Allah (c.c) insanı yarattıktan sonra başıboş bırakmamış, fıtratına en uygun en mükemmel düzeni de belirlemiştir. Allah, ilk insan ve Peygamber Hz. Âdem’den (a.s) son Peygamber Hz. Muhammed’e (sav) kadar belirli zaman ve mekânlarda onlara rehberlik edecek peygamberler göndermiş, peygamberlerine onların hayatlarını düzenleyecek kitaplar ve sahifeler göndermiştir. Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’e (sav) de Kur’ân-ı Kerîm’i göndermiş. Allah (c.c) insanlık için en uygun düzen olarak takdir ettiği bu düzen İslâm dinidir.
İslâm öyle bir dindir ki, kıyamete kadar insanın ihtiyaç duyabileceği her alana açıklık getirmiş, kapalı hiçbir alan bırakmamıştır. Allah (c.c) buna işaret ederek şöyle buyuruyor: “Bu kitabı sana her konuda açıklama getiren bir rehber, bir hidayet ve rahmet kaynağı, Allah’a gönülden bağlananlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl, 89)
Yine buna işaretle İbni Abbâs (r.a) şöyle der: “Eğer ben devemin yularını kaybetsem onu Allah’ın kitabında bulurum.”
İslâm’ın ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve Efendimiz’in (sav) sünnet-i seniyyesidir. Efendimiz Kur’ân’ı bizzat hayatında tatbik ederek bize en iyi şekilde örneklik etmiştir. Kur’ân’ın buna dikkat çektiği İbrahim’in (a.s) şu duası ne kadarda mükemmeldir.
“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, kendilerine senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin ve içlerini dışlarını tertemiz eylesin. Muhakkak ki, aziz ve hâkim olan sensin.” (Bakara, 129)
Burada bir parantez açarak şu konuya da dikkat çekmekte fayda vardır. Bugün; bize Kur’ân yeter diyenlere Kur’ân’ın balyoz gibi kafalarına inen cevabını da bu ayetlerde görüyoruz. Aslında yapmamız gereken tek şey Allah’ın (c.c) dinini bize tebliğ eden Peygamberine ittiba etmektir. Mensubu olduğumuz bu mükemmel din İslâm’ın bize ilk emri, ”oku” olmuştur. Çünkü insanın okumadan bilgi sahibi olması düşünülemez. Kişi, okumadan dinimizin emir ve yasaklarından hakkıyla haberdar olamaz ve yaşayamayız. Nitekim dünyevi bir işin bile bilgi ve tecrübe olmadan hakkıyla ifa edilmesi mümkün değilken bizler dinimizin emir ve yasaklarını en azından yaşantımızı düzenleyecek kadar öğrenmezsek bilmediğimiz bir şeyi hayatımıza nasıl tatbik edebiliriz? Tam da bu nedenledir ki, belki de Kur’ân’ın ilk emri ”oku” olmuştur. İşte bu ilk emirde yüce Rabbimiz bize şöyle buyuruyor.
“Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerem sahibidir. Öyleki Rabbin kalemle yazı yazmayı öğretti. İnsana bilmediklerini öğretti.” (A’lak, 1-5)
Bizler Rabbimizin bu emrine ne kadar ittiba ediyoruz acaba? Hayatımızı Allah’ın (c.c) emirleri doğrultusunda mı tanzim ediyoruz yoksa heva ve heveslerimize uyup hem dünya hem ahretimizi heba mı ediyoruz? “Oku Rabbin kerem sahibidir.” (A’lak, 3) Bu ayet üzerinde biraz tefekkür edecek olursak Allah’ın (c.c) bize ikram ve lütufta bulunması Allah’ın (c.c) emri ve rızası doğrultusunda oku, öğren ve yaşa sırrına bağlanmış olduğunu görmemiz gerekmez mi?
Efendimiz (sav) Bedir savaşında esir düşen müşriklere on Müslümana okuma yazma öğretmek kaydıyla serbest kalabileceklerini söylemiş ve nitekim bunu uygulamıştır.
İslâm âlimleri okumak hususunda tüm insanlığa örnek olacak bir hayat yaşamışlar. Onlardan birkaç örnek verebiliriz:
İbni Sînâ (m.980-1037) şöyle diyor: “Geceleri hep okumakla ve yazmakla meşgul oldum. Uyku bastıracak olsa bir bardak içecek bir şey içer, yeniden açılır ve çalışmaya devam ederdim”
İbni Teymiyye (m. 1147-1224) ilminin çoğunu uykusundan ayırdığı zamanlarda kazanmıştır. Kitap okumaya başlayacağı zaman beline kadar uzanan saçlarını bir çiviye asar, öyle kitap okurdu, uykusu geldiği zaman çiviye asılı saçları uyumasına engel olur, sabahlara kadar çalışmaya devam ederdi.
Kâtip Çelebi (1608-1657), mumlar tükenir, güneş doğar, ben hâlâ okurdum. Gözüme uyku girmezdi, der. Kâtip Çelebi, bazen bir kitabın üzerinde kendini unutur ve odasında güneşin doğmasından batmasına kadar mum yanardı ve hiçbir usanç duymazdı. Büyük meşhur insanlardan bahseden kitapları çok okurdu.
Müfessir Prof. Seyyid Kutup (1906-1966) ortalama günde on saat kitap okurdu. Kendi ifadesiyle: “Bu satırların sahibi, ömrünün kırk senesini okumakla geçiren bir insandır” derdi.
İmâm-ı Gazâlî günde 18 sayfa, Fahreddin-i Râzî günde 10-20 sayfa, Şeyhülislâm İbni Kemâl günde 20 sayfa kitap yazardı. Kardeşim sen, günde o kadar sayfa kitap “oku!”yabiliyor musun?
Evet, bunlar sadece birkaç örnek. Efendimiz (sav) “İlim Çin’de bile olsa onu alın.” emri ile ilme ve okumaya ne kadar önem verdiğini müşahede etmekteyiz. Şüphesiz insanoğlu için en doğru öğrenme yolu kitap okumaktır.
Tabii kitap derken her kitap bunları sağlar demiyoruz. Kitabın da doğrusu, güzeli, faydalısı var. Ancak bunun tam tersi de mümkün. Okuduğumuz kitaptan; ister istemez olumlu veya olumsuz yönde etkilenmekteyiz. At, otu yemeden önce koklar. Eğer zehirli ise şüphelenirse yemez. Kitap da öyledir. Kitap hakkında önceden bilgi sahibi olmak, kitabın yazarı, müellifi hakkında iyi bir araştırma yapıp fikir sahibi olmak gerekir.
İnsanoğlu hem dünyasını hem ahiretini ancak okumakla iyi bir şekilde ma’mur edebilir, istikbaline iyi bir yön verebilir. “İyi bir kitap insana can veren kandır.” (John Milton)
Okumak öyle bir nimet ki, tıpkı bir pusula gibidir, pusula insana yönünü bulmada nasıl yardımcı oluyorsa okumak da hayat yolculuğunda insana aynı şekilde rehberlik eder, ona ışık tutar.
Peygamberimiz (sav.) “Okumak beşikte başlar, mezarda son bulur.” der. Bu düsturla yaşımız ne olursa olsun bir okuma programımız mutlaka olmalıdır.
Aslında hayatımızın tüm alanlarında düzenli bir programımız olmalıdır, aksi takdirde başıboşluk, düzensizlik olur, bu da bizi başarıya değil başarısızlığa götürür.
“Ölünce unutulmak istemiyorsanız, ya okumaya değer bir eser yazın ya da yazılmaya değer işler başarın.” (Benjamin Franklin) Hayatımıza değer katmak, dünya ve ahiretimizi ma’mur etmek istiyorsak okumaya ve bilime gereken ehemmiyeti vermek zorundayız.
Okuyan insanların okumayan insanlara göre bakış açıları farklı olur, hayal güçleri zenginleşir, problemleri çözmede daha başarılı olurlar.
Okuduğumuz kitabın yazarıyla adeta sohbete başlar, kitaptaki maceranın içine dalarız, bu sayede bilmediğimiz diyarları gezer farklı kahramanlarla tanışır, yeni arkadaşlıklar ediniriz. Birçok yeni destan ve farklı hayat hikâyesine şahit oluruz.
Belki geçmişin o elem verici vakalarını değiştirmeye gücümüz yetmez, ama geleceğimizi okuduğumuz kitaplardan aldığımız dersle inşa edebiliriz.
Yüce dinimiz savaş zamanlarında bile okumaya asla ara verilemeyeceğine işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
“Bununla beraber müminlerin hepsi toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinde yeteri bilgi sahibi olmaya çalışmak ve seferden dönen toplulukları uyarmak üzere geride kalmalıdır. Umulur ki, sakınırlar.” (Tevbe, 122)
Okuma iğneyle kuyu kazımaya benzer… Kararlılık, sabır ve azim ister. Kahvehanelerde oyun ve eğlenceyle zaman öldürenlerin televizyon dizileri karşısında günlerini bazen tüm gecelerini öldürenlerin hayat sayfalarına baktığımızda okuma diye bir kelimenin kayıtlı olmadığına şahit oluruz.
Kitapla yetişen nesiller, başarı dolu ve geleceğe umutla ilerleyen bir toplum meydana getirirler. Bugün gelişmiş devletlerin arka planında muhakkak ki, okumanın sırrı yatmaktadır.
Okul okuyan, okuma alışkanlığı edinen öğrencilerin başarı oranları diğer öğrencilere göre kat kat daha fazla olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Okuma, insanın hafızasını güçlendirir, kültürünü zenginleştirir, konuşma ve yazma kabiliyetini geliştirir, kelime hazinesini artırır.
“Dünyayı yöneten, kalem, kâğıt ve mürekkeptir.” (Jonathan Swift) Eğer geleceğimize umutla bakmak istiyorsak gelecekte ezilen, kaynakları sömürülen bir toplum olmak istemiyorsak okuyan, düşünen, sorgulayan ve üretebilen bir nesil yetiştirmek zorundayız. Çünkü okumadan ve okutmadan bunları başarmamız mümkün değildir.
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi ulurum (Hz. Ali).” demekle yine okumanın ne kadar önemli olduğuna açıklık getirmektedir.
Evet, okumalıyız: okumalıyız ki, okuduğumuzla önce kendi nefsimizi sonra da bizi yoktan var eden yüce Rabbimizi tanıyabilelim. “Nefsini bilen Rabbini bilir” hükmünce okumadaki gayede asıl olan insanın nereden geldiğini, sorumluluklarının neler olduğunu ve nereye gideceğini idrak etmesidir.
Okumak gaye değil araç olmalıdır, hem de öyle bir araç olmalı ki, tüm aksanları düzgün çalışan bizi uçuruma yuvarlanmaktan muhafaza edecek bir araç olmalıdır. Okuduğumuz bir tarih kitabı ise geçmişimizden geleceğimize ışık tutan bir pencere olmalıdır. Eğer okuduğumuz bir ahlak eseriyse bu ahlakımıza, hal ve hareketlerimize yön vermelidir.
Yaşantımızda okuduğumuzun meyvesini alabilmeliyiz, aksi takdirde meyve vermeyen ağaç odun olmaktan başka ne işe yarar misali, okuduğumuzla amel etmezsek bize nasıl bir faydası olabilir ki.
Okumak bir arayıştır; hakikati, doğruyu, iyiyi, insanlığa en faydalı olanı bulma arayışıdır. Her arayış içinde yeni bir şey bulma heyecanı, insanın ruhunda mutluluğa açılan yeni bir pencere misalidir.
Mevlâna: “İnsanı aslına ulaştırmayan, yaratıcısına itaati öğretmeyen ilmi, zahmet ve yorgunluk olarak niteler.” (1)
Dünyadaki Okuma Verileri.
78 milyonluk Türkiye’de yapılan araştırmalarda 2016 yılında kişi başına düşen kitap sayısı 8.4 olduğu belirtiliyor. Uluslararası Yayıncılar Birliği verilerine göre, yayın sektörleri arasında Türkiye 11. Sırada TÜİK verilerine göre basılı kitap sayısının her geçen gün arttığını göstermektedir.
Örneğin, elektronik kitap dâhil Türkiye’de 2008 yılında 32 bin kitap basılmışken 2014 yılında bu sayı 50 bini aşmış. Yani basılı kitap sayısı artıyor ancak kitap okuma oranı yükselmiyor. TÜİK verilerine göre Türkiye insanı kitap okumaya günde sadece 1 dakikasını ayırıyor. Buna karşılık TV izlemeye 6 saat, internete bağlanmaya 3 saat ayırıyor. İhtiyaç sıralamasında kitap okumak Türkiye’de 235. Sırada yer alıyor.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi Prof. Dr. Faruk Beşer: “Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin tartışıldığı günlerde bir TV programında Türk asıllı bir Alman milletvekilinin şöyle dediğini dinlemiştim: Almanya’da ilk beş yıllık eğitim süresince bir öğrenci ortalama 250 kitap okur. Oysa bu rakam Türkiye’de 12’dir. Şaşırmıştım tabii. Demek ki, Allah doğru söylüyor: “Kişiye ancak çalıştığının karşılığı vardır.”
En fazla kitap okuyan ülkelerin başında, yüzde 21 ile Fransa ve İngiltere var. Ardından yüzde 14 ile Japonya geliyor. ABD’de bu oran yüzde 12, İspanya’da ise yüzde 9, Türkiye’de ise bu oran binde bir. Okuma alışkanlığında, dünyada 86. sıradayız. Dünyada kişi başına kitap harcaması 1.3 dolarken Türkiye’de ise bu oran 25 sent. (Çeyrek dolar) Çocuklara kitap hediye etme sıralamasında 180 ülke arasında Türkiye 140. Sırada.
“Doğrusu size rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyetleri) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendine, kim de kör olursa zararı kendinedir. (De ki: ) “Ben üzerinize bekçi değilim.” (En’âm, 104)
“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize tarafından bir rahmet bağışla. Şüphesiz lütfu bol olan sensin.” (Âl-i İmrân, 8)
Yûnus Emre’nin güzel bir şiiriyle bitirelim:
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır.
Okumaktan mana ne
Kişi hakkı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir.
İ. Halil ÇİFTÇİ
Kaynakça:
1) Ariflerin Menkıbeleri