Çoğunlukla gerçeklere inanırız, bazen de gerçeklerden ziyade ümit ettiklerimize. Çünkü gerçekler bazı durumlarda ihtiyaç ve isteklerimizi karşılamaz. Böyle durumlarda inanmak istediğimiz şeylerle, ümit ettiklerimizle yolumuza devam etmeye çalışırız. Yıkılan tonlarca ağırlığındaki bir binanın enkazında hala yaşayan birilerinin var olduğunu ümit ederiz. Hastalığın ardından iyileşmeyi, acılarla beraber sevinci, kötü geçen günlerin ardından mutlu olmayı, yenilsek de bir daha ki sefere kazanmayı ümit ederiz. Engelleri, zorlukları ve sıkıntıları ümit ettiklerimizle aşmaya çalışırız.
Her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı olduğunu biliriz. Her şerrin bir hayır getireceğine, bozulan şeylerin yeniden düzeleceğine inanırız. Toprağa ektiğimiz tohumun, hasretin ardından vuslatın, gözyaşının ardından mutluluğun ümitlerini taşırız. Biliriz ki ümitsiz insan olmaz.
Dünyanın gerçekleri bazen bizi yakar, yıkar. Acı, açlık, savaş ve zulüm gibi. Ya bu gerçekler karşısında ümit taşımazsak?
Batıl ve zulüm var diye hak ve adaletten vaz mı geçeceğiz?
Başımıza acı olaylar geldi diye sahadan mı çekileceğiz?
Bugün yenildik diye yolumuzdan geri mi döneceğiz?
Bilakis acıya rağmen saadeti, yenilgiye rağmen zaferi, batıl ve zulme rağmen hak ve adaletin var olacağı yarınların ümitlerini taşıyacağız. “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran, 139) Kitabımızda, inancımızda gevşeklik yok, üzüntü yok, pes etmek hiç yok. İnancımızda, imanımızda her daim ümit etmek, ümitvar olmak var.
Müslüman’ın imanı onun için en büyük ümittir. İmanın içinde zerre kadar ümitsizlik yoktur. Ne Peygamberler ne de Allah’ın salih kulları ümitsizliğe düşmüşlerdir. Hz. Musa Kızıldeniz’in önünde ölümle karşı karşıya geldiğinde Allah’tan ümidini kesmemişti. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) insanlığı ıslah etmek için yaptığı mücadelede başına ne geldiyse bir gün bile yes’e ve ümitsizliğe kapılmamıştı. İstanbul’u fetheden komutanla Kudüs’ü fetheden komutan da Allah’tan ümitlerini kesmemişlerdi.
Hz. Musa’yı düşmana karşı zafer kazandıranla Peygamberimiz (s.a.s)’i İslam davasında başarılı kılan aynı şey idi. İstanbul’u fetheden komutanla Kudüs’ü fetheden komutan da aynı şey ile fethe mazhar olmuşlardı. “Allah bizimledir” Yeter ki inanalım, ümit edelim. Çünkü biz ümitlerimizi gerçekler üzerine değil istek ve hayaller üzerine kuruyoruz. Çünkü biz ümitlerimizi iman üzerine, Allah’ın vaadi üzerine kuruyoruz.
Bizim Allah’tan yana ümitlerimiz var. Mazlumların hesabı sorulacak, zulüm ve karanlık dolu günler bir gün bitecek. Yeryüzünde hiçbir İslam toprağı kalmasa, dünya üzerinde yaşayan bir Müslüman olmasa dahi Allah’ın nurunu tamamlayacağına, fitne ve fesadın bir gün biteceğine, batılın tüm çirkinliğine, hile ve oyunlarına rağmen Allah’ın vaadinin gerçekleşeceğine inanıyoruz.
Tarihte nice az ve zayıf toplulukların güçlü toplulukları yendiğini, insanlar arasında galip gelme günlerinin değiştiğini, hak ve adalet uğruna savaşan kimselerin zafer kazandığını biliriz. İnsanlık tarihi tekerrürden ibarettir. Elbette günümüzde de tarih tekerrür edecek, hak yerini bir gün bulacaktır. Ama ne ile? Ümit ile.
Ümit üzerinde hayal kurup, oturulan yerden istenilen şeyleri elde etmek demek değildir. Ümidin olduğu yerde hareket ve aksiyon vardır. İnsanlık tarihinde sadece ümit taşıyarak acıların sevince döndüğü, hakkın yerini bulduğu, zaferin kazanıldığı görülmemiştir. Ümit taşıyan her yürek önce istek ve inancı, sonra kazanmak için mücadele etmesini bilmelidir. Aksi takdirde ümitler hayal olmaktan öteye gidemeyecektir.