüm bu çalışmalarını öğretmenlik mesleği ile beraber ve onu aksatmadan yürütmeyi başarmıştır. (Öğretmenliğe şehadetinden üç sene öncesine,1946’ya kadar devam etmiştir.) Oysaki o da diğer öğretmenler gibi sadece bir günlük Cuma tatiline sahipti. Onu farklı kılan ise uyku için az zaman ve geçinmek için az dünyalıkla yetinmesi idi.
Sadece Mısır’la ilgilenmedi. Hareketinin en önemli ilkelerinden birisi evrensellik olunca yapay sınırlara takılmak, birilerinin çizip bize dayattığı haritalara hapsolmak olmazdı. Bundan dolayı kuruluşundan sadece dört yıl sonra, 1932’de İhvan’ın Mısır dışındaki ilk şubesini Cibuti’de açtırdı. Aynı ümmetçi bakışla, ne Yemen ile Suudi Arabistan arasındaki soruna ne de Fransa ile Fas arasındaki meselelere ilgisiz kaldı. Keza, ne genç Pakistan devletinin kuruluşuna bigâne kaldı ne de Hollanda’nın Endonezya’ya yönelik işgal ve sömürü amaçlı saldırganlığına sessiz kaldı.
Bu anlayıştaki birinin Filistin’i ve Mescid-i Aksa’yı unutması hiç mümkün mü? 1931’de Filistin Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni’ye duygu yüklü bir mektup göndermiş ve pratik bazı çalışmaların başlatılmasını önermiştir. 1935’te mücahid İzzettin el-Kassam’a, kendilerini desteklediklerini bildirmek üzere bir heyet göndermiş, bununla yetinmeyerek Mısır genelinde de bir kampanya başlatmıştır ve Filistin dâvası için maddi destekte bulunmuştur. Filistin cihadına katılmak üzere gönüllü birlikler oluşturmuştur. Bu çabalar, meşhur Arap edebiyatçı Mustafa Sadık er-Rafii’nin dikkatinden kaçmadı ve ona meşhur ‘el-Eydi’l Müteveddıa’ makalesini yazdırdı.
Filistin ile ilgili yaptıklarından yukarıdaki saydıklarımızdan başka, onun kalbinin her daim Filistin’le attığını görmek adına Nida yayıncılık tarafından basılan Müslüman Kardeşler ve Filistin Davası isimli eseri okumanızı tavsiye ederim. İmam el-Benna Filistin’deki cihada mücahit birlikler yetiştirip yolladığı gibi konuyu siyasi ve diplomatik alanlarda da takip etmiştir. Emin el-Hüseyni ve İzzettin el-Kassam gibi Filistinli öncüleri desteklediği gibi o dönemde Filistin hakkında söz sahibi olan veya sahada aktif olan ne kadar aktör, taraf, hükümet, yabancı isim, bakan, başbakan varsa hepsine yazılar, notalar veya telgraflar göndermiştir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Filistin ve Mescidi Aksa Hasan el-Benna ve Müslüman Kardeşler’in ajandasından hiçbir zaman çıkmamıştır.
Ayrıca Mısır genelinde Filistin hakkında bir farkındalık oluşturmak adına epey bir çaba sarf etmiştir. Bu çabalardan bazılarını yayın ve kitaplar yoluyla görüyoruz. Bazılarını da o dönem belki çok ender görülen bir yöntem olan gezici-seyyar tiyatrolar yoluyla Filistin’i anlatarak yaptığına tanık oluyoruz. Coca Cola gibi bir şirketin adını anarak Filistin davasına ihanet içerisinde olan kesimlerle ilişkileri kesip onların ürettikleri ürünleri boykot etmeye ve bu konuyla ilgili bir bilinç aşılamaya emek harcaması apayrı bir takdire şayandır.
Netice olarak da şunu diyebiliriz ki bugün sahada hayret verici bir mücadele ile direniş gösteren mücahitler yine bu fikrin, ekolün, mektebin ve bu üstadın talebeleri olarak yetişmişlerdir. Ve var olan işgale karşı en çok hazırlığı yapan ve konuyu en fazla önemseyen İhvan olmuştur.
Musa Şıneğo: Hasan el-Benna’yı Türkçe kaynaklardan okumak isteyenlere neleri tavsiye edersiniz?
Dr. Maruf Çelik: En başta kendisinin yazdığı Davanın ve Davetçinin Hatıraları adlı kitabı öneriyorum. Rahmetli Üstad Ali Ulvi Kurucu, hatıratının 2. cildinde el-Benna’ya yaklaşık 40 sayfa ayırmıştır. Burada çok değerli ve duygulu bilgiler mevcut. İmam el-Benna’yı Medine-i Münevvere’de misafir etmiş ve onunla bereketli zamanlar geçirmiştir. İzninizle buradan iki alıntı paylaşayım:
“Tarikat ve cemaatlerde şeyhler, mürşidler ve hocalar müridlerine, talebe ve bağlılarına çeşitli isimler, sıfatlar verirler. Merhum Hasan el-Bennâ, daima ‘ahi’, kardeşim derdi. Meclislerinde, her şeyden fazla kardeşlik, İslâm kardeşliği havası eser, bu duygu görülürdü. Hal, tavır ve konuşmalarında esas olan, toparlayıcılık ve İslâm kardeşliği idi.”
“Hasan el-Bennâ 1949’da, Kahire’de altı kurşunla vuruldu. Yaralarından kanlar akarak şehid oldu. Ben o sırada Medine-i Münevvere’de idim. Anamın babamın vefatlarında onun vefatını işittiğim günkü kadar, üzülmedim desem, caizdir. Çünkü onlar yalnız benim anam babamdı. Şehid el-Bennâ ise milyonlarca gencin manevi babasıydı.
Vefatını işittiğim gün, ruhu için bir hatime başladım. Bitirince, bir gece yatsı namazından sonra, Ravza-i Mutahhara’da hatimi ruhuna gönderdim; mahzun, dertli ve ağlayarak evime geldim.
O gece rüyamda, kendimi mahşer meydanında buluyorum. Arasat meydanı. Tarife sığmayan bir kalabalık… İzdihamın, sıkıntının tarifi kabil değil. O sayısız kalabalık bir tren bekliyor. Tren gelecek ve herkes o trenle bu meydandan gidecekmiş. İzdihamın arasında, ‘tren geliyor!’ sesleri duyuldu. Sonra tren düdük çalarak, dumanlar savurarak göründü… Büyük telaş içindeyim: Allah’ım, bu kalabalıkta, ben bu trene nasıl binebilirim? Nasıl kurtulurum? Büyük sıkıntı çekiyorum.
Derken kendimi istasyonun kenarında buldum. Tren durdu. Aramızda bir adım var. Hasan el-Bennâ merhum, siyah sakallı, sarıklı, üzerinde deve yününden kahverengi bir maşlahla, trenin kapısında göründü, bana elini uzattı; ben de trene atladım. Beni de üzerindeki maşlahın altına alıp sardı, beraber gittik.
Uyandım. Uzun zaman kendime gelemedim. ‘O sevdiğim insan, o davasının uğrunda şehid olan insan, inşallah bana şefaat edecek.’ dedim. Böyle vecd içinde kaldım.”

Nida yayıncılık tarafından aslına uygun olarak yeniden çevirisi yapılan Risaleler kitabı ise birkaç defa üzerinde durarak okunmayı hak ediyor. Allah Resulü’nün (sav) günlük yaptığı zikirleri derlediği Me’surat risalesi ise her gün okunması gereken bir ibadettir.
Musa Şıneğo: Hocam röportajımızın son sorusu olarak Hasan el-Benna’nın en büyük miraslarından yazılı eserleri ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Risaleler, makaleleri ve daha nice dergide yazdıkları var. Buna rağmen kimileri onun sanki bir şey yazmadığını ve sürekli davet işiyle ilgilendiğini belirtiyor. Bu soruyla böylece bu konuya da netlik kazandırmış oluruz.
Dr. Maruf Çelik: Şüphesiz onun en büyük eseri ne kitapları ne de günlük çalışmalarıdır. Kitapları ve günlük çalışmaları paha biçilemez değerde olmakla birlikte onun tartışmasız en büyük eseri, kurduğu Müslüman Kardeşler hareketi ve bu vesile ile tüm Müslümanlara miras olarak bıraktığı İslamî hareket usulüdür. Müslüman Kardeşler hareketinin ne olduğunu da gelin, Seyyid Kutub’dan ve idamla yargılandığı mahkemenin tutanaklarından okuyalım:
“Savcı:
-Din işlerini deruhte eden tek kurum İhvan mıdır ki, devlet onun çalışmalarını yasakladığında Müslümanların dini çalışmalarını engellemiş olsun?
-Seyyid Kutub:
-Bana göre Müslüman Kardeşler hareketi, tüm Müslüman bölgelerde son dört asırda ortaya çıkan en başarılı İslami deneyimdir…”
Onun kitaplarından söz etmek gerekirse 2000’li yıllarda İhvan’ın saygın âlimlerinden Cuma Emin A. Aziz başkanlığında kurulan güçlü bir heyet titiz bir çalışmayla kitaplarını orijinal nüshalarına ulaşarak yeniden derleyip düzenledi ve 15 kitaplık set şeklinde yayına hazırladı. İmam el-Bennâ’nın kültürel mirası içerisinde on beşinci kitap olarak numaralandırılan Risâleler kitabı onun en değerli eserini oluşturmaktadır. Maalesef, bu kitabın İslam âleminde yaygın nüshalarında nice eksiklikler ve yanlışlıklar mevcuttur. Adı geçen heyetin onayından çıkan nüshanın, Nida yayıncılık tarafından yeniden çevrisi yapılmaktadır.
Musa Şıneğo: Hocam, el-Benna’nın slogan bir sözüyle söyleşimizi bitirmek istiyoruz. Söz sizde.
Dr. Maruf Çelik: “Kendini ıslah et, başkasını davet et ve Allah’a dayan.”
Musa Şıneğo: Hocam verdiğiniz bu değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz.
Dr. Maruf Çelik: Ben de sizlere teşekkür ediyorum.

YORUM YOK

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?Cevabı iptal et

Exit mobile version