İnsanı yaratan Allah (cc) tarihin hiçbir döneminde insanı başıboş bırakmamıştır. Dünyada nasıl huzur ve güven içinde yaşayıp, ahirette nasıl saadete erebileceğini öğretmek için 104 ilahi kitap göndermiş. Bu ilahi kural ve prensipleri insanlara öğretmeleri ve onlara rehberlik yapmaları için de 124.000 peygamber göndermiştir.
Şimdi insan tüm bunları görmezden gelip, kendi nakıs aklıyla Allah’ın (cc) işine karışır, hükümranlığına kafa tutar ve Allah’ın (cc) koyduğu kaide ve kuralların yerine kendisi bir takım kurallar koyarsa, işte olacağı budur.
Özgecan cinayeti, birçok konuyu yeniden değerlendirmeye açtı. Yetişen gençliğin sorumsuzluğu, ailelerin sorumsuz tutumları, cehalet, ahlaksız diziler, magazin medyası, tarzlar, podyumlar, terör, töre, aşk meşk, vs… Bu ve benzeri detayların içinde boğulmaktansa, neden hiç kimse işin aslına inmiyor. İnemiyor…
Yine birileri sloganlar atacak, birileri bu konuları siyaset malzemesi yapacak, birileri bolca eğitim edebiyatı yapacak, başka birileri bol keseden kuru sıkı atacak vs… Ama hiç kimse işin aslına inmeyecek, inemeyecek. İnenlerin de sesi duyulmayacak. Hatta işin aslına inmeyi, şeriat hortlaması olarak lanse edecek niceleri…
İşin aslı, insanların ilahi adalete sırtını dönmesi değil midir? Gençliğin ısrarla, İslam’ın ahlak, fazilet ve erdemlerinden uzak tutulması değil midir? Bir asra yakındır İslam’ın tüm fazilet ve erdemlerinin, irtica, gericilik, yobazlık, örümcek kafalılık vb. yaftalarla yaftalanması değil midir? Yıllardır her türlü ahlaksızlık genç dimağlara çağdaşlık ve özgürlük diye yutturulurken, müslümanlığımızın gereği olarak yapmamız gereken nice işler yasaklanmadı mı? Aslında ceza-i müeyyidelerin de İslam’a göre uyarlanıp tatbik edilmesi de imanın gereğidir. Ama…
İlahi anayasa olan Kur’an-ı Kerim’deki kısas hükmü, her iman edenin malumudur. Allah (cc) şöyle buyurur:
“Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa 4/93)
“Bundan dolayı İsrail oğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resullerimiz apaçık deliller (mucize ve ayetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.” (Maide 5/32)
Bu ilahi fermanları duyup, anlayan ve kavrayan bir insana, silah zoruyla dahi adam öldürtemezsiniz. Ama bundan mahrum bırakılmış, bunun yerine her türlü şiddeti normal gösterecek filimler, eğitici olmaktan uzak, daha çok saptırmayı ve sapıklaştırmayı hedefleyen sözüm ona sanat eserleriyle (!) kafası bulandırılmış, cahil bırakılmış insanların, her birinin başına birer bekçi bile dikilse onun kötülüğüne engel olamazsınız. Şimdi şu ilahi fermanı iyice düşünelim.
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.” (Bakara 2/178-179)
“Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için kefaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.” (Maide 5/45)
“Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.” (İsra 17/33)
Bilindiği üzere İslam hükümranlığı zaafa uğrayalı “hakkın gücü” yerine “güçlünün hakkı” hâkimdir. Batı emperyalizmi, güçlünün hükümranlığında lokomotif görevi görüyor. Bunun için İslam âlemi başta olmak üzere, dünyanın zayıf ülkelerine her türlü dayatmayı yapmaktadır.
Bu dayatmalar sonucu bizim ülkemiz başta olmak üzere birçok İslam ülkesinde ihkak-ı hakka tamamen ters düşse de ceza kanunlarında çağdaşlık ve reform! adı altında birçok değişiklikler yapıldı. Aslında bizde daha da kötüsü oldu. İslam şeriatına top yekûn savaş ilan edilerek, anayasa ve tüm yasalarımız batı ülkelerinden kopyalanarak yapıldı. Bu yasaların bizim inanç, örf, adet ve şartlarımıza tamamen ters olması önemli değildi. Önemli olan dinin kokusunun dahi bu yasalara bulaşmamasıydı. Ülkemizdeki tahribin etkili olmasında, milli ve manevi değerlerimize pervasızca savaş açan yerli gavurların rolleri büyüktür.
Bunun sonucu olarak örneğin idam kaldırıldı, hırsızlık, arsızlık, ipsizlik, kapkaç, yankesicilik, ırza geçme, katliam yapma, zevk için öldürüp maktulü parçalara bölme gibi nice cürümleri işleyenlere her gün yeni kolaylıklar sağlanıyor ve cezalarında hafifletmeler yapılıyor. Gerekçe “insan hak ve özgürlüğü…” Şimdi soralım; katilin, caninin, ırz düşmanının, hırsızın, namussuzun hak ve özgürlükleri varda, mazlumun, mağdurun, yetimin ve öksüz kalan yavruların, yüreği dağlanan ana-babaların, dul kalan eşlerin hakları yok mu? Bu ne biçim adalet?
İlahi adalet kaynaklı ceza-i müeyyideler caydırıcıdır. Ya beşer mamulü olanlar?… 3-5 yılda bir reform adı altında rötuşlar yapılır, caniler affedilir ve yeni katliamlara kapı açılır. Sonuç ise aynı tas, aynı hamam… Beşeri sistemler katili, caniyi, hırsızı, namussuzu hapseder ve onları yıllarca mağdurlardan aldığı vergilerle besler. Ekmek elden su gölden değil, onların ekmekleri de suları da katlettikleri, ırzlarına geçtikleri veya mallarını çaldıkları mağdurlar tarafından ödenir. Ohhh suyundan da koy… İster istemez insanın aklına meşhur misal geliyor; “Aman Allah’ım bu ne kahpe dünya, itleri salmışlar, taşları bağlamışlar.”
Her bir eseri en güzel onun müessiri bilir. Her bir elektronik eşya kendi kullanma kılavuzuna göre işletilir. Çünkü o kılavuzu o eşyanın üreticisi hazırlamıştır. İnsan da kâinat sahibinin eseridir.
İnsanı en güzel Rabbu’l âlemin bilir, dünya ve ahiret huzurunu, güven ve saadetini sağlayacak kaide ve kuralları O (cc) koyar.
Kaldı ki cihaz, alet ve edevatı inceleyip öğrenmek ve işletmek mümkün. Çünkü gözle görülen elle tutulan nesnelerdir. Ama insanın bedeninin yanı sıra birde ruhu var ki, onu insanın bilmesi mümkün değil. Ruhu sadece yaratan Allah (cc) bilir. “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az bir ilim verilmiştir.” (İsra 17/85)
İnsan ancak içinde olduğu saniyeyi bilebiliyor, bırakın bin yıl veya yüz yıl sonrasını, bir dakika sonrasını dahi bilemiyor. İnsan içinde bulunduğu ortamı kabataslak görür, ama duvarın arkasını göremez. Hatta üzerinde oturduğu minderin altında bir yılan veya akrebin olup olmadığını dahi bilemez. İnsanın gücü, kudreti, bilgisi, görmesi, işitmesi vs. tüm sıfatları nisbîdir. Cüz’idir. Sınırlıdır.
Ama Allah (cc) geçmişi ve geleceği her şeyiyle en ince detaylarıyla ezelden ebede bilmektedir. Onun (cc) zatı gibi sıfatları da ezeli ve ebedidir. Onun kudreti, rahmeti, sonsuzdur.
“Göklerdeki, yerdeki bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O’nundur. Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da.” (Taha 20/6-7)
“Bilmiş olun ki şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah’a döndürülecekleri ve yaptıklarını Allah’ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Nur 24/64)
İnsanı kötülüklerden caydırmanın bir yolu da ona Allah korkusu ve ahiret bilincini yerleştirmektir. Bir toplum düşünün ki, ana okuldan üniversiteye kadar eğitim ve öğretimin her safhasında gençliğine murakabe gerçeğini öğretiyor, ahiret bilincini veriyor… İşte o toplum huzur, güven ve barış içinde olup hem dünya hem ahirette aziz olacaktır. Aksi halde bir kaç yıl önce Mardin’in Bilge köyünde ve bir düğün evinde gerçekleşen, 44 kişinin katledildiği katliamlar gibi nice olaylarla hayat daha da kötüleşerektir.
Cebrail (as) Resulullah’a (s.a.v) gelerek şöyle dedi “Ey Muhammed (sav) ne kadar yaşarsan yaşa, mutlaka bir gün öleceksin. Kimi ve neyi seversen sev, mutlaka ayrılacaksın. Ne amel işlersen işle, mutlaka hesap vereceksin.”
İşte bu şuurla büyüyen bir nesle, zorla dahi kötülük yaptıramazsınız. Ama çağdaş uygarlık diye yutturulan batının; “her şey benimdir altta kalanın canı çıksın” prensibiyle büyüyen, aldığı çağdaş (!) eğitim sonucu, hayatı; mide ve uçkurdan ibaret gören insanların her birinin başına bir bekçi dikseniz dahi kötülüğüne engel olamazsınız. Çözüm yeniden İslam’a dönmek, Allah’a (cc) ve onun emirlerine teslim olmaktadır.
Selam ve dua ile…
Muhammed Özkılınç