Bugün Batı düşüncesi iflas etmiştir. Çünkü bu düşünce, hayatın merkezine insanı almış ve insanda da iki yön hep var olmuştur. Bunların biri melekî, diğeri de şeytanî yöndür. Batı şeytani yönü seçti ve bütün insanlığı son beş yüz yıldır sömürmekte, coğrafi keşifler adı altında topraklarını işgal etmekte, demokrasi aldatmacasıyla halkları hakimiyeti altına almakta ve işgal ettikleri yerlerde insanları kendine benzetmeye çalışmaktadır.İhtikâr/Karaborsacılık Nedir?
Müslüman ise hayatın merkezinde Allah’ın olduğuna inanır ve hayatı bu düşünce ekseninde yaşar. O, her ne hayır gelirse Allah’tandır diye düşünmektedir. Şerrin de insanın kendi eliyle yaptıklarından dolayı ortaya çıktığına iman etmiştir. O attığı her adımda Allah’ın rızasını düşünür, günlük hayatta onun en çok kullandığı söz “Allah razı olsun” sözüdür. Çünkü gördüğü bir iyilik karşısında büyük bir söz söylemektedir ve o da Müslüman zihnin bu hayattan beklentisi olan Allah’ın rızasıdır. Her mü’min bunun peşindedir.
Bütün peygamberler insanlara Allah’ı anlattılar. Bunu için yaşadılar ve bu uğurda mücadele verdiler. Bu mücadelede başlarına gelecek belalara aldırış etmediler. Çünkü onlar eninde sonunda Allah’ın iradesinin galip geleceğini ve kendilerine düşenin sadece çalışmak olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden Hz. Nuh gemi inşa etti. Allah böyle emretmişti. O, insanların istihzalarına aldırış etmedi. Emri veren Allah’tı. Hz. İbrahim bu uğurda ateşe atıldı. Allah’ı anlatıp insanları tevhide çağırırken bir yandan da putçulukla mücadele ediyordu. Neticede ateşe atıldı ve Allah’ın emriyle ateş onu yakmadı. Çünkü girdiği mücadelenin büyüklüğünü ve ne adına yola çıktığını biliyordu. Kimin dostu olduğunu asla unutmamıştı. Hz. Musa bunun için denizleri aştı. Girdiği mücadelede Allah onun önünde denizleri yarıp sağ salim geçmesini temin etti. O asla yılmadı. Korkmadı, çünkü Allah korkmamasını söylüyordu. Mücadelesinden vaz geçmedi ve neticede onun karşısında duranlar helak olup gittiler. Hz. İsa öldürülmek istendi. O da sırf Allah’ı anlattığı için düşmanları tarafından ortadan kaldırılmak istendi. Ama Allah (c.c) onun önceki kardeşlerini nasıl koruduysa onu da öyle korudu.
İşte son Peygamber Hz. Muhammed (sav). O da aynı çağrıyı dillendirdi. İnsanlara tek şeyi anlattı. O da Allah’tı. Mekke döneminde yaptığı tek şey vardı. O da “Gelin ey insanlar Rabbinize teslim olun” sözüydü. Bundan daha büyük bir çağrı olabilir miydi? Allah’ı anlatmaktan daha büyük bir anlatım olamazdı ve son elçi sadece bunu anlattı. “Sizleri tek ve şeriki olmayan Allah’a davet ediyorum” diye buyuruyordu. On üç yıl buyunca Sahabe-i Kiramın zihnine, kalbine bunu yerleştirdi. Ne büyük bir kelimeydi… Ne büyük bir inkılaptı… Kalpler onunla tanışınca dünyadaki her şey basit gelmeye başlıyordu. Çünkü anlatılan Allah’tı. Anlatılan, şu uçsuz bucaksız kâinatı, şu uzayı yaratan, şu muazzam dengeyi elinde tutan sahibimizdi. Bundan daha üstün bir şey olabilir miydi? İşte son elçi de o yüce olanı, o eşi benzeri olmayanı, o gözlerin göremediği, ama ayetlerini apaçık gördüğü ve içinde hissettiği o varlığı anlattı. Bunu anlatınca ve bu inanç Bilallerin, Ammarların ve Yasirlerin kalbine girince, şirk taraftarları dehşete kapıldı. Sümeyye bu uğurda can verince bunun insanın derununda nasıl bir inkılap meydana getirdiğine herkes şahit oldu. Bu ne de keskin bir etkiydi? Nasıl bir şeydi ki köleler bunu söylediklerinde yıllardır itaat ettikleri efendilerine karşı gelebiliyorlardı. Onların itaatleri dışına çıkabiliyorlardı.
Evet… Bu, Allah’ı bilmekten, ona iman ve teslimiyetten başkası değildi. Bu, fıtratın ta kendisiydi. Bu, insanın içindeki o hazineyi keşfetmesiydi. İçindeki melekî sese kulak vermesiydi. Allah ne güzel buyuruyor: “Onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki böylece onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet, 53) Onlar, içlerindeki bu ayetlere şahit oldular. Bu ayetlerin tadına vardılar. Bununla hayatın anlamını kavradılar ve o yüzden Ebû Bekirler ve Ömerler oldular. O yüzden Allah onlardan razı oldu. Zira onu bulmuşlardı. Onu bulduklarında da yaşamanın anlamını bulmuş oldular. Onu kaybedenlere acıyıp durdular. İşte bu en üstün akideydi. Yani en üstün bağlanma idi. Ona bağlanan sapasağlam bir kulpa bağlanmış oluyordu. Kopmaz bir kulptu ve bütün kulpların fevkindeydi. Sahabe-i Kiram bu kalbi devrime şahit olmuştu. Çünkü içteki bütün şirk kalıntıları devriliyor, yerine tevhid yerleşiyordu ve bu da onları dünyanın en özgür insanları yapıyordu. Onlar varlıklarını bununla anlamlı kıldılar. Onlar bu anlamı yakalamadan önce zillet içiresindeydiler ve bu anlam ve kavrayış onları aziz kıldı.
İşte bugün insanlık bunun peşinde ve bunun arayışı içinde bocalamaktadır. Kim şu milyar insanlığa bunu anlatacak? İnsanlığın gelip durduğu son nokta burasıdır. Mü’minler insanlığa onu anlatmalı. İnsanlar bu düşünceyle karşılaşıp bunun pınarından doya doya içtiklerinde, yaşamanın anlamını kavramış olacaklar. İnsanlık her türlü zevki tattı, her türlü varlığa sahip oldu. Hatta bazıları ölümü tatmak istedi ve intihar edip onu da tattı. İşte insanlığı bu rezil ve bedbaht anlayıştan kurtaracak olan tek yol, kendilerine Allah’ın anlatılmasıdır. Samimi bir dil ve muhlis bir kalple şayet Rableri anlatılırsa, bu anlatım kalplerin derinliklerinde tesirini gösterecek, insan yaşamanın anlamını kavrayacak ve bununla her iki hayatta da saadeti elde edecektir.
Mü’minler olarak her namaz sonunda selam verdiğimizde söylediğimiz çok önemli bir söz vardır. Bunu Resulullah (sav) bize öğretmiş bulunuyor. O da şudur: “Allâhumme ente’s-selâmu ve minke’s-selâm” Yani “Allah’ım, huzur sensin ve huzur sendendir.” Ne de muazzam bir söz! Anlamını kalbin derinliklerinde bir kez daha düşünerek söylediğimizde, ne de büyük bir sözü tekrarladığımızı bir kez daha fark ediyoruz. İşte 21. yüzyıl insanının aradığı tek hakikat budur: Allah.
Büyük bir arayış içinde bocalayan insanlığa tek tek onun anlatılması, kalplere işlercesine ve yüzlere bakarak anlatılması ne de ehemmiyetli bir iş olacaktır. Bütün bir insanlık bugün adeta tek bir ağızdan şu cümleyi tekrarlamakta: “Bana Allah’ı anlat!”
Hz. Muhammed’in (sav) çokça vurguladığı ve sabah okunmasını arzu ettiği ayet neden Âyete’l-Kürsî’dir? Bunu hiç düşündük mü? Bu ayet baştan sona onu anlatmakta. İşte ayet! Gelin bir daha tefekkür ede ede bunu beraber okuyalım.
“Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. Onu ne bir uyuklama tutabilir ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara, 255) O’nu bulamamış kalplere üzülmemek mümkün mü? Hatta Kur’ân-ı Kerîm son elçi için “Neredeyse kendini (bunun için) helak edeceksin” diye buyurur. Resulullah’ın (sav) çabası bunun içindi. O, insanları Allah’a çağırdı. İnsanlara O’nu anlattı.
Mü’min kişinin şu haline bakın, ne de büyük bir amel işlemekte. Her gün beş vakit namaz içinde en az yüz elli defa “Allah en büyüktür / Allâhu ekber” sözünü tekrarlamakta. Hayatının merkezinde Allah’tan başka kimse yok. Tefekküründe, zikrinde, oturup kalkmasında, uyandığı anda, insanlarla ilişkisinde hep zihninde Allah vardır. Hayatı bu derece anlamlı kılınmış bir başka insan var mıdır şu yeryüzünde? Ey mü’min, işte bu özelliğinle sen yeryüzünün en bahtiyar kimsesisin. Buna senin dışındaki insanların da ihtiyacı var. Dünyada tatmadık zevk bırakmamış insanın ıstırabını duyar gibisin. O, içine düştüğü ıstırap çukurunda Rahmani bir sesi beklemekte. O da mü’minin Allah’ı anlatan sesinden başkası değildir. Ey mü’min, bu vazifeyi yerine getirmediğin zaman Allah’a davetinde sınıfta kalmış olursun. Çünkü milyar insanlık bu çağrının kendilerine ulaşacağı günü beklemekte.
Ey muvahhid kimse! İnsanların yüzlerine baktığında bunu anlayabilirsin. Onlar sahiplerini aramaktalar. O yüce olanın kendilerine anlatılması, imanın kalplerine işlemesi senin sesinde gizlidir. Kalk ve anlat. Çünkü bütün insanlık bugün geldiği noktada şu hakikati tek ağızdan dillendirmektedir: “Bana Allah’ı Anlat!”