İnsan, bir çeşit “küçük evren”, evren ise “büyük bir insan” gibidir. Başka bir deyişle insan, “Zübde-i âlemdir”. Yani insan, varlık dünyasının (âlemin) özü, esası ve özetidir. İnsan, “Eşref-i Mahlûkat” yani yaratılmış varlıkların en şereflisi, en onurlusu ve en erdemlisidir.
İnsan kendisini parçacı yaklaşımla değil, bütüncül yaklaşım metodolojisiyle; fizyolojik, biyolojik, anatomik, psikolojik, sosyolojik ve benzeri tüm fonksiyonları ilmi manada bilmesi, bu ilim dallarının arka planını, hikmet yönünü anlaması ve bu alanların birbirleriyle olan ilişkilerine vakıf olması ile tam anlamıyla bilir. Bu ilim dallarını bilmek, aralarındaki ilişkileri kavli ve kevni ayetlerin manzumesi çerçevesinde anlamak ve aralarındaki o muazzam nizamı, ahengi ve intizamı idrak etmek yani “Bütünü Görebilmek”, büyük bir lütuftur!
Farklı niteliklerle tanımlanan insanın, sadece bir yönüyle ele alınması, parçacı bir yaklaşımın olduğunu ve insanı tam olarak tanımlamadığı için de bilimsel yaklaşımdan yoksun olduğunu ifade etmek gerekir. Dolayısıyla, bütüncül yaklaşımın gereği olarak, insanı tanımlarken, yukarıda zikredilen bütün özellikleri göz önünde bulundurarak tanımlamamız gerekmektedir.
Materyalizm, varlığı maddeye, insanı da sadece bedene indirger. Bu indirgemeci ve parçacı yaklaşım hem varlığa hem de insana adeta bir hakaret olup, bilimsel yaklaşımdan da uzak demektir. Zira varlık, madde ve manadır. İnsan ise beden ve ruhtur. Materyalizm, varlığı maddeye indirgeyerek manayı yani “aşkın” olanı inkâr etmektedir. Ayı şekilde insanı bedene indirgeyerek, ruhu inkâr etmekte ve bu parçacı yaklaşımından dolayı bilimsel gerçeklerle çelişmektedir.
“İnsanın en büyük kaybı, anlam kaybıdır. Varlığının ve varoluşunun anlamını yani hikmetini kaybetmesidir.” Anlam kaybı, varlık dünyasını anlamsız kılar. Oysa varlık dünyası bütünüyle anlamlıdır.
Varlık dünyasını, nesnelere indirgeyerek, “ölü madde yığını” şeklinde tasavvur edersek varlığa, tabiata ve evrene haksızlık etmiş oluruz. Varlık âleminin arka planında saklı duran sırlar üzerine tefekkür ve tezekkür edersek, hayatın ve varlığın anlamını idrak etmiş oluruz. Varlık âlemi üzerinde düşünmek, bilimsel verileri elde etmenin çok ötesinde zihinsel fonksiyonların varlığı nasıl anlamlandırdığını görmek, idrak etmek ve aşkın olanla hemhal olma fırsatı doğurur.
Olayları ve olguları anlamak, kavramak ve algılamak için bütüncül bir yaklaşımla yol almak gerekir. Her yolun kendine göre zorlukları, tuzakları, cefası, sefası ve hatta nimetleri vardır. Yol var, engebelidir. Yol var, doğrusaldır. Yol var, eğriseldir. Bütün bu farklı yollara uygun bir azık hazırlamak gerekir. İşte bu azığın tamamını ancak tefekkür ve tezekkür yöntemini kullanarak elde edebiliriz.
O halde, parçacı yaklaşımın yanlışını, “idrak” üzerinde görelim:
İdrak: Anlamak, kavramak ve algılamak demektir. Üç türlü idrak vardır:
1. Gözün idraki (Görsel İdrak)
2. Aklın idraki
3. Kalbin idraki
İçinde yaşadığımız bu bunalımlı ve buhranlı çağda, görsel idrak öne çıkarılmakta, aklın ve kalbin idraki ise ıskalanmaktadır. Aklın ve kalbin idraki ıskalandığında, ötelendiğinde ya da yok sayıldığında; insanların sağlıklı, mutlu ve müreffeh bir hayatı anlamaları ve yaşamaları mümkün değildir. Aklın ve kalbin idraki yok sayılırsa, türlü ruhsal hastalıkların, bunalımların başlaması kaçınılmazdır. Aynı şekilde, aklın idrakini esas alıp; gözün ve kalbin idrakini ıskaladığımızda, yok saydığımızda veya kalbin idrakini esas alıp; aklın ve gözün idrakini ıskaladığımızda aynı yanlışı yapmış oluruz.
Görsel idrak, aklın ve kalbin idrakiyle uyumlu bir şekilde bütünleşirse, hayat anlamlı olur ve işte o zaman mutluluktan ve huzurdan söz edilebilir. Bu üç idrak, yaradılışa uygun tarzda koordine olursa, mikro evren diye ifade ettiğimiz insan, anlamlı bir hayat yaşamaya başlar. Ayrıca, meşru dairede hayattan zevk, haz ve tat alır.
Mevlana’nın Pergel Metaforunu (Mecazını) esas alarak, bir ayağı hakikat üzerinde, diğer ayağı bütün bir evreni dolaşarak, bütün güzellikleri, iyilikleri ve doğruları bir araya toplayarak evrensel değerler manzumesini oluşturmak durumundayız. Evrensel bakış açısı, zihinsel fonksiyonlarımızın, evrensel değerlerle buluşmasını ve örtüşmesini sağlar. Çünkü bizler, bu evrenin çocuklarıyız. Evrenin, evrensel değerleriyle buluşmamız bizlere zenginlik katar.
Kadim medeniyetimiz, bütünü görme üzerine inşa olmuştur. Öyle ki aklın idrakinin hakkını teslim eden, görsel ve kalp idrakinin hakkını veren bir medeniyettir. İnsanlık, yitirdiği bu medeniyetin ıstırabıyla hala kıvranmaktadır. İslam medeniyet tasavvurunda, her bir insana saygınlık ve değer biçme vardır. İslam medeniyet tasavvurunda, bütünsel bir yaklaşım söz konusudur. Bu, bizim ve bütün bir insanlığın hakikatidir. Parçalanan hakikat, hakikat değildir! Bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir kurtuluş, hiçbirimizin kurtuluşu olamaz! Aklın, gözün ve kalbin yaratılış doğrultusunda inşası, insana bu dünyada adeta cenneti yaşatır.
Bu çerçevede sorumluluğumuzun gereği olarak bizim de yapmamız gereken eylemler var elbette. Örneğin:
Zamanımızı; ilim ve bilgiyle,
Zihnimizi; tasavvur, hikmet ve irfanla,
Kalbimizi; iman ve sevgiyle,
Ruhumuzu da manevi değerlerle buluşturarak, bütünsel bir yaklaşımla rol model olmak durumundayız. Günümüzde en çok ihtiyaç duyulan şey, dört başı mamur diye tabir edebileceğimiz bir “Rol Model İnsan” inşasıdır.
İsmail Acarkan, “Kişiliğin DNA’sı” adlı eserinde şunları söyler: “Evrensel bilgeliklerin açısından bakıldığında insan, üç temel düzeyde bütünlüğünü oluşturan bir varlık olarak tanımlanır. Bunlar; Ruh-Nefs-Beden (Spiritüel-Psikolojik-Biyolojik boyut) olarak ifade edilirler.”
Bu üç varoluş düzeyi, birbiriyle ilişkili olup her birinin kendisine özgü nitelik ve işlevleri vardır. Bu üç düzey birbiriyle iç içedir. Bunların birbiriyle etkileşim tarzı ise şöyledir:
Nefs (psişe) ve Beden: birbiriyle karşılıklı etkileşim içindedir. Yani, psikolojik boyutumuz ile bedenimiz arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Beden dengeli ve sağlıklı olduğunda, psikolojik yapı, bu durumdan olumlu etkilenir. Yine psikolojik boyut sağlıklı olduğunda, beden bu durumdan olumlu yönde etkilenir.
Ruh (spirit) ise, nefs ve bedenden etkilenmeyen bir yapıya sahiptir. Bununla birlikte ruh, nefs ve bedeni etkileyebilen bir niteliğe sahiptir.
1.Ruhsal-Spiritüel Düzey
Bu düzeyde, aşkın varlık, aşkın akıl ve aşkın duygu vardır. Bu düzeyde çift kutupluluk, çatışma, gerilim, eksiklik, negatiflik, mutsuzluk, mahrumiyet ve dengesizlik yoktur. Ruhsal düzeyde saf huzur ve mutluluk vardır. Ruhsal boyutta herhangi bir mahrumiyet, eksiklik ve tatminsizlik durumu yoktur. Ruhsal düzeydeki huzur ve mutluluğun dışsal hiçbir nedeni yoktur. Ruhsal boyut, hastalanmaz ve bozulmaz.
2.Psişik (Psikolojik) Düzey
Ne tam maddi ne de tam ruhsal olmayan, ancak ikisinden de etkilenen, bir nevi gökyüzü ile yeryüzü arasındaki atmosfer gibi olan, ruh ile beden arasındaki ara bir düzeydir. Nefs’e kendini ve kullandığı bedeni hayatta tutması için üç meleke-kuvvet verilmiştir. Bunlar düşünce, istek ve eylem melekeleridir.
Düşünme Merkezi: Bilgi ve hayata karşı uygun karşılık verebilme yeterliliğine yönelimlidir. Tüm verileri gözlemleyip tanımlama, tam bilgiye ulaşma, geleceği öngörebilme ve hazırlıklı olmaya odaklıdır. Güvende olma ve uyum arayışındadır.
İstek/Arzu Merkezi: İlişkilere ve ilişkileri üzerinden kimlik edinmeye yönelimlidir. Fark edilme, sevme-sevilme, ilgi çekme-ilgi gösterme, takdir edilme, olumlu kimlik ve imaj sahibi olmaya odaklıdır.
Fizik/Eylem Merkezi: Varlığını koruyup etkili olmaya yönelimlidir. Varoluş alanını korumaya ve savunmaya, dış etkilerden bağımsız olabilmeye, etkin, güçlü ve hâkim olmaya odaklıdır.
3.Bedensel Düzey
Beden ile psikoloji arasında çok güçlü bir bağ ve etkileşim vardır. Psikolojik düzeydeki olumlu bir durum, bedeni olumlu etkiler. Korku, kaygı, gerginlik, öfke, üzüntü, karamsarlık, keder, ümitsizlik gibi olumsuz olgular ise bedeni ve beyin biyokimyasını olumsuz yönde etkiler.
Özet olarak, insanı tanımlayabilmek için bu üçlü yapıyı bilmek zorunludur. Aynı zamanda, her bir düzeyin işlev ve niteliklerini birbirine karıştırmamak ve her birinin gerçek değerini ve hakkını vermek gerekir. Bunlardan birisini esas alıp diğerlerini ıskalamak, ötelemek ya da dikkate almamak, parçacı bir yaklaşım olur ki bu doğru değildir. Doğru olan, bütün parametrelerin değerini ve hakkını vererek bütüncül bir yaklaşımla olayı anlamaya çalışmaktır. Eşyanın zahiri niteliklerini tanımak için, duygularımızın ötesine geçip, fiziki dünyadan elde edilen verileri zihinsel fonksiyonlar marifetiyle zihin dünyamıza kodlamaktır. Aklımızı, kalbimizi, duyularımızı, hayal gücümüzü ve irademizi birlikte ve eşgüdümlü kullanarak bütüncül bir yaklaşımla mesafe alabiliriz.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?