Bir beden daha vurdu sahile… Bir çocuk daha yetim kaldı bombalar atılan harap evinde. Bir göç daha başladı annelerin gözyaşları içinde. Eşinden ayrı düşen bağrı yanık bacımızın feryadıdır göklerde yükselen. Yine bir patlama sonucu ekmeği toprağa düşmüş kendi de yanı başında yatan masum bir bedenin karesidir önümüze serilen. Din adı altında her türlü dinsizliği yayan zalimlerin ismidir ortalarda gezen. Kendini Süper gibi gösterip perde arkasında iki yüzlülük edendir Müslüman kanı dökenler. Ey dünya! Bu kadar kan ve gözyaşı içinde o kadar sevimsizsin ki! Ölüm en sevimli şey oldu insanoğluna. Seni paylaşamayanlar, senin için insan parçalıyorlar bak! Bir zerre kadar değer verseydi sana seni yaratan, bir damla suyunu içirmezdi senden kâfirlere. Lakin dünya hayatı için ahiretini unutanlara can yakıcı bir azabı müjdele!
Ey kardeşlik duygusu! Nerdesin? Gece karanlığında sen yatağında huzur içinde uyurken, bir ananın feryadıyla ölüme çığlıkla kalkan senin kardeşin. Sıcacık evinde sıcacık yemeğini yerken ekranlarda birer birer uzatılan cesetler kalbini sızlatmalı değil miydi? Hani kardeşlik bir bedenin uzuvları gibiydi. Hani bir parçası acıyınca diğer parçası da acırdı. Hani kardeşin aç iken tok yatmak yakışmazdı bu ümmete. Yetime uzanan bir el de ben olmak istiyorum diyeceğin gün nerde kaldı? İhlâs ve samimiyetin neredeyse tamamen yok olacağı böyle bir zamanda kalbi dönüşün ne zaman? Bu ümmetten ilk olarak kalkacak olan şey huşudur diyen peygamberimiz ne de doğru söylemiş. Allah’ın ayetleri okunduğu zaman kalplerin ürperme zamanı gelmedi mi daha? Ölüm bir nefes kadar yanı başımızda iken hep başkalarının ölümünü izleyip göz yummak,
ölümü kendimizden hep uzaklarda görmek nereye kadar? Uzun bir uyku bekliyorken bizi bu dünyada, fazlaca uyumak nereye kadar? Zindanlarda tespih çeken yiğitler bizim yiğitlerimiz. Yakılan evini terk edip kaçan anneler bizim annelerimiz. Cesedi kıyıya vuran bebekler bizim bebeklerimiz. Darağaçlarında sallanan şehitler, yine bizim şehitlerimiz.
Ve sen Ey inandığı dava uğruna her türlü çileyi çeken Müslüman! Üzülme! Gevşeme!
Eğer gerçek manada inanıyorsan üstün gelecek olan sensin. İçinde bulunduğun ateş, zalimlerin cehennemde yaktıkları ateştir. Ey çocuk ağlama, sen sana hazırlanan bahçelerde oynarken, üstüne düşen bombalar sahiplerine geri dönecektir. Ve siz ey bedenleri kıyıya vuran bebekler gözünüz arkada kalmasın. Şu an anne hurilerin kucağında mışıl mışıl uyurken sizi ölümün kucağına atanlara ölüm pek az gelecek.
Elbet içimizden de bir gün bir İbrahim doğacak. Elbet bir gün bir Musa denizleri yaracak. Gafletten kurumuş gönüllere zemzem_i bir vuruşla bir İsmail dokunacak. Bir çölün ortasına İsmail’iyle tek başına bırakılan Hacer annemiz gibi teslimiyet abidesi anneler yetişecek.
Gün gelecek islam’a kendini feda eden Musablar gibi gençler yetişecek. İffetin unutulduğu yerde Yusuf gibi iffet timsali delikanlılar, Yusuf’un aşkından da geçip asıl maşukunu bulan Züleyha’lar dolduracak dünya denen asıl zindan hayatını. Öyle ya, dünya müminin zindanı, kâfirin de cenneti değil midir? …
Okunan her bir ilahi kelam boşa gitmez unutma. Edilen her dua sahibini bulur aksatma. Sen yetiştir evladını en güzel şekilde, toplum bir gün dua eder ardından sana.
Örnek edindiğin bir sahabe, bir âlim yahut bir şehidin olsun. Bir gün bırakıp da her şeyi gittiğinde, ardında kendine yoldaş edindiğin hayırlı bir amelin olsun. Hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde yedi sınıf insan vardır ki, onlara korku yoktur. Onlar arşın gölgesinde gölgelenecekler. Adaletli devlet başkanı, sağ elinin verdiğini sol eli görmeyecek şekilde gizli sadaka veren, sevdiğini yalnız Allah için seven, zina için çağrıldığında Allahtan korkarım deyip kaçan, günahını hatırlayıp gözyaşı döken kimse, gönlü mescitlere bağlı genç ve Rabbine ibadetle büyüyen gençler. Bu yedi sınıftan biri de ben olmak istiyorum arzusu olmalı kalbinde. Bir gözyaşın olmalı. Onu her hatırladığında maneviyatını güçlendirecek. Bir sadakan olmalı, kimseler görmeden usulca verdiğin… Bir dostun olmalı, her baktığında sana Rabbini hatırlattığı… Özlemin olmalı uzak diyarlarda hasretini çektiğin birine. Öyle bir emelin olmalı ki belki yetişemeyeceğin kadar uzun, ama bir gün öldüğünde bile kabrine kadar seninle gelen güzel bir emelin, bir arzun olmalı. Duan olmalı, en yağmurlu ve soğuk kış gecelerinde bile yürekleri ısıtabilen… Ve bir gençliğin olmalı. Öyle bir gençlik ki, bir gün ondan hesaba çekildiğinde meleklerin dahi şahitlik ettiği, hep hayırla yâd ediğin bir gençliğin olmalı.
Şu insanoğlu ne de çok gaflet içindedir ki hep başkalarına söyler de unutur kendini. Oysaki cennet ahalisi cehennemde yanan bir tanıdık kimseyi görünce şöyle seslenirler. “Ey falan kişi! Biz seni dünyada iken hep iyi bilirdik. Bize Rabbimizden bahseder, iyiliği emredip kötülükten bizi sakındırırdın. Şimdi ne oldu sana da ateşler içinde cayır cayır yanarsın.” O kimse der ki;”eyAllahın müjdelenmiş ve türlü türlü ikramlarına gark olmuş samimi kulları! Evet, ben size iyiliği emrederdim ama kendim yapmazdım. Yine kötülükten sizi alıkoyardım ama kötülüğü kendim işlerdim. İkiyüzlülüğüm ve samimiyetsizliğimin cezası olarak şuan buradayım”…
Allahım! Riyadan ve gösterişten, kibir ve ikiyüzlülükten, bir şeyi senin rızan dışında bir niyetle işlemekten sana sığınırım. Zerre küçüklüğü kadar dahi yaptığım her amelimi senin için yapmayı bana nasip et. Beni nefsimin şerrinden ve beni nefsimin götürdüğü şerlerden muhafaza et. Âmin.