Eğitim ve terbiye; ilk insandan günümüze değin sürekli insanoğlunun gündeminde yer edinmiş, çağlar boyu toplumlar, milletler ve devletlerin bekasını sürdürmelerinde kilit rol oynamıştır. Her toplumun kendine ait değerlerinden oluşan farklı eğitim metotları günümüze kadar süregelmiştir. Son asırlardaki gelişmelerle beraber “eğitim” kavramı erozyona uğramış ve olması gerekenden çok daha farklı anlaşılmaya başlanmıştır. Günümüz toplumları eğitimi sadece ‘pozitif mantık’la ele aldığından beri insanlığın huzuru ve mutluluğu bombalanmaya başlanmış, yeryüzü bir ‘katiller sürüsü’ köyüne dönüşmeye başlamıştır. Eğitim hiç olmadığı kadar kötü emellere alet edilmiş ve “insan eğitimi” yerine “insan kontrolü” işlevine büründürülmüştür. İşte böyle bir ortamda gerçekleri ortaya koyan ve bununla da kalmayıp hakikat ile sorunlara çözüm üreten güçlü ve kapsayıcı bir metoda yeniden ihtiyaç duyulmuştur. Zaman, mekân, tarih ve insanlık tecrübesi ile sabit olmuştur ki bu metodun yegâne temsilcisi olacak nizam, İslâm’dır.
İslâm, hayatın her alanını kuşatan ve fertten başlayıp devlete kadar teşekkül edecek olan ‘nizam’ için emir ve teşviklerde bulunmuş, bunu da dinimizin tartışmasız temel kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Resulullah ﷺ ile gerçekleştirmiştir.
İslâm, eğitimde, fert eğitimine ve özellikle de aile eğitimine (aile terbiyesine) oldukça önem verir.
Şüphesiz ki İslami Eğitim sadece dünya yaşamına yönelik değil dünyayı da kuşatan ahiret yaşamını da içine alan kapsayıcı bir eğitimi öngörmüştür.
Kur’an-ı Kerim’de çocuklar “göz nuru”1 ve “dünya hayatının süsü”2 olarak tarif edilmiş, Kur’an ve Sünnet’ten beslenen medeniyetimizin gelecek nesillerin korunması adına çocuk eğitimine oldukça önem verdiği de aşikârdır. Kur’an-ı Kerim eğitimi bir görev olarak da belirtmektedir:
“Ey iman edenler! (Ailede beraberce İslâm’a uygun yaşayın da böylece) kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve (yanıcı) taşlar olan ateşten koruyun.”3
Bu ayetin ikaz içermesi ve eğitim için bir yol belirlemesi yanında, sadece dünya yaşamını değil ahiret yaşamını da (içine alacak şekilde) hatırlatmada bulunması işin ciddiyetini ortaya koymaktadır.
“Okul öncesinden 10 yaşına kadar olan dönem bilinçaltı kayıtlarının gerçekleştiği, kişiliğin şekillendiği dönemdir. 10 yaşına kadar çocuklarınızın bilinçaltına ne kaydedersiniz ileride onu seyredersiniz.”4 Çocuğun temel karakter yapısının şekillendiği yıllar olarak ifade edeceğimiz bu yıllar çok önemlidir. Bu dönemde verilecek olan eğitim çocuğun geleceğinin bir projeksiyonudur da diyebiliriz.
Çocuk Eğitimi, anne karnında hatta anne-baba eğitimi ve aile yapısı ile başlar ve ergenlik dönemi diye ifade edilen aklın ‘yetkin seviye’ye ulaşmasıyla bir kalıba girer. Bu dönemde verilen eğitim çocuk için altın değerindedir. Bu yılları kapsayan dönem için Resulullah’ın ﷺ şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı emredin. On yaşlarına gelince (namaz kılmazlarsa) onları hafifçe dövün.”5
Bu hadisi zikretmemizin sebebi çocuk eğitiminin başlama yaşına değinmesidir. Bu başlama yaşını çocuktaki akli ve bedeni gelişimin bir olgunluğa geldiğinin işareti olarak almamız daha isabetli olacaktır. Yoksa eğitimin daha erken başlaması gerekliliğini yukarıda ifade etmiştik. Ayrıca yazımızın daha iyi anlaşılması için namazın insan ve toplum üzerindeki etkilerine de bakılmasında fayda olacaktır.
Bu hadisten de anlaşılıyor ki, çocuk daha 10 yaşına gelmeden çocuğa temel değerler eğitiminin verilmesi kişiliğinin oluşması için en uygun dönemdir. Özellikle 7 ile 10 yaşları arasını kapsayan dönemde ciddi bir şekilde temel eğitimin verilmesi gerekir. Eğitim derken de şuurlu bir eğitimi kastettiğimizi herhâlde ifade etmeye gerek yoktur! Yoksa günümüz eğitiminin kalitesi(!) somut verilerle ortadadır.
Yukarıda bahsi geçen hadisle, aslında gerçek eğitimin temellerinin 14 asır önce (hatta ilk peygamber zamanından beri) atıldığı gerçeğini de görmüş oluyoruz. Bugün pedagoglar istediği kadar akademik makale ve yazı yayınlasınlar bu gerçeği görmezden gelemeyeceklerdir.
Hadiste geçen dövme durumu ise; 7 yaşından başlayan ve 10 yaşına kadar süren (7, 8, 9 ve 10 yaşları olmak üzere) 4 yıllık bir eğitim merhalesinden sonra gerçekleşmesi ile ortadadır. Zaten 4 yıllık şuurlu bir eğitimden geçen bir çocuk bu alışkanlığı (temel eğitim devresini) çoktan kazanmış olacaktır, inşaallah. Ayrıca dövme durumu ise ‘kafa yaracak’ kadar değil ‘disipline edecek’ kadar olan hafif bir uyarı niteliği taşımaktadır, taşımalıdır.
Temel değerler eğitimlerini tamamlamış şuurlu fertlerden oluşan bir ailede yetişecek bir çocuğun da ‘yetişme kalitesi’ o seviyede olacaktır. Burada bir hadisi daha zikretmek yerinde olacaktır. Resulullah ﷺ şöyle buyuruyor:
“Hepiniz çobansınız. Hepiniz emriniz altındakilerden mesulsünüz. Emir (devlet başkanı) çobandır. Erkek aile efradının çobanıdır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz emriniz altındakilerden sorumlusunuz.”6
İşte İslâm. İslâm, fert ve çocuk eğitimine oldukça önem vermektedir. Bu hadisle tekrar görmekteyiz ki eğitim sorumluluğu ailenin, anne-babanın kaçınılmaz bir görevidir.
“Anne-baba, çocuklarına iyi bir terbiye verme hususunda gevşek davranırlarsa, evlatları onlar için birer bela, yorgunluk, sıkıntı, gam ve keder olacak; gece uykusuz kalıp, gündüz onların peşinden yorulacaklardır.”7
Ancak bugün, bütün teknolojik ve bilimsel gelişmelere rağmen, uygulanan yanlış politika ve sistemlerden dolayı eğitim istenen seviyeye ulaşamamaktadır.
Modern yaşantı aileye, evlere olan bakışımızda da bir kırılma oluşturdu. Bir okul olan aile ‘harabe’ hâline geldi. Aile meclisleri yerine artık televizyon meclisleri, internet ve sosyal ağlar meclisleri oluştu ve hepimizi “ağlar hâle” getirdi.
Çocukları anne-babalar değil de televizyon ve internet yetiştirmeye başladığından beri ‘aile okulu’nu kaybettik, yerine ise kendi ellerimizle inşa ettiğimiz harabe haneler oluştu.
Günümüz dünyasında çocukların pedagojik şartları değişmiş, çağı algılama yaşı da diyebileceğimiz ‘gelişme çağı’ 2-3 yaşlarına kadar inmiş ve bu yaşlardaki çoğu çocuğun ‘akıllı cihazları’ yetişkin bir insan gibi kullanması da söz konusu olabilmiştir. Değerlendirme yapılırken bu ‘gelişme’ göz ardı edilmemelidir.
Şüphesiz ki, Müslümanlar olarak, eğitimde gerçek bir ‘aile okulu’na ulaşmak istiyorsak, her yönüyle örneğimiz olan Resulullah’ın ﷺ aile ve çocuk eğitimi metodunu (sünnetini) almamız, yaşamamız şarttır.
Çocuklarımızı öldürdük evlerimize, internete, telefon ve televizyonlara defnettik. Çocuklarımızı yaşayan, yürüyen ölüler haline getirdik. Onlara her türlü dünya konforunu sunduk ancak ruhlarını eğitmedik, terbiye edemedik. Oysa dünyanın çoğu yerinde fakirlikten ve imkânsızlıklardan dolayı yemek ve su dahi bulamayan çocuklardaki ‘mutluluğu’ yakalayamadık.
Çocuk doğru eğitilmezse her türlü ahlaksızlığı yapan bir eğitimci/akademisyen, başka insanlara tahakküm sağlamak ve insan öldürmek için silah üreten bir mühendis, insanları kontrol etmek için çalışan bir kimyager veya genetik mühendisi, insanları istediği gibi uydulardan kumanda eden bir bilişimci ve öz değerlerini hiçe sayan bir siyasetçi haline gelebilir.
Ahlâklı, eğitimli bir çocuk; ahlâklı bir eğitimci/akademisyen, mühendis, kimyager, genetik mühendisi, bilişimci, siyasetçi… insanlığın kurtuluşu için gayret sarfeden bir şahsiyet olabilir. Bu zor değildir.
Erdem Bayazıt’ın şu dizeleri hal-i pür melalimizi ne de güzel anlatmıştır:
Belli bir bozgun yaşamışız
Her şeye ölüm dadanmış sanki
Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar
Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar
Çocukluk kalkmış dünyadan gibi
Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki
Kaynakça
Furkan Sûresi, 74. Ayet
Kehf Sûresi, 46. Ayet
Tahrîm Sûresi, 6. Ayet
Selahattin Yaylamaz, Okuma Zekâsı, Sf. 112
Ebû Davud, Ahmed b. Hanbel, Hâkim
Buhari, Müslim
Prof. Dr. M. Ali Haşimi, Müslüman Şahsiyeti, Sf. 88
BEDİRHAN DEMİRCİ