Allah (c.c.), insanları yaratırken onları başıboş bırakmamış; doğru yolu bulmaları için peygamber ve kitap göndermiştir. Gönderilen peygamber ve kitapların mesajlarının anlaşılabilmesi için insanlara akıl verilmiş ve kişinin mükellef olabilmesi için aklın varlığı şart koşulmuştur. Ayrıca insanlar Peygamberlerin getirdiği dinden uzaklaştığında Allah (c.c.) yeni bir peygamber göndermek suretiyle insanların düşüncelerini adeta format atarak yenilemek istemiştir. Allah’ın bu sünneti “Hâtemü’l-Enbiya” olan Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Kur’an’ı Kerim ile son bulmuştur. Zira kesin olarak biliyoruz ki, Hz. Muhammed’den sonra hiçbir peygamber, Kur’an’dan sonra da hiçbir kitap gelmeyecektir.
Ancak insanoğlunun ihtiyacı zaman ve mekâna göre değişebilmektedir. Aynı şekilde toplumlar ve medeniyetler de bireyler gibi değişiklik arz etmektedir. Bu bağlamda bir taraftan bütün insanlığa ve kıyamete kadar geçerli olması gereken bir misyon ve din; diğer taraftan her gün değişiklik arz eden insan ve toplum. ‘’İslam dininin hükümleri bugün uygulanamaz veya İslam düşüncesinde var olan hükümler/fetvalar değiştirilmelidir.’’ gibi söylemler de bu gerçeğe işaret etmektedir.
Zahiren çelişki gibi görünen bu durum İslam açısından nasıl aşılmalıdır sorusu akla gelmektedir. İslam âlimleri ve düşünürleri bu ve buna benzer konulara kafa yormuş; Kur’an, Sünnet ve öteden beri yaşayagelen birikimden hareketle bazı ilkeler tespit etmişlerdir. Nitekim kaynaklara bakıldığında genel olarak İslam hukukuna göre hükümler üç kısma ayrılır diyebiliriz:
1. Yenilenebilir Hükümler: Kur’an veya sünnetin açıkça delalet etmediği, bilakis içtihat yöntemiyle nasslardan çıkarılan bazı hükümler bu kapsamda değerlendirilebilir. Bundan dolayı geçmiş ulemanın bazı görüşleri bugün yeniden gündem edilip işin uzmanları tarafından tartışılabilir. Örnek olarak Şâfiî mezhebine göre zekat, malın cinsinden verilmelidir. Mesela buğdaya zekat düşmüşse zekat olarak buğdayın değeri olan para değil, bizzat buğday verilmelidir. Ancak bugün fakir bir birey/aile için paranın daha iyi olduğu görülmektedir. Nitekim Hanefi mezhebinin fetvası da bu yöndedir. Burada “işin uzmanları” ifadesinin altını çizmek istiyorum. Zira üzülerek belirtmeliyiz ki, günümüzde ehil olan ve olmayan; doğru zamanı, mekânı ve muhatap kitleyi dikkate almayarak birçok kişi, dini meselelerde konuşup fetva ve hüküm verebiliyor.
Ayrıca İslam hukukuna göre özellikle muamelatla ilgili hükümlerin zaman ve mekana göre farklılık arz etmesi mümkündür. İslam bu gibi konularda genel ilkeleri belirlemiş; detaylarına pek girmemiştir. Mesela İslam, yönetimde ve yargıda “adalet” ilkesini belirlemiştir. Ancak adaletin meydana getirilme yöntemini detaylı olarak açıklamamış, toplumların tercihine bırakmıştır. Aynı şekilde İslam “Şûrâ” ilkesini benimsemiş ve emretmiştir: “…İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159) “…İşleri, aralarında şûrâ (danışma) iledir.” (Şûrâ, 38). İşte bu gibi konularda İslam genel ilkeleri belirlemiş, detayları ise topluma bırakmıştır.
2. Daha Önce Hükmü Bulunmayan Konular (Yeni Çıkmış Meseleler)
Bazı meseleler vardır ki, haklarında içtihatlar yapılması şarttır. İşte bunlar yeni ortaya çıkan meselelerdir. Borsa, sigorta, kasko, bitcoin, organ nakli, yapay zeka, genetik kopyalama, internetleilgili ortaya çıkan meseleler vs. İslam ulemasının bu gibi konularda görüş beyan etmeleri gerekmektedir. Mesela diyanetin ve sair İslam ulemasının verdiği son fetvalardan biri “bitcoinin haram olması” bu kapsamda değerlendirilmelidir.
3. Değiştirilmesi Mümkün Olmayan Hükümler
Delaleti ve sübutu kesin olan, nasslarla belirlenen hükümler, kıyamete kadar geçerli olup değiştirilmesi mümkün olmayan hükümlerdir. İnançla ilgili meseleler, imanın rükünleri ve ibadetlerin hükümleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Ayrıca bu gibi konular, içtihat kapsamına girmemektedir. Mesela Allah (c.c.) Kur’an’ı Kerim’de mirasla ilgili erkeğe mirasın yarısı, kıza da üçte birisi olarak net bir şekilde belirtmiştir. İslam düşüncesine göre bu hüküm kıyamete kadar geçerlidir. Hiçbir âlim ve müçtehit bunu değiştiremez. Bundan dolayı âlimler şöyle bir kural geliştirmişlerdir: لا مجال للاجتهاد في مورد النص / Nassın varid olduğu yerde içtihat olmaz.
İslam Düşüncesinde Önemli Olan Bazı Kavramlar
Tecdid: Tecdid “yenilenme ve yenileme” demektir. Dini bir kavram olan tecdid, İslam düşünce tarihinde karşılığı olan ve müspet/olumlu karşılanan bir kavramdır. Nitekim Ebu Davud’da yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah her yüz yılın başında bu ümmete dinini yenileyecek birini gönderir.” (Ebu Davud, Melâhim, 1) “Tecdid hadisi” diye bilinen bu meşhur hadisin hem sıhhati hem de mahiyeti üzerine tarih boyunca pek çok yorum yapılmıştır. Bu tartışmalara girmeksizin hadisten şunu anlamamız mümkündür: Dinin aslının Allah Teâlâ’nın koruması altında olduğu, herhangi bir bozulmaya uğramadığı hususunda icma vardır. Şu halde bu hadiste kastedilen yenileme “dinin aslında” değil “insanların din anlayışında” bir yenilemedir.
Tarihsel süreçte insanların din anlayışlarında bozulmaların ve dejenerasyonların meydana geldiği bilinen bir hakikattir. Bu bozulma, “dinden olan şeyleri yok saymak” veya “dinden olmayan şeyleri dinden saymak” şeklinde iki yönlü tezahür etmektedir. İşte tecdid, insanların din anlayışında eksik olan hususları eklemek, fazla olan bid’at ve hurafeleri ise ayıklayıp temizlemek suretiyle gerçekleşmektedir. Dolayısıyla İslam düşüncesinde tecdidin varlığının kaçınılmaz bir hakikat olduğu söylenebilir.
İhya: “Diriltmek, yeniden canlandırmak” anlamına gelmektedir. Kavramsal olarak “iyi duruma getirmek, canlandırmak, geliştirmek, güçlendirmek” gibi anlamlara işaret etmektedir. Mesela İmam Gazali’nin “İhyâ’u Ulumi’d-Din” isimli eseri Türkçeye “dini ilimlerin yeniden diriltilmesi, canlandırılması, güçlendirilmesi, iyi duruma getirilmesi” olarak çevrilebilir. Yani “ihya” var olan bir şeyi yeniden canlandırmak ve güçlendirmek anlamında olup müspet/olumlu bir kavram olarak kabul edilmektedir.
Islah: Sözlükte “iyi ve yararlı olma” anlamına gelmektedir. Terim anlamı ise genel olarak “düzeltmek, daha iyi hale getirmek” anlamında kullanılmaktadır. Bu kavram özellikle son asırda yaşayan çağdaş âlim ve düşünürler tarafından çok kullanılmıştır. Genel olarak bu kavram da olumlu olarak telakki edilmektedir.
Reform: XVI. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan ve yeni Hıristiyanlık anlayışını savunan akımların genel adıdır. “Reform” dilimize Fransızcadan girmiş olup ‘’yeniden biçimlendirmek, yeniden şekil vermek, yeniden düzenlemek’’ manasına gelmektedir. Aynı şekilde Reform, yani yeniden biçimlendirmek, felsefi manada “mutlak evrimci” bir kavram olarak kabul edilmektedir. Yani önceki formun yetersiz, kifayetsiz ve eksik olduğu ön kabulüyle hareket ederek yapılan işlemin adı olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında İslam düşüncesinde “reform” girişiminin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Zira hiçbir irade, İslam’ın temel ilkelerini eksik kabul edip değiştiremez. Dolayısıyla Müslümanların, düşüncelerini kendi kavramlarını temel alarak geliştirmeleri gerekmektedir.
Dini Meselelerde Bir Kurumun Otorite Olması Mümkün Mü?
Her Müslüman’ın temel hedefi/arzusu, İslam toplumundaki tefrikalara son verilmesidir. Ancak şu gerçeği de unutmamamız gerekiyor: İslam düşüncesinin temelini nasslar oluşturmaktadır. Nasslara dayanan görüşlerinin tamamının bir olması çok zordur. Zira anlamayı etkileyen birçok faktör vardır. Nitekim farklı mezhep ve meşreplerin ortaya çıkması da bunun apaçık delilidir. Ayrıca geçmişte de dini konularda bazı kişi veya eser otorite kılınmak istenmiş; ancak bu düşünce pek de karşılık bulmamıştır. Bunun en bariz örneği Halife Mansûr’un, İmam Mâlik’in Muvatta adlı eserini kanun metni olarak kabul edilmesini istemesidir. Ancak İmam Malik, Mansûr’un, ülkenin her tarafındaki insanların Muvatta ‘ya uymalarını sağlamak isteğine kesin bir tavırla karşı çıkmıştı. Zira bu tür girişimler İslam toplumunda bilginin üretilmesini engelleyecektir. Dolayısıyla ülkemizde ne Diyanet ne İlahiyat Fakülteleri ne medreselerin ne de cemaat ve tarikatların kendini dininin öğretileceği tek kurum veya otorite kurum olarak görmemesi gerekmektedir. Bu yaklaşım, birliği değil, daha derin sıkıntıları beraberinde getirecektir.

FİKRET ÖZÇELİK

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?