A) AİLE
“Aile” sözcüğü, Arapça bir kavram olup, etimolojik olarak kök anlamı, “Karşılıklı birbirine muhtaç olan, birbirine dayanan ve güvenen “ şeklindedir.
Toplumların geleceğini inşa etmede, ailenin rolü büyük önem arz etmektedir. Dayanışma, yardımlaşma, ilgi, fedakârlık prensipleri üzerine inşa olunan bir aile, temelleri sağlam, geleceği olan rol-model bir ailedir.
Ailenin iki temel sütünü vardır. Bunlar, anne-babalardır. Anne-baba, aynı zamanda biri yekdiğerinin eşi durumundadır. Her bir eşin fonksiyonu, sorumluluğu, yapısı ve fıtratı farklı farklıdır. Herkes kendi rolünü oynar. Giydiğimiz ayakkabı çiftlerinin her biri, yekdiğerinin eşidir. Sağ ayağımıza giydiğimiz ayakkabı, sol ayağımıza giydiğimiz ayakkabının eşidir. Sağ ayakkabı, sağ ayak ve sol ayakkabı, sol ayak içindir. Tersine bir davranış, hem ayaklar hem de ayakkabılar için bir zulümdür. Aileyi oluşturan eşler de, bulundukları pozisyonda kalarak, fıtratlarına uygun bir hayatı inşa etmeleri en uygun yoldur. Erkeğin, erkek olarak, kadının da kadın olarak rolünü icra etmesi fıtratın gereğidir. Erkek, erkek olarak güzeldir. Kadın da kadın olarak. Karşı cinse benzemeye çalışmak, sağ ayakkabıyı sol ayağa, sol ayakkabıyı sağ ayağa giydirmeye benzer ki, bu çelişkili durum her iki tarafa da haksızlık olur ve yaratılış fıtratına aykırıdır.
Bir yazar, “Ailenin temel elementleri eşlerdir. Tıpkı oksijen ve hidrojenin suyu oluşturması gibi, karı-koca da aileyi oluşturur. Hidrojen ve oksijen birbirinden ayrışınca nasıl su diye bir şey kalmayıp biri yanıcı diğeri yakıcı iki gaz ortaya çıkarsa, aynen bunun gibi, eşler ayrılınca da ortada aile diye bir şey kalmaz. Aile, işlevi açısından da bir su gibidir; bu su topluma hayat verir ve suyun tıpkı canlılığın kaynağı oluşu gibi, aile de insan varlığının ve devamının kaynağını oluşturur. Bu kaynak kurursa insanlık da kurur, bu kaynak bulanırsa toplumlar da bulanır ve çözülme kaçınılmaz hale gelir” der.
Burada yerinde ve isabetli bir temsille, aile suya, karı-koca da suyun elementleri olan oksijen ve hidrojene benzetilmektedir.
Oksijen ve hidrojen ayrıştığında, suyun varlığı sona erdiği gibi yanıcı ve yakıcı özelliği olan bu elementler, fonksiyonlarını icra ederken, “yanma” ve “yakma” özellikleriyle sadece kendilerine değil, yakın ve uzak çevrelerine ve sonuçta bütün bir insanlığa, telafisi zor zararlara ve tahribatlara yol açarlar.
Bu iki element uyum ve dayanışma içinde, yaratılış fıtratına uygun tarzda kendi rollerini oynarlarsa, “ab-ı hayat” demek olan hayat suyunu oluşturup, tüm canlı organizmalara hayatiyet kazandırır. Aileler de böyledir. Eşler birlikte, uyum, dayanışma ve sorumluluk bilinciyle bir hayatı inşa ederlerse, bu dünya hayatını adeta cennete dönüştürürler. Böyle bir aile ortamı içinde büyüyen çocuklar da “Dünya hayatının ziyneti” hükmünde birer meyve oluverirler. Bu meyve tatlı olmalı ve insanlık ailesinin bu meyveye çok ihtiyacı var. Böylesi aileler, rol-model ailelerdir.
Böyle ailelerden oluşan toplumlar da rol-model toplumlar olarak, mutlu ve müreffeh bir hayatı yaşamanın hazzını yaşadıkları gibi büyük bir onur da ortaya koyarlar.
Aksine, eşler ayrılınca ortada aile diye bir şey kalmaz. Suyun hidrojen ve oksijen elementleri gibi, ortada kalan çocuklar da, yanıcı ve yakıcı özellikleriyle kontrol edilmezlerse toplumun başına büyük bir bela olurlar. Çünkü toplumun kaynağı ailedir. “Bu kaynak kurursa, insanlık da kurur, bu kaynak bulanırsa toplumlar da bulanır ve çözülme kaçınılmaz hale gelir”.
Toplumun kurtuluşu bu kaynağa bağlıdır. Bu kaynak yaşatılmalı. Bu kaynağa sahip çıkılmalı.
Bu kaynak duru ve berrak olmalı. Geleceğimizi inşa ederken, temel kaynağımız hiç kuşkusuz ailedir. Varlığımız ve geleceğimiz bu kaynağa bağlıdır.
B) DEĞERLER ODAKLI EĞİTİM
Günümüz dünyasında yeni neslin ihtiyaç duyduğu en önemli şey, değerlerdir.
Sorumluluk, duyarlılık, sevgi, saygı, dayanışma, adalet, cesaret, doğruluk, vefa, sabır, tutumluluk, yardımseverlik ve benzeri değerler, geleceğimizin inşasında çok önemli parametrelerdir.
Bu değerlerden yoksun bırakılan bireyler, ben-merkezci bir anlayışla hayatlarını inşa ederler. Attıkları ya da atacakları her adımda, çıkarlarının ne olduğuna bakarlar. Biz-merkezci bir yaklaşımın kıyısından geçmezler. Toplumsal duyarlılıkları yoktur. Bu tür kişiler sadece et, kemik, kan ve sudan oluştuklarını düşünürler. Bakış açılarında bir derinlik, olayların ve olguların arka planını görebilme feraseti yoktur. Kalb-merkezli bir bakış açısından, hayat felsefesinden yoksundurlar.
Bir bilge kişinin ifadesiyle, “İlim aklı, irfan kalbi ikna eder”. Bu güzel ve hikmetli sözü şöyle genişletebiliriz: İlim aklı, irfan kalbi hem ikna eder, hem inşa eder, hem de ihya eder.
Neslimizin geleceğini inşa etmede, ilim-irfan merkezli bir yaklaşımı esas almamız bir zorunluluktur. Bu yaklaşım, bütüncül bir yaklaşımdır. İrfanı yok sayan bir anlayış, kalb-merkezli medeniyeti dışlayan bir anlayıştır. İlmi yok sayan bir anlayış, aklı dışlayan bir anlayıştır. Bu her iki anlayış da, bütüncül yaklaşımı reddeden ve hakikati parçalayan bir anlayıştır. Oysa biliyoruz ki, “parçalanan hakikat, hakikat değildir”.
İrfansız bir akıl tasavvuru ve akılsız bir irfan tasavvuru kabul edilemez. Bu, akılsız bir kalb ve kalpsiz bir akıl tarzındaki bir düşünce biçimidir. Bu anlayış tarzının hiçbir rasyonalitesi yoktur. Bu parçalayıcı ve tuzaklarla dolu anlayıştan uzaklaşarak, bütüncül ve fıtrata uygun insani ve İslami değerleri merkeze alan, iç dünyamızın sesine kulak veren, bizi biz yapan bir yaklaşımla yeni nesli inşa etmenin herkese ve her kesime büyük yararı olacağı aşikardır.
“Fiyat odaklı değil, değer odaklı” bir eğitimin inşasında, parçalayıcı değil, tamamlayıcı, muhataplarımızı “tanımlayıcı” değil, “tanıyıcı” olma hali vardır. Muhatabımız, kendisini nasıl tanımlıyorsa, o tanımlama üzerinde onu tanımak, öylece onu değerlendirmek ilmin, rasyonalitenin ve objektif olmanın gereğidir.
Bilgiyi kullanırken hem “bilişsel”, hem “yapılandırıcı (inşa edici)” hem “İnteraktif (Etkileşimli)”, hem de “ontolojik” ” yanını dikkate alan dört başı mamur bir yaklaşım sergilenmelidir.
Her şeyin bir şeyle bir bağının-bağlantısının olduğunu, sebep-sonuç bağlamında varlık dünyasını düşünmenin, zihin dünyamızın gelişmesine ve kalp dünyamızın derinlik kazanmasına katkı yapacağı açıktır.
Değerler odaklı bir zihin dünyasına sahip olan bireyler, sahip oldukları bilginin ve birikimin, kendilerine bir sorumluluk bilincini yüklediğini bilir. Bu bilinçle hayatını inşa eder. İçinde bulunduğu toplumsal katmana hem rol-model olur, hem de “katma değer” katar.