18.Yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’nin dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmelere entegre olabilme arzusu modernleşme düşüncesini filizlendirmiştir. Osmanlı modernleşmesinin ne zaman başladığına dair kesin bir tarih vermek oldukça güçtür. Fakat kesin olan bir şey var ki Osmanlı modernleşmesi Avrupa’yı modern alma saikleri ile şekillenmiştir ve temel olarak devlet yönetimini merkezileştirmeyi ve askeriyeye modern bir form vermeyi amaçlamıştır. III. Selim’in (1762-1808) askeri reformları ile başlatılabilecek olan bu süreç diğer padişahların da girişimleri ile I. Dünya Savaşı patlak verene dek devam etmiştir.
Osmanlı modernleşme sürecinin en önemli aşamalarından birisi askeri alanda başlayan ve birinci devre olarak adlandırılabilecek olan askeri reformlardır. II. Dönem ise II. Mahmud (1875-1839) ile başlayan ve I. Abdülmecid (1823-1861) devrinde hayata geçirilen Tanzimat ve Islahat daha sonra I. Meşrutiyet (1876) ile devam eden devletin yönetim şekline dair yeniliklerin yapıldığı ikinci dönemi içine alır. Bu dönemde Osmanlı sultanları devletin yapısını Avrupa modelinde dönüştürmeye gayret etmişlerdir.
Osmanlı Devleti’ni modern bir devlete dönüştürme çabaları sadece padişahlar ve sadrazamlar aracılığıyla değil, bilakis bazı Osmanlı aydınları ve subaylarının da girişimleri sonucu şekillenmiştir. Devletin siyasi, askeri ve ekonomik açıdan kötü gidişatını nasıl engelleriz sorusuna verilen farklı cevaplar Batıcı ve liberal aydınlardan oluşan siyasi bir hareket olarak kökenleri Sultan Abdülaziz (1830-1876) dönemine kadar uzanan reformist Jön Türkleri ortaya çıkarmıştır. 19. Yüzyılın sonlarına doğru 2 Temmuz 1889’da Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye öğrencilerinin İttihâd-ı Osmânî olarak kurdukları cemiyet Jön Türklerin temelini teşkil eder. Bu örgütlenme II. Abdülhamid’e muhalif bir tutum takınarak onun yönetimini baskıcı ve acilen değiştirilmesi gereken bir rejim olarak görmüştür. İbrahim Temo, İshak Sukûtî, Abdullah Cevdet gibi farklı etnik kökenden aydınlar bu teşkilatın ilk kurucuları arasında yer almışlardır.
Teşkilatlanma biçimi olarak 19. yüzyılın başlarında kurulan İtalyan mason “carbonari” gizli örgütü gibi Batı’da ortaya çıkan bazı hareketlerden etkilenmiş olan Jön Türkler, hiçbir zaman kendi içlerinde homojen bir ideolojiye sahip olmamışlardır. Onları bir araya getiren temel düşünce II. Abdülhamid’in 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki yenilgiyi gerekçe göstererek Meclis-i Mebûsân’ı kapatmasıyla son bulan Meşrutiyetin yeniden ihdası, Abdülhamid karşıtlığı ve modern devlet düşüncesidir. 1894’te Ahmed Rıza Bey’in girişimleri cemiyet, Osmanlı İttihad ve Terakki ismi ile Türk siyasi tarihindeki yerini almıştır. Başlangıçta yönetimi devralmak yerine yönetime yeni form vermeyi düşünen teşkilatın güçlendikçe bu konudaki fikirleri de zaman içerisinde değişecektir. Teşkilat, 1 Aralık 1895 yılında Paris’te Meşveret dergisini çıkarmaya başlamıştır. Bu gelişmeler Ahmed Rıza’nın etki alanını oldukça genişletmiş ve Paris şubesi resmen örgütün hem merkez hem de düşünsel merkezine dönüşmüştür. Meşveret Dergisi’nin yanısıra Londra’da Hürriyet, Cenevre’de ‘Mehmet Murat Bey’in, (Mizancı Murat) çıkardığı Mizan’ gazeteleri yayın hayatına başlarlar. Bu anlamda Mısır’da da birtakım yazılar basılarak bunlar İstanbul’a havale edilir.
Sonraki yıllarda İttihat ve Terakki Cemiyeti Partisi’ne dönüşecek olan örgüt, farklı görüşten birçok teşkilat ile anlaşarak Osmanlı coğrafyasının en güçlü organizasyonu haline gelmiştir. Merkezi Selanik’te bulunan 3. ordunun darbesi ile 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilmiş Osmanlı Devleti yeniden anayasal bir sisteme evrilerek II. Abdülhamid’in yetkileri sınırlandırılmıştır. Böylece birçok farklı dünya görüşünden müteşekkil olan ve normal şartlarda bir araya gelmeleri mümkün olmayan gruplar II. Abdülhamid’e karşı iktidarın fiili ortakları olmuşlardır. İkinci Meşrutiyet’in ilân edilmesinin ardından İttihat ve Terakki Fırkası ve liberal görüşlü Ahrar Fırkası ile seçimlere gidilmiştir. Seçimleri kazanan Jön Türkler 17 Aralık 1908’de Meclis-î Mebûsân’ı yeniden ihdas etmişlerdir.
Nisan 1909’da Jön Türklere muhalif ‘Serbesti’ gazetesinin başyazarı olan Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi Tarihe 31 Mart vakası olarak düşülen ve hala karanlık yüzünü ısrarla koruyan kurmaca resmi tarih kayıtlarına göre “gerici” bir isyana dönüşmüştür. Cinayeti protesto eden üniversite öğrencileri “Gizli eller kırılsın” diyerek Bab-ı Ali’ye ve Meclis-i Mebûsân’a yürümüşlerdir. Akabinde isyanın baş sorumlusu olarak gösterilen II. Abdülhamid tahttan indirilerek yerine V. Mehmed Reşad geçirilmiştir. Ağustos 1909’da yapılan Kanun-ı Esasi değişikliğiyle siyasi güç, meclisin tekeline alındı. Balkan savaşlarındaki mağlubiyet karşısında zor duruma düşen Jön Türkler 23 Ocak 1913’deki Babıâli baskınıyla yeniden darbe yoluyla iktidarı ele geçirmişlerdir.
Sonuç olarak Jön Türkler kesin bir ideolojik çizgide tanımlanamazlar. Onlar milliyetçi dünya görüşlerinde pratikte İslâmcılık ve Osmanlıcıktan tamamen bağımsız hareket etmemişlerdir. Jön Türkler temel ideolojilerini Fransız felsefesinden almışlardır. Onları besleyen düşünsel kaynak 1857’de ölen pozitivizmin babası sayılan ünlü Fransız filozof Auguste Comte’tur. Pozitivizmin yarattığı toplum bilim modeli Jön Türklerin programını belirlemiştir. Örneğin İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularından olan Ahmed Rıza Bey (1859-1930) Paris’te yaşadığı dönemlerde pozitivist çevreler ile çok sıkı ilişkiler kurmuş onların fikirlerinden etkilenerek bu düşüncenin Jön Türklere intikal etmesine neden olmuştur. Pozitivizmi devleti kurtarmak için bir kurtuluş reçetesi olarak algılayan Jön Türkler, Auguste Comte’un fikirlerine sarılmışlardır. Fransız Devrimi’nden (1789) aldıkları ruhla Hürriyet, Eşitlik ve Adalet gibi mottoları kullanarak iktidara gelen Jön Türkler, rövanşist tutumları ile bu ilkelere sadık kalmamışlardır. Fransız Devrimi’nin aksine Jön Türkler, halkın desteği ile değil elitist bir grubun tepeden zorlaması ile iktidara gelmişlerdir. Bu yönüyle bakıldığında Jön Türkler’ in 1908’de yaptıkları bir devrimden ziyade bir askeri darbeye benzetilebilir. Onlar, devletin yapısında temel değişimler yerine reformlar ve restorasyon ile günü kurtarma siyaseti takip etmişlerdir. Böylece aslında onları besleyen aydınlanmacı pozitivist felsefenin gereğini de yerine getirememişlerdir. Osmanlı halkında yaratılan Meşrutiyetin devletin bütün sorunlarını çözeceği beklentisi yerini toplumda ciddi bir hayal kırıklığına bırakmıştır. Osmanlıcılık vurgusunu özellikle Balkan savaşlarındaki hezimetler alması ve Avrupa’daki toprakların kaybedilmesi ile geride bırakan Jön Türkler düşünsel anlamda milliyetçiliğe yönelmeye başlamışlardır. Birinci dünya Savaşı’nın getirdiği koşullar seküler, reformist Jön Türklerin hilafet kurumundan ve cihat düşüncesinden medet ummaları zorunluluğunu doğurmuştur. Enver, Cemal ve Talat Paşa gibi subayların özellikle 1. Dünya Savaşı esnasında Jön Türklerin üzerindeki etkilerinin oldukça güçlenmesi teşkilat içerisinde Alman fikir dünyasından etkilenmeleri de özellikle arttırmıştır. Bunda Ernst Jäckh und Friedrich Naumann gibi Alman aydınların da rolleri yadsınamaz. Her ne kadar Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi ile fiili olarak ortadan kalkmış olsalar da Jön Türk düşüncesi genç Türkiye Cumhuriyeti’nin şekillenmesinde de rol oynamıştır.