Ağaçların yaprakları birer birer sararıp dökülmeye başladığı mevsime yani sonbahara kavuşturan Rabbimize hamdolsun. İlkbahar, yaz derken sıcak günleri yavaş yavaş geride bırakıyoruz ve tabi tatil günlerini de. Birçoğumuzun da istemediği halde çevre şartlarından dolayı neredeyse hayatı durdurma noktasına getirdiğimiz günler okulların açılmasıyla beraber nihayet son buldu.
Ekinler sararıp hasad edilirken, ağaçlar birer birer yaprağını dökerken bir nevi tabiat tatili başlarken biz insanlar için ise hayat yeniden can buluyor, yeniden hayatımız aktifleşiyor ve her birimizin farklı hedefleri çerçevesinde koşuşturmalar yeniden başlıyor. Yani ağaçlardaki yapraklar sararırken hayatımızdaki yapraklar yeniden yeşeriyor ve yeniden hayat buluyor.
Resmî kurumlarda yeni müfredatlar uygulamaya konulurken, vakıf ve derneklerde sohbetler, seminerler yeniden hız kazanırken, her türlü çalışmada (Hak ve Batıl yolda) ilerleyen insanlar yeniden kendilerine çekidüzen vererek sonbaharı ve kışı ilkbahara çevirmenin gayreti içindeler, hayatımızın solan yapraklarını yeniden yeşertmenin derdi içerisindeler.
Gerçekten de değerlendirilmesi gereken çok büyük bir fırsat değil mi? Tıpkı Hz. Ebu Bekr (ra.)’ın söylediği gibi; “Fırsatlar, bulutlar gibidir çabucak geçer.” İşte bu fırsatı değerlendirme adına bizler ne yapıyoruz bir düşünelim!
Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olan, Kur’an-ı Kerim’deki en kısa ama en derin manalar taşıyan Asr suresinin muhatabı olan, Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplum hedefi olan bizler, hayat yapraklarımızı soldurmama adına yeniden yeşertip hem bizlerin hem de kardeşlerimizin hayat yapraklarının solmadan, dökülmeden can bulması adına ne yapıyoruz?
İslam düşmanları yeryüzünde zayıf dahi olsa Müslüman varlığına tahammül edemezken ister Yahudi ister Hristiyan, isterse de Budist olsun Müslüman kardeşlerimize fiziki ve manevi işkenceler yaparken bizler yapmamız gerekenin ne kadarını yapıyoruz?
Zariyat suresi 56. Ayetinde yüce Rabbimiz “Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyururken bu ayetin manası yalnızca namaz kılmamız, oruç tutmamız mıdır? Yoksa yüce Rabbimizin “Hani Rabbin meleklere: ‘Muhakkak Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti…” (Bakara, 30) ayetiyle melekler dururken bizleri halife olarak görevlendirdiği ve yeryüzünün imarı, İla’yı Kelimetullah’ın yücelmesi için, Rasulullah’ın rehberliği ve izinde insanlığın kurtuluşu için göstereceğimiz çaba ve gayret yani davet görevimiz en önemli kulluk görevi değil midir?
Hem kendimizin hem de insanlığın kurtuluşu için bu sonbaharda yapraklarımızı yeşertip, solacak yaprakları da yeşertmek ellerimizde. Biraz daha çaba ve gayret göstererek, biraz daha fedakarlık (zamanımızdan, uykumuzdan, rahatımızdan, malımızdan) yaparak, bir ve beraber çalışarak, güvenerek, kardeş olarak ve en önemlisi Allah’ın rızasını umarak, ihlas ile tüm hayat yapraklarını yeşertmek elimizde.
Tüm bunları yaparken tabi ki, rahatımız kaçacak, tabi ki yorulacağız, tabi ki arzu ve istek duyduğumuz birçok şeyden fedakarlık yapacağız ama tüm bunları yaparken bileceğiz ki Rabbimiz bizden razı olacak, Rasulullah (s.a.s) efendimizle Kevserde buluşacağız ve tabi ki sonsuz cennete kavuşacağız. Ne güzel sözdür: “Alacağın ürünü bilirsen saçtığın tohum gözünde büyümez.” Onun için Hz. Ebu Bekr (ra) ın: “Dört şeyi dört yere bırakın. Uyumayı kabre, rahatı sırata, övünmeyi mizana, arzu ve istekleri cennete.” tavsiyesine uyarak hayatımıza yön vermeliyiz.
‘Önce nefsini ıslah et, sonra insanları davet et’ düsturu gereği önce nefis tezkiyesi yaparak amellerimizi, ahlakımızı gözden geçirip kendimize çekidüzen vermeliyiz, eksiklerimizi tamamlayıp, amellerimize yenilerini ekleyip, ahlakımızdaki zaafiyetleri giderip İslam ahlakıyla ahlaklanmalı, sonra kardeşlerimizin ihtiyacı olan salih amele, güzel ahlaka yönlendirecek neler yapılabilir bunu tespit edip bu uğurda çalışmalıyız.
Ama bu çalışmayı yaparken rotasını bilmeyen kaptanı, rüzgârın savurduğu gibi plan ve programsız çalışarak değil, üzerinde emek sarf edilerek hazırlanmış, denenmiş, başarıya ulaşmış, plan ve program çerçevesinde çalışmalıyız. Yalnızca çalışmak da yeterli olmayacaktır. Aynı zaman da bu uğurda çalışan kardeşlerimize yardımcı olacak programlar ve projeler üreterek İslam toplumunun oluşmasına katkıda bulunmalıyız. Bizlerin sorumluluğunun yalnızca namazlarımızı kılmak, Kur’an okumakla bitmediğini bilmeliyiz.
Bizler, Rabbimizin iman ve ilim nasip ettiği kullar olarak bu şerefe ermenin hakkını verip solan yaprakları yeşertmeli, sonbaharı, ilkbahara çevirerek hem kendimizin hem de kardeşlerimizin kurtuluşunu sağlamalıyız. Evet Üstad Hasan el-Benna’nın dediği gibi “Yarınlar rahatından vazgeçenlerin olacaktır.”
Çalışarak, çaba ve gayret sarf ederek yarınların bizim olması dileğiyle…