Bir anekdot anlatılır: ”Ben bir delikanlı iken, dünyayı değiştirmek istedim. Sonra dünyayı değiştirmenin çok zor olduğunu anladım ve ülkemin halkını değiştirmeye çalıştım. Ülkemin halkını değiştiremeyeceğimi fark edince, kendi şehrimi hedefledim. Ama artık yaşlı bir adamdım ve şehrimin insanlarını da değiştiremiyordum. O zaman , “Belki ailemi değiştirebilirim” diye düşündüm. Bu yaştan sonra bunun da çok zor olduğunu gördüm. Şimdi ise değiştirebileceğim tek kişinin kendim olduğunu görüyorum. Ve biliyorum ki, eğer yıllar önce kendimi değiştirmeye çalışsaydım, bu ailemin değişmesini sağlayabilirdi. Ailemin değişmesi mahallemizin ve şehrimizin değişmesine vesile olabilirdi. Kim bilir, bu da ülkemin ve belki de dünyanın da bir derece değişmesiyle sonuçlanabilirdi…”
Tolstoy, “Herkes dünyayı değiştirmek istiyor fakat kimse kendisini değiştirmek istemiyor” diyerek önemli bir gerçeğe ve paradoksa parmak basıyor.
Mikro evren demek olan insan, işe önce kendisinden başlamalı, Bilimsel ve objektif bir yaklaşımla kendisini ölçmeli ve değerlendirmeli, kendisine odaklanmalı, eksiklerini, negatif durumlarını olumlu yöne dönüştürerek örnek bir kişilik sergilemeli ve kendisine, ailesine, çevresine, bölgesine, ülkesine ve evrene faydalı olabilecek erdemli bir kişilik kazanmalıdır.
Birey, neye odaklanırsa o çoğalır. İnsanların ilgi duydukları alana odaklandıklarında başarılı oldukları tecrübeyle sabittir. Kişi, odaklandığı işten zevk almalı, haz duymalı ve tat almalıdır. O zaman hayat, anlamlı hale gelir. Aksi halde, hayat anlamsızlaşır.
Eğer yaptığımız işi bir” yük” olarak görüyorsak, o yükün altında eziliriz. Ancak yaptığımız işin hayatımıza bir “Katma Değer” kattığını düşünüyorsak, o zaman yaptığımız işten zevk alırız, haz duyarız ve sonuçta mutlu oluruz. Bu da ancak “İşimizi yaparken, işimizi yaşamaktan” geçer. Örneğin bir hastanede Doktor olduğumuzu varsayalım. Eğer yaptığımız işin bir yük olduğunu düşünüyorsak, bu meslek gerçekten çekilmez olur. Şöyle düşünürüz: Her gün ortalama 50-60 hastaya bakıyorum. Bu 50-60 dert ve sıkıntı demektir. Ben her gün bu 50-60 derdin-sıkıntının muhatabı oluyorum. Bu gerçekten çekilmez bir meslek. Bu halet-i ruhiye içindeki bir Doktorun ne kadar verimli olacağı, kendisine ve hastalarına ne kadar yararlı olacağı açıktır…
Bir de şöyle bakalım: Günde ortalama 50-60 hastaya bakan Doktor, iç dünyası zengin, kendisiyle ve çevresiyle barışık, Yaptığı işin kendisine bir yük değil, aksine kendisine bir “Katma Değer” kattığını, bu mesleğin “Yaratıcı” nın kendisine bir ihsanı olduğunu düşünüyor ve “Hamd olsun. Ben her gün şu kadar insanın derdine çare olabiliyor, onların hayır duasını alabiliyorum. Mesleğimi icra ederken, hayatıma bir anlam katıyor, alanımda bilgim ve tecrübem, kamuoyu nezdinde itibarım artıyor ve kazancımla çoluk-çocuğumun rızkını temin ediyorum. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Hamd olsun Rabbime. Hamd’in ve Şükrün gölgesinde hayatımı inşa etmenin mutluluğunu yaşıyorum”. Böyle bir Doktor, bu olumlu yaklaşımıyla hem hastalarına hem de çevresine pozitif enerji yayarak içinde bulunduğu toplumsal katmana “Rol-Model insan” olur. Bu durum, başta öğretmenler, akademisyenler, yöneticiler olmak üzere bütün meslek gurupları için de geçerlidir.
İşimize odaklanalım. Bizi ilgilendirmeyen gereksiz ve faydasız işlerden uzak duralım. Herkes kendisine ve işine odaklanır ve “işini yaparken işini yaşarsa”, o işten zevk alır, tat alır ve haz duyar. Bunun sonucu, herkes için kocaman bir M U T L U L U K ‘tur.