Diyarbakır, 33 medeniyete sahiplik etmiş, Kur’ân’da ismi geçen 2 Peygamber kabri barındıran, 9 Peygamber ile ismi anılmış, 27 şehit Sahabe ve Tabiin’in defnedildiği, 542 Sahabe ailesinin ikame etmiş olduğu, 5. Harem-i şerîf olarak kabul edilen tarihi Ulu Camii’nin bulunduğu İslâm âleminin mübarek ve kutsal bir şehridir.

Diyarbakır’ın simgesi niteliğinde olan Diyarbakır Surları ilk defa MÖ.3.000-4.000 yıllarında Hurriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılmıştır. Bu surlardan günümüze yok denilecek kadar az kalıntı gelebilmiştir. Bugünkü surlar, MS. 346 yılında İmparator II. Constantinius tarafından yaptırılmıştır. 5.700 metre uzunluğunda 12 metre yüksekliğindedir. 16 kalesi ve 5 çıkış kapısı olan siyah bazalt surlar, Diyarbakır’ın en ilgi çekici yeridir.
Geç İlkçağ askeri mimarisinin enfes örneğini oluşturan bu surlar yazıtlar ve kabartmalarla dekore edilmiştir. Bu surlar yükseklik bakımından dünyada 1. sıradadır. Surlarda kullanılan siyah bazalt taşlardan ötürü, buraya Kara Hamid, Kara Amid, Amid, Amed veya Amidiya ismi verilmiştir. 04 Temmuz 2015 tarihinde Almanya’nın Bonn kentinde yapılan toplantıda Diyarbakır surları ve Hevsel (Esfel) Bahçeleri UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’ne de girerek sur içi sit alanı ilan edilerek koruma altına alındı.
Diyarbakır’ın en eski yerleşim yeri sur içi olup bu yere Amed veya Amid denilir. Beni Bekir kabilesi buraya yerleşip kaldığı için zamanla buraya Diyâr-ı Bekr denilmeye başlandığı da rivayet edilmekte. Daha sonraları Sur içindeki yerler Amed; Sur dışındaki yerler ise Diyarbakır olarak adlandırılmıştır. Diyâr-ı Bekr; Mardin, Batman ve Urfa’ya kadar yerleri içine alan bir bölge olarak bilinirdi.
Evliya Çelebi ise Seyahatname adlı eserinin 4. cildinde Diyarbakır adının, kız şehri anlamına gelen “Diyâr-ı Bikr”den geldiğini belirtmektedir. Evliya Çelebi eserinde Diyarbakır’a şöyle değinmektedir: Hz. Yûnus, Musul’dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda güzelliği ile tanınmış “Amida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yûnus Peygamber bu kızla konuşur, görüşür. Amida’ya kendi dinini kabul ettirir. Yûnus Peygamber Diyarbakır’a yapılacak kalenin planlarını çizerek kıza verir. Kız da kara taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin inşası tamamlanınca Yûnus Peygamber: “Kal’anız mamur olsun, gönlünüz sürür dolsun.” diye dua eder.
Amed halkı, İslâm ordularının fethinden önce Asurlulardan Bizanslılara, Bizanslılardan Farslara kadar hep zulüm ve baskı görmüş ve hep boyunduruk altında yaşamışlardır. Adeta özgürlüğe ve hürriyete susamış hatta bu iki kelimenin ne olduğunu bile öğrenememiş ve bu duyguları yaşayamamıştır. Bizanslılardan dolayı halkın az bir kısmı Hristiyan; Farslardan dolayı da bir kısmı Mecusi, Zerdüşt veya Yezidi olarak yaşamlarına devam etmiştir.
Kürtler, İslâm’la tanışmadan önce dağınık bir yaşam tarzını tercih etmiş, hiçbir zaman bir araya gelme ihtiyacı hissetmemişlerdir. Ne zaman İslâm orduları Hz. Ömer zamanında tıpkı İran’ı fethettiği gibi Diyarbakır’ı de fethetti, işte o zaman organik bir bağ ile Kur’ân kültüründen etkilenerek bir arada yaşamaya devam ettiler. Müslümanların Diyarbakır’ı Fethi, Kürtler ve Kürt tarihi açısından bir dönüm noktası olup Kürtlere millet olma yolunda büyük bir katkı sağlamış ve ilk kez Kürtler, özgür olarak yaşamanın yüksek değerlerine ulaşmıştır. Diyarbakır’ın Fethi Vâkidî tarihine göre 27 Mayıs 638 tarihinde, İbn Esîr’e göre ise 27 Mayıs 639’dur.
Tirmizî’nin ve İbn Mâce’nin rivayet ettiği hadîste1 Konstantiniye’nin fethi, büyük savaştan altı yıl sonra olacağını ve bu yeri ashabının bir kısmı zamanında fethedileceği bildirilmiştir. Bu büyük savaş da miladi 634 yılında olan Yermük Savaşı’dır. Büyük savaştan 6 yıl sonra Diyarbakır (Konstantiniye) fethedilmiştir.
Sahabîler, Diyarbakır’ın dolayısı ile Bizans’ın fetholunacağını Hendek Savaşı sırasında Kâinatın efendisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) haber verdiğini biliyordu. Çünkü O sıra Diyâr-ı Bekr, Bizanslıların egemenliği altındaydı ki burası fethedildiği zaman Diyâr-ı Bekr’i yöneten Melike Meryem bir fırsat bularak şehri terk etmiş ve Bizanslılara sığınmıştır. Bu açıdan buranın fethi aynı zamanda Bizans’ın da ele geçirileceği anlamını taşıyordu. Diyarbakır’ın, Bizans’ın işgal ettiği bir şehir olduğunu ve Müslümanlar buranın Konstantiniye olduğunu biliyor ve dört büyük sahabî de Diyarbakır’ı bu anlayışla fethetmiştir.
O şartlarda gündemde olan be Arap yarımadasına en yakın Konstantiniye şehri Diyarbakır’dı. Müslümanlar, Bizans’ın işgal ettiği Diyarbakır’ı fethederek Bizans’ın egemenliğine son veriyordu. Birçok tarihçi de bu detayı maalesef gözden kaçırmıştır. Müslümanlar, Diyarbakır’ı, Bizans’ın işgal ettiği bir şehir olduğunu ve buraya da Konstantiniye adını verdiklerini biliyor ve 4 büyük sahabî de Diyarbakır’ı bu anlayışla fethetmiştir. Zira o dönemde isim olarak üç Konstantiniye şehri bulunuyordu: Viranşehir, Diyarbakır ve İstanbul.
Konstantiniye hem Diyarbakır hem İstanbul hem de Viranşehir’dir. Tabi ki İstanbul Fethi’nin, meşhur Peygamber hadîsinin dışında tutmamız, anlamına gelmiyor. Sonuçta her üç yer de Konstantiniye olarak biliniyor. Bu fetihlerde ismi geçen dört büyük sahabî de Fatih Sultan Mehmet de Peygamberin hadîsinde nasibini almıştır, diye düşünüyoruz.
Şehrin surlarını kuşatan 4 sahabî komutanlar şunlardır: Ordu komutanı İyad b. Ganem şehri Mardin Kapısı’nda kuşatır. Said b. Zeyd şehri Urfa Kapısı’ndan kuşatır. Muaz b. Cebel şehri Dağkapı’ndan (Harput Kapı) kuşatır. Hâlid b. Velîd şehri Bâbu’l-mâ Kapısı’ndan (Yeni Kapı) kuşatır.
Bu komutanlar şehri beş ay kuşatırlar fakat bir türlü şehre girecek bir yer bulamazlar. Kalkan balığı şekliyle şehri çevreleyen surların etrafını dikkatle inceleyen Hâlid b. Velîd, şehre girecek bir yer bulamaz. Allah’ın yardımı ile bir köpek vasıtası ile Hâlid b. Velîd şehre girecek bir yer bulur ve şehri fetheder. Bu fetihte Müslümanlar 27, karşı taraf ise 40 veya 80 küsur kayıp vermiştir.
Uzun ve zorlu bir mücadeleden sonra Diyarbakır fethedilir ve İslâm diyarı olur. Bu savaşta şehit olan 27 Sahabî ve tabiînin kabirleri, Diyarbakır sur içi Hz. Süleyman Camii’nde bulunmaktadır. Kürtlerin Müslüman oluşunu hazmedemeyenler, eski dinde ısrar edenler veya art niyetli gizli ve sinsi planları olan sol Marksist örgütler, Müslüman Arapların, Kürtlere zulmettiğini, katliam yaptığını, Kürtlerin mallarını ve canlarını kendilerine helal saydıklarını, köylerin ve kasabaların yakıldığını, kadınların ve kızların kasaplık hayvan gibi talan edildiğini, kılıçtan geçirildiklerini, Kürtçenin ve Farsçanın konuşulmasının yasaklandığını, Arapça konuşmayanların dilinin kesildiği gibi tarihi gerçekle alakası olmayan art niyetli iddiaları dile getirmektedir. Bu iddiaların aksine fetihten sonra Kütlerin Müslüman oluşu yavaş yavaş ve ikna edilerek olmuştur.
Kürt komutanının, Diyâr-ı Bekr’i fetheden Hâlid b. Velîd ve İyad b. Ganem’e söyledikleri, tarihin derinliklerinden günümüze ışık tutacak niteliktedir. Kürt komutan şunları itiraf etmiştir: “Bizler, Asurlulardan bu yana hep zulüm ve baskı gördük. Hep başkalarının boyunduruğu altında yaşadık; özgürlüğün ve hürriyetin ne demek olduğunu hiç bilmedik. İslâm sayesinde ilk olarak hürriyetin ve özgürlüğün ne olduğunu öğrendik. Sizleri, insanlara zulmeden vahşi kişiler bilirdik, sizlerden söz ettiklerinden kulaklarımızı kapatıp orayı terk ederdik. Fakat şimdi anlıyor ve görüyoruz ki sizler insanların iyiliği için ortaya çıkmış iyi kimselersiniz.”
İslâm’la özgürlüğünü elde eden Kürt halkı, tarihi boyunca İslâm’ın kıymetini bildi, İslâm’a hizmet etti ve asla İslâm’a ihanet etmedi, asla İslâm’a kendi kültüründen bir şey katarak sentez oluşturmadı. Bu yönüyle Kürtler, tarihin hiçbir zamanında İslâm’la hiçbir problemi olmamış hatta İslâm’a hesapsız, art niyetsiz hizmet etmiş ender milletlerden biri olduğunu tüm dünyaya ilan etmiştir. Müslüman Kürt halkı için Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Muhyiddîn Ali Karadağî şunları söylemiştir: “Kürt halkı, Şeyh Said kıyamında ümmetin onuru olan hilafet için kıyam eden tek halk olarak tarihe not düşürmüştür. Tüm İslâm âlemi, ırkçılık rüzgârı etrafında eğlenirken hilafet kaldırıldığı zaman hilafet için mücadele eden tek millet Kürt halkı olmuştur. Bu hususta tüm İslâm âlemi Kürt halkına minnettardır.”
İslâm ordusu komutanı İyad, Diyarbakır fethinden 12 gün sonra Sa’sa oğlu Sahvan El-Abdi’yi vekil olarak bırakır ve Husun’a gider. Sultan Sa’sa 6 ay sonra savaşta aldığı yaradan dolayı vefat eder. Naaşı, Hasan Paşa Hanı ile Ulu Cami arasındaki kaldırımın bulunduğu yere defnedilir. 1926 yılında Diyarbakır Belediye Başkanı Nazım Önen, Sultan Sa’sa’nın naaşını, bilinmeyen bir yere taşır ve kabrin bulunduğu yeri bahçeye çevirir. Şu an, bu yer kaldırım kenarında yer almaktadır.
Zaman içinde tüm Arap Müslümanlar -bazı aileler hariç- Kürtlerin İslâm’la şereflenmelerinden sonra şehrin yönetimini Müslüman olan Kürtlere bırakarak orayı terk etmişlerdir. Çünkü Müslümanların fetihteki tek amacı gittiği yerleri Kur’ân ve Peygamber ile tanıştırmaktı. Bu vazifelerini yerine getirdiklerine inandığı an, o bölgeyi sahiplerini bırakıp gitmiştir çünkü amaçlarına ulaşmış, topluma İslâmî davet görevlerini yerine getirmişlerdir. Müslümanların bu fetih anlayışı, asla işgal ve sömürü haline gelmemiştir.
Fakat Diyarbakır’ı daha önceleri işgal eden Bizanslılar ve Sasaniler, Müslümanlar kadar asla merhametli olmadılar. Bugün de sol zihniyet ve yandaşları yine Müslümanlar kadar merhametli olmayacaktır. Zira sol zihniyet Kürtlerin hem dünyasını hem de ahretini başlarına yıkmaktadır.
İslâm ordularının fethettiği hiçbir yer kendilerinin olmamış; eğer yöre halkı Müslüman olmuşsa yönetimi de topraklarını da mal ve mülklerini de o yöre halkına bırakıp gitmişlerdir. Burada İslâm’a iftira atanlar şunu göz ardı ediyorlar: Müslümanların fetihteki amacı kötülüğe engel olmak ve insanları Allah ile Peygamber ile tanıştırmaktır.
İsteyen Müslüman olur, isteyen eski inancı üzerine olur. Müslüman olmayanların amacı ise işgal ettiği yerleri sömürgeleştirmektir. İslâm tarihinin hiçbir zamanında fethedilen hiçbir yer sömürge haline getirilmemiş, Müslümanlar gittikleri yeri medeni bir yer haline getirmiş ve imar etmiştir, ilim seviyelerini de üst noktaya getirmiştir, İslâm ile beraber her fert kendi öz kültürünü yaşamaya devam etmiş, İslâm’ı kendi öz iradesi ile kabul eden Kürtler İslâm’dan asla vazgeçmemiş, geçmeyecektir de… Kürtler, on dört asır önce İslâm’ı kabul etmiş ve Kürtlerin İslâm ile hiçbir zaman problemleri olmamıştır. İslâm ile özgürlüğün ve millet olmanın ulvi değerlerine ulaşmıştır.

Kaynakça
1) Tirmizî, Fiten, B.47. Hadîs no: 2340; İbn Mâce, Fiten, B35. Hadîs no: 4093. ş. 10-357. 2) Vâkidî, Âmid Şehrinin Fethi. 3) Abdurrahman Acar, Vâkidî’ye Göre Diyarbakır Şehrinin Fethi. 4) M. Şefik Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir 5) Cuma Karan, Diyâr-ı Bekr ve Müslümanlarca Fethi. 6) Canan Parla, Osmanlı Öncesinde Diyarbakır. 7) Ahmet Cevdet Paşa Tarihi. 8) H. Ali Öztürk, Diyarbakır’ın Şehit Fatihleri. 9) Kürt ve Kürdistan Tarihi. 10) Doğu Tarihi. 11) Kürdistan Tarihi. 12) İbn Esîr, el-Kâmil, 7-443; 1-13. 13) Ali Karadağî, Kürt Sorununun İslâmî Çözümü. 14) Kürt Sorunu ve Müslümanlar Form. 15) Şehid Ali Haydar Bengi, Tarih Sahnesinde Kürtler, Kürt Sorunu ve İslâmî Çözümü. 16) Evliya Çelebi, Seyahatname.

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?