Muhammed ÖZKILINÇ

İslâm diyarındaki son savaşların birçok felâketleri var… İşgal, sömürü, talan, hicretler, yiten canlar… Dünyası harap olmuş milyonlarca dul anneler… Bir o kadar mazlum ve mağdur yetimler… Dünya tüm bu felâketlere karşı üç maymunu oynamaya devam ediyor; bu felâketler, her geçen gün büyüyerek devam ediyor.

Ancak yeterince farkına varılmayan ve çok daha büyük bir zararı olan bir husus vardır ki, o da ümmetin ilim havzalarının tahrip edilmesidir. Bilindiği üzere Mısır’daki Ezher Üniversitesi, asırlardır ışık saçan bir ilim havzasıydı. Ancak sisi darbesinden sonra bu havza yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Hatta yok edilmiştir de diyebiliriz.

Bilindiği üzere İslâm ümmetinin bir numara ilim havzası olan bu üniversitenin binlerce uleması, dünyanın birçok yerine savrulmuştur. Savrulmak ne ki, ömründe eline kalem ve kitaptan başka bir şey almamış, silahla hiç tanışmamış olan Prof. Doç. olan binlerce âlim, terörist ilan edilmiş ve terörist muamelesine maruz kalmıştır. Ve maalesef dünyanın ve özellikle İslâm âleminin yetkili ve âlimleri, bu tarihî iftiralara karşı neredeyse hiç ses vermemiştir. Ses verenlerin de sesleri tüm bu gürültüler içinde kaybolmuş ya da duyulmamıştır.

Ezher’in aldığı darbeyle oluşan ilim boşluğunu büyük oranda Yemen’deki üniversiteler doldurmaya başlamıştı. Ancak enteresan bir şekilde çok geçmeden Yemen de ateş hattına dâhil edildi. Böylece buradaki ehlisünnet çizgisindeki üniversiteler Ezher’den çok daha büyük bir darbe aldı. Öyle ki, tamamen yok oldular. Dolayısıyla ümmet olarak bu konuya acilen çözüm bulmak zorundayız. İslâm diyarının ümera ve uleması, bu konuda elini taşın altına koymak zorundadır.

Tarih boyu insanlık ilimle kaim olduğu gibi şu anda da gelecekte de ilimle kaim olacaktır. Dolayısıyla ümmetin ilim havzalarının bilinçli ve kasıtlı bir şekilde tahrip edilmesi boşuna değildir. Ümmete diz çöktürmenin en kestirme yolu, ümmeti ilimsiz ve âlimsiz bırakmaktır. Şu hâlde bu işin ilgilileri resmî, özel, tüzel tüm kişiliklerin bu konuya kafa yormaları hayati önem arz etmektedir. Ancak bu konunun yeterince gündeme gelmediğini üzülerek görmekteyiz. Tüm ilim camiasını bu konuya özel bir ilgiyle eğilmeye davet ediyoruz.

Şu hadisi şerif, her zaman manidardır, ama böyle zamanlarda çok daha fazla manidardır… “Allah (c.c) ulemanın kalplerinden birdenbire ilmi çekip almakla yeryüzünden kaldırmaz. Fakat âlimlerin ruhunu almakla ilmi kaldırır. Öyle ki hiçbir âlim bırakmayınca insanlar câhil liderler edinirler. Onlara soru sorulduğunda bilgisizce fetva verirler. Böylece hem kendileri haktan sapar hem de insanları saptırırlar (1).”

Bazı tespitler

İlk insan Âdem (a.s)’e ve sonraki peygamberlere değişik suhûf/sayfalar veya bütün kitaplar halinde vahiy gönderilmiştir. Yani insanlığın inşası ilimle başlamış ve ilimle devam etmiştir. İnsanlığın bu dünyada insanca yaşaması ve ahirette cenneti kazanıp cehennemden kurtuluşu da böylece mümkün olmuştur. Tabii ki, bu gönderilen ilahî kitaplar, ilmin kaynağı ve ilmin ta kendisidirler.

Tarih boyu insanlar vahyin/ilmin gereğine göre yaşamaları oranında dünya ve ahiret saadetini kazanmışlar, vahiy/ilimden sapmaları durumunda ise her iki âlemlerini de berbat etmişlerdir.

Son peygamber Hz. Muhammed (sav)’in hayatı ise adeta bir ilim manifestosudur.

  • Kur’ân’ın ilk vahyedilen ayetleri ilme davet eder.
  • Mekke’de Daru’l-Erkâm, İslâm’ın ve Mekke döneminin ilk üniversitesidir.
  • Medine’de Mescid-i Nebevî ve Suffa, İslâm’ın ikinci üniversitesidir.
  • Burası her bir sahabenin öyle bir mektebidir ki; her bir sahabe bir müctehid derecesine ulaşmıştır.
  • Her İslâm’a giren yeni bir beldeye Suffe üniversitesinin talebelerinden öğretmenler gönderilmiş ve onlara dünya ve ahiret hayatının formülleri öğretilmiştir.
  • Resûlullah’ın (sav) vefatından sonra yüz yirmi bin olarak tahmin edilen Ashâb-ı Kirâm’ın sadece on iki bini Haremeyn’de medfûndur. Diğer %90’ı dünyanın dört bir yanına dağılarak İslâmî ilimlerin ümmete öğretilmesinde hocalık yapmışlardır.
  • Sonraki dönemlerde Medine, Kûfe, Basra, Mısır, Şam gibi yerler birer ilim merkezi haline geldi. Daha sonra Kurtuba medeniyeti diye nam salan İspanya vb. yerlerdeki ilmî çalışmalar dünyayı ilim ve bilim ışığıyla aydınlatmıştır.
  • Batının günkü bilim ve teknolojisi İslâm medeniyetinin ilim sofralarının artıkları üzerine inşa edilmiştir.

 

Ümmet Üniversitesi

Her zaman ifade ettiğimiz gibi, bidayetten nihayete kadar, insanlık da ümmet de ilimle kaimdir. Varlığını da yine ancak ilimle devam ettirebilir… Gönderilen tüm peygamberlerin insanlığa ilim öğretmekle görevli olduklarını her vesileyle ifade ediyoruz. Onların binlerce ashab ve havarileri de hep aynı görevi devam ettirmiştir. Tarih boyunca peygamber ve ashabının hayatlarını model alan tüm Müslümanların da öncelikli işleri, ilme ve İslâm’a hizmet olmuştur.

Ümmeti ayakta tutacak ilim ancak ve ancak, ümmetin sağlam kaynaklarına dayanan ilimdir. Aksi halde var olduğu zannedilen ümmet, aslında yok olmuş demektir. İslâm düşmanları tarihin seyri içerisinde, bu ümmetin izzet ve terakkisinde asıl etkenin ilim olduğunu bildiği andan itibaren, ümmetle savaşında yine ilmi kullanmaya başlamıştır.

Özellikle oryantalizm (müsteşriklik) başta olmak üzere, düşman birçok müesseseler geliştirmiş, hatırı sayılır miktarda da casus âlimler (!) yetiştirmiştir. Şu anda başta FETÖ olmak üzere, reformist diye vasfedilen sünnet düşmanı şahıslar ve çevreler, bunun çağdaş versiyonları olarak önümüzde durmaktadır. Yani sözün kısası İslâm düşmanları birçok sahada olduğu gibi bizzat İslâmî illimler sahasında da İslâm ile sinsi ve kalleşçe savaşına devam etmiştir

İşte tam da burada ümmet ruhunu özümsemiş, ifrat ve tefritten uzak, vasat ümmet anlayışı ve istikamet üzere olan ehlisünnet ulemaya ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğuna vurgu yapmak gerekir. Zira ümmete rehberlik yapacak ulemayı yetiştirecek ilim havzaları, yine mezkûr âlimler tarafından oluşturulmalı ki, maksat hâsıl olsun.

Türkiye’deki irili ufaklı medreselerin, yerel bazda bu boşluğa katkıları elbette takdire şayandır. Allah (c.c) büyük fedakârlıklarla ilmi bu günümüze taşıyan ve bugünden de yarınlara taşımakta olan tüm üstatlardan razı olsun. İnşallah bu hayırlı hizmetler bereketlenerek devam edecektir.

Ancak işin bir de küresel boyutu var ki, o da daha çok akademik tecrübeye sahip üstatlar gerektirmektedir. İşte tam da gökte ararken yerde bulduğumuz binlerce ulema, şu an ülkemizdedir. Başta Mısır olmak üzere Yemen, Suriye, Irak, Libya, Suud, Filistin ve daha birçok yerden sayıları binlerle ifade edilen mümtaz âlimler, zoraki bir hicretle ülkemize sığınmış durumdadır.

Çılgın Proje!..

Şimdi başta Sayın Erdoğan olmak üzere YÖK ve MEB yetkililerine tarihî bir görev düşmektedir. O da ülkemize İslâm diyarlarından göç etmiş ulemanın ümmetin aydınlatılmasında desteklenmesidir. Bunun için bu ulemaya imkân ve fırsat verilmesi gerekmektedir.

Bu âlimler, Türkiye’de aynı ruh ve ilmi donanıma sahip ulema ve akademisyenlerle beraber asıl çılgın projeye olan, Anadolu Ümmet Üniversitesi’ne imza atabilir. Bu âlimler Anadolu’da tüm İslâm ümmetine hitap edecek yepyeni ve tüm ümmeti kucaklayacak bir ilim havzası oluşturacak kapasiteye sahiptir. İlmî donanım, akademik tecrübe, ümmet ruhu, kısaca böyle mübarek bir iş için gerekli tüm alt yapı hazır durumdadır. Meşhur tabirle: “Un var, şeker var, yağ var.” O halde geriye helva yapmak kalıyor.

Allah (c.c) nasip eder, ülkemizin basiretli idarecileri de muvafakat ederlerse ilim ve bilimde dünyayı kıskandıracak seviyelere çıkmak pekâlâ rahatlıkla mümkündür. Düşünün ki bir zamanların ilim havzaları olan Kahire, Kurtuba, Medine, Basra ve Kûfe’nin Anadolu’da yeniden canlandığını… Bunun sosyal, siyasal, ekonomik ve stratejik getirilerini de uzmanları hesaplasın artık.

Neden Sürgün Âlimler?

Malumdur ki sürgün âlimler seçmece âlimlerdir. Zalim sultalara yarananlar, gelene ağam, gidene paşam modunda geçinip giderler. Ama cevher taşıyan, ilmin hakkını veren ulema böyle değildir. Onlar şu hadisin manasını çok iyi bilir: “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir (2).”

Bilindiği üzere ülkemiz, hiçbir İslâm ülkesinin yaşamadığı, harf devrimi gibi büyük bir felâketi yaşadı. Sonra elifba bulundurmanın dahi idamlık suç sayıldığı yıllar başladı. Bu ilim açıdan ülkemizin en çorak yıllarıdır. Hâlâ bugün olmuş, o büyük zarar telafi edilememiştir.

Bunun sonucunda vatanın ilim ve bilim omurgasını oluşturan vatanperver ulemanın büyük bir kısmı heba oldu. Sürgün, infaz, idam, zindan vs. yakın tarihimiz ısrarla örtülmek istense de bazı hakikatler kısmen de olsa açığa çıkmıştır. Bu konuda o kapkara günleri yaşayanların anıları dahi çok şey anlatmaktadır. Unutmayalım ki, yıkılan şehirleri, ülkeleri yeniden inşa etmek kolaydır. Ama ilim havzaları yıkıldığında onları yeniden inşa ve ihya etmek o kadar da kolay değildir…

Uzun süre farklı ideolojik kulvarlarda seyreden akademisyenlerin ilim, bilim, vatana millete hizmet gibi bir dertleri olmadı, olamazdı da… Çok belli bir ideolojinin, tek tip kurşun askerleri olarak yetiştirildiler. O dönemde ilim ve vatan sevdalısı ve ümmet bilinci taşıyan ulemasından fırsat bulanlar hicrete mecbur olmuşlardı. Darağaçlarına çekilen, zindanlara mahkûm edilenlerin sayısı; binler, belki on binlerle ifade edilebilir.

İşte bugün de ülkemize hicret ederek gelen binlerce âlim, aynı konumdadır. İçlerinde elbette istisnalar olabilir. Ancak malumdur ki istisnalar kaideyi bozmaz. Dışarıdan terör damgasıyla ülkemize sığınan bu insanlar, ilmî donanım, ahlâk, fazilet ve erdemde seçmece insanlardır.

“Her devrin adamı(!)” ve “bulut nerdeyse tarlayı oraya kaldıran tipler” her zaman ve zemine ayak uydurduklarından dolayı onların hicret etmelerine gerek kalmaz. Hatta “adam” olanlar için zor olan böylesi zamanlar, böylesi silik tipler için büyük fırsattır. Nitekim onlar bu fırsatları her zaman cana minnet bilip en güzel bir şekilde değerlendirmişlerdir. Keselerini doldurmuş, koltuklarını daha ihtişamlı hale getirmişlerdir. Bunların epeycesini şu an Mısır, Suudi Arabistan, körfez ülkeleri vb. yerlerde bolca ve üzülerek görmekteyiz.

Ama peygamber varisi Rabbanî davetçi âlimlerin bir kısmı aynen bizim tek parti dönemindeki gibi ya şehit olmuş ya da zindanlarda terörist muamelesine tabi tutulmuştur. Onlardan hicret edebilenlerden epeyce bir kısmı ise şu ülkemizdedirler. İşte bu ulemanın muattal durması, sadece, ülkemiz için değil, ümmet için de büyük bir kayıptır.

Not: Konuya duyarlı tüm yazar ve aydınlardan, bu hususla ilgili gündem oluşturma konusunda destek istirhamımı arz ederim.

 

Kaynakça

1) Buhârî, İlim: 34, İ’tisâm: 7; Müslim, İlim: 13.

2) Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmîzî, Fiten 13. Ayrıca bkz. Nesâî, Bey’at 37; İbni Mâce, Fiten 20.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?