Suriye’de “Aç Bırakma” Vahşeti
Suriye’de katil Baas rejiminin hakimiyetinin sürmesi için küresel ve bölgesel emperyalizmin bütün kanatlarının aralarında güç birliği ve ittifak oluşturduğu artık gayet açık bir şekilde görülüyor. Bu işbirliği ve sinsi ittifak fiili olarak savaşı yürüten çetelerin de iyice azgınlaşmasına, Baas zulmünü istemeyen halka karşı sergiledikleri vahşette hiçbir ölçü tanımamalarına neden oluyor.
Kendilerini tüm emperyalist güçlerin himayesi altında görmenin cüretkârlığı ile hareket eden vahşiler, kuşatma altında tuttukları bölgelerde yaşayan insanları şartsız teslim olmaya zorlamak için aylardan beri “aç bırakma” silahını kullanıyorlar.
Baas sultasını koruma amacıyla İran’ın gönderdiği Hizip milislerinin de aralarında bulunduğu vahşilerin “aç bırakma” uygulamalarından dolayı kuşatma altında tutulan bölgelere zorunlu ihtiyaç maddelerinin bile sokulmasına izin verilmiyor. Bu yüzden çok sayıda insanın açlıktan hayatını kaybettiği yüzlercesinin de ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğu olayları izleyen sivil toplum kuruluşlarının ve insanî yardım kuruluşlarının yetkilileri tarafından dile getirildi.
Not: Burada sadece özet bilgiyle dile getirdiğimiz bu olay hakkında aylık Ribat dergisinin Şubat sayısına yazdığımız “Şeytanın Ordusunun Aç Bı- rakma Silahı” başlıklı yazımızda ayrıntılı bilgi vermeye çalıştık. Bu yazımızı kişisel web sitemizden (www.vahdet.info.tr) okumanız mümkündür.
Suudi Arabistan – İran Gerginliği
Suudi Arabistan ile İran, 2016’ya aralarında gerginlikle girdiler. Bunun görünen sebebi Suudi Arabistan’ın “âyetullah” ûnvanlı molla olan bir vatandaşını idam etmesiydi. O yüzden İranlılar da Tahran’da Suudi Arabistan’ın büyükelçilik, Meş- hed’de de başkonsolosluk binasını ateşe verdiler. İran güvenlik güçleri ise uluslararası hukuka göre himaye altında tutması gereken bu binalara saldı- rıları engellemek için herhangi bir girişimde bulunmamış, bilakis büyük bir çapulcu sürüsü gibi baskın düzenlemelerine fırsat vermişti.
Suudi Arabistan’ın tartışmalara konu olan infazlarında sadece bir kişi değil siyasi sebeplerle 46 kişi idam edilmişti. Fakat İran yönetimini ve onun harekete geçirdiği kalabalığı üç tane Şii özellikle de kendisine “ayetullah” ûnvanı verilen bir molla ilgilendiriyordu. Bu tavır gerçekte “mezhep” temelli ayrımcılığı yapanın ve siyasetini bu ayrımcı anlayışa göre belirleyenin kim olduğunu Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de olduğu gibi bu olayda da açıkça gösteriyordu. Gerçekte Suudi Arabistan’ın adalet ve hukuk yönünden sorgulanması gereken uygulamaları insanları siyasi tercihlerinden dolayı suçlayan ve ağır cezalara çarptıran yargı hükümleridir.
İran’ın böyle bir gerginlik çıkarması üzerine birçokları işin ciddiyet arz ettiği ve bu olayın bölge için çok tehlikeli bir gidişata kapı açabileceği yönünde yorumlar yaptılar. Hatta birçokları savaş davulları çalmaya başladılar. Onların yaklaşımına göre bu iki ülkenin savaşa sürüklenmesi bölgede geniş çaplı mezhep savaşına yol açacaktı. Sanki Suudi Arabistan sünni âlemi arkasına toplamış ve onun haklarını savunuyordu. İran’ın da küresel emperyalizmin bütün kanatlarıyla işbirliği yaptı- ğı, mezhepçi siyasetinin gücünü gerçekte global güçlerin desteğinden aldığı gerçeği hâlâ eskisi gibi takiyye maskesinin arkasında saklı tutuluyordu.
İran’ın Şii kimliğini öne çıkarma stratejisi ise gerçekte bir mezhep duyarlılığından ziyade mezhebi kimliği bir sömürü aracı olarak kullanma siyasetinden kaynaklanmaktadır. Son dönemde Suudi Arabistan ile arasındaki gerginliğin arka planında ise Yemen meselesi yer alıyordu.
Yemen’de Çatışmalar Sürüyor
Yemen’de yaşanan karışıklıklar ve çatışmalar hakkında daha önceki sayılarımızda bilgi vermeye çalıştık. Son dönemde, geçiş dönemi cumhurbaşkanı Abdurabbih Mansur El-Hadi’ye bağlı oluşturulan Halkın Direnişi Birlikleri önemli ilerlemeler kaydetti. Bunda tabii Suudi Arabistan öncülüğünde oluşturulmuş olan koalisyon güçlerinin havadan müdahalelerinin önemli rolü var. Suriye’de Rusya’nın hava müdahalesinin, Baas’a bağlı güçlerin ve İran’ın gönderdiği Hizipçilerin ilerlemesine imkân sağladığı gibi.
Bu durumdan rahatsız olan İran da Suudi Arabistan’ı sıkıştırmak ve Yemen’de daha aktif rol alabilmek için Suud yönetiminin idam cezalarını önemli bir krize dönüştürmeye çalıştı. Bu amaçla kendi vatandaşlarını ve Şii kalabalıkları tahrik edebilmek için de idam edilenlerden üçünün Şii özellikle de bir tanesinin “âyetullah” ûnvanlı molla olmasını öne çıkarması gerekiyordu.
Ancak daha sonra baskıların Suudi Arabistan’ı geri adım atmaya zorlayamayacağını, aksine ona destek veren bazı önemli Arap ülkelerinin kendisiyle ilişkileri kesmeye başladığını görünce tam bir “u” dönüşü yaptı. İnfaz olayının ardından kendi istihbaratı vasıtasıyla tahrik ederek Suudi Arabistan büyükelçiliğini yakmalarına neden olduğu kişilerin kapılarına polis dayadı.
Büyükelçilik binasının yakılması olayına karış- tıklarından şüphe edilen yüz kişinin göz altına alındığını duyurdu. Ancak gerçekte bu da bir taktik ve oyundan başka bir şey değildi.
Sadece Suudi Arabistan’ı sıkıştırma amaçlı kriz planından vazgeçtiğini duyurma anlamına geliyordu. Muhtemelen göz altına aldıklarını da soruşturma merkezinde biraz beklettikten sonra arka kapıdan gönderecekti.
Irak’ın IŞİD’le Savaşı
Bilindiği üzere IŞİD’in bu derece şişirilmesinde, Irak sınırları içinde yer alan Musul ve çevresinin ona teslim edilmesinin büyük bir rolü oldu. Eğer ki IŞİD, Haziran 2014’te oynanan oyunlarla Irak’ta Musul ve çevresini ele geçirmiş olmasaydı belki de Suriye’de yavaş yavaş tükenecek ve etkisiz hale gelecekti. Çünkü Suriye’de direnişi arkadan vurduğu artık görülüyordu ve saflarına topladığı militanlar dağılma sürecine girmişti. O yüzden örgütün Suriye’deki militan sayısının iki binin altına düştüğü tahmin ediliyordu. Ama birden yönünü Irak’a çevirmesi, burada aylardan beri Nuri El-Maliki’nin askerleri tarafından hedefe yerleştirilen ve sıkıştırılan aşiretlerin karşı karşıya olduğu şartlardan yararlanarak onlarla ittifak kurması, Maliki’nin askerlerinin de hiçbir direnç göstermeden bütün silahlarını ve askerî malzemelerini bırakıp kaçmaları birden örgütün bayrağını yükseltmesine imkân verdi.
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinden sonra kurduğu yapı, kontrol altına aldığı bölgelerde hilafet ilan etmesi, kendi adını İslâm Devleti olarak değiştirmesi kurduğu siyasi mekanizmanın, heyecanlı gençleri çekmek için bir cazibe merkezi oluşturmasına vesile oldu. Ama böyle bir mekanizma oluşturulması emperyalizmin olaylara doğrudan müdahalede bulunması ve örgütle savaş iddiasıyla bir uluslararası koalisyon oluşturması için de gerekçe sayıldı. Bu amaçla Irak toprakları içinde askerî üsler de oluşturdular.
Geçtiğimiz ay uluslararası koalisyon adına yapılan açıklamada, IŞİD bünyesinde 22 bin militan öldürüldüğü bilgisi verilmesi Haziran 2014’te bu örgütün birden önünün açılmasının ve cazibe merkezi haline getirilmesinin amaçlarından biriyle ilgili zihinlerde oluşan tereddüdü daha da güçlendirdi. Çünkü yıllar önce Batı ülkelerinin, kendi açılarından “tehlikeli” olarak gördükleri ve gün yüzüne çıkarmakta çıkarsalar da etkisiz hale getirmekte sıkıntı çektikleri önemli bir potansiyeli bir yerlere toplayıp imha etmenin yollarını tartışmaları ışığında bu bilgileri değerlendirince projeyi biraz daha iyi teşhis etmek mümkün oluyor.
Şimdi küresel emperyalizm, Irak ordusunun Haziran 2014’te hızla ve hiç direnç göstermeden teslim ettiği bölgeleri geri alması için ona destek veriyor. Haziran 2014’teki oyunda Nuri El-Maliki’nin defteri dürülüp çöpe atılırken, şimdi onun yerine geçirilmiş olan Haydar El-Ibadi’nin zorlu bir savaşla kahraman yapılmasına çalışılıyor. Fakat her ikisi de bir taktik, her ikisinin ucunda da küresel emperyalizmin ve onun Irak’a yerleştirdiği İran emperyalizminin çıkarları, planları var.
Putin’in İki Ayağı da Batağa Battı
Rusya diktatörü Putin’in Suriye’ye çıkartma yapması dışarıdan bakıldığında başarılı bir askerî operasyon olarak görülebilir. Fakat onun bütün başarısı karşısında, hava saldırılarına karşı savunma gücünden yoksun bir gerilla gücü bulunmasından, kendisinin de insanları silahlı – sivil ayrımı yapmadan vahşice katletme konusunda hiçbir insanî, hukuki, askerî, ahlakî ve vicdanî sınır tanımamasından kaynaklanıyor.
Fakat Putin’in açıyı geniş tutması, geniş alana yayılması ve gücüne fazla güvenmesi onu hayli sıkıntıya soktu. Özellikle askerî uçağını düşürmesi sebebiyle Türkiye’ye de ekonomik ambargo uygulamaya başlaması sıkıntılarını daha da artırdı. Çünkü bu ambargonun kendi ekonomisine yansıyan zararı Türkiye ekonomisine verdiği zarardan fazla.
İran’ın dinî lideri Ali Hamaney’in Cuma imamlarına Putin için hutbelerinde dua etmeleri üzere talimat vermesi, onların da “Yüce Allah’ın Putin’e zafer vermesi, işlerini kolaylaştırması için” içtenlikle dua etme ihtiyacı duymaları bu yüzden olmalı. Çünkü Putin bacaklarını biraz fazla geniş açtığı için iki ayağı da batağa batmış durumda.
Suriye’yle ilgili üçüncü Cenevre görüşmelerinden de bir sonuç çıkmazsa aslında uzun vadede Suriye operasyonu Putin’i zorlayacak gibi görünüyor.
Filistin’de Kudüs İntifadası Devam Ediyor
Filistin’de Ekim 2015’in başında siyonist işgale karşı başlatılan ve Kudüs İntifadası adı verilen mücadele süreci yine ferdi eylemlerle devam ediyor. İşgal rejimi eylem gerçekleştiren gençlerin ailelerine yönelik tehditlerine ve şiddet uygulamalarına rağmen bu mücadelenin önüne geçemedi.
Kudüs İntifadası’nın işgal rejimini en çok telaşlandıran yanı herhangi bir örgüt bağlantısının olmaması ve eylemlerle nerede ne zaman karşı karşıya geleceğini tahmin etmesinin kesinlikle mümkün olmaması.
Eylemlerin özellikle işgalci askerleri, polisleri ve Batı Yaka bölgesine yerleştirilen yahudi yerleşimciler arasından çıkan sözde sivil militanların oluşturduğu siyonist çeteleri hedef alması sebebiyle bunlar her an enselerine bir eylem bıçağı inmesi veya bir direnişçinin aracını üzerine sürmesi korkusuyla dolaşıyor. O yüzden siyonist işgal rejimi daha önce Gazze’de yaşadığı tecrübelerin benzerlerini Batı Yaka ve Kudüs bölgelerinde de yaşayabileceğinden, güvenlik görevlilerinin ve yerleşimci çetelerinin yavaş yavaş psikolojik tepkiler göstermelerinden dolayısıyla 2005’te kendi villalarını, köşklerini kendi elleriyle yıkarak Gazze’den çekildiği gibi Batı Yaka ve Doğu Kudüs’ü terk etmeye zorlanabileceğinden korkuyor. Böyle bir şeye mecbur kalması durumunda da Filistinlilerden zorla gasp ettiği araziler üzerine; milyonlarca dolar dökerek inşa ettiği ve üstelik masa başı görüşmelerde, genişletilmesini durdurma taleplerini bile kesinlikle kabul etmeyip sürekli yeni binalar eklediği yahudi yerleşim merkezlerini kendi elleriyle yıkmak zorunda kalabileceğinden korkuyor. Böyle bir durum ise işgalci siyoniste masa başı pazarlıkların yaptıramadığını, kararlı direnişin yaptırabildiğini bir kez daha belgelemiş olacak.
Mescid-i Aksa Çağrısı
Filistin’de Kudüs İntifadası’nın patlak vermesine işgalci siyonistin Mescidi Aksa’yı Müslümanlarla yahudiler arasında zaman veya mekân olarak paylaştırma projesini hayata geçirme amacıyla tehlikeli adımlar atması neden olmuştu. Bu konuda hazırlanan yasa tasarısını işgal parlamentosu Knesset’in gündemine aldığı gibi tasarıyı yasalaştırma durumunda ne gibi tepkilerle karşılaşacağını görmek için bazı denemelere başvurmuştu. Böyle bir şeye başvurmasının ağır bir bedelinin olacağını görmesi üzerine planını hayata geçirme işini şimdilik askıya aldı.
Fakat bir yandan da Kudüs İntifadası’nı bastırmak için baskıya ve şiddete başvurmaya da devam ediyor. Bu amaçla ABD’nin girişimlerinden ve Arap ülkelerindeki ihanetçi yönetimlerden yararlanmaya, yine Filistin direnişine ihanet etmeye devam eden Mahmud Abbas yönetimiyle güvenlik koordinasyonunu güçlendirmeye çalışıyor. O yüzden Kudüs İntifadası’nın bastırılması yahut etkisini zayıflatması durumunda Mescidi Aksa’yla ilgili planlarına geri dönmesi mümkündür.
Yerleşimci grupların, güvenlik güçlerinin himayesi altında Mescidi Aksa’ya baskınlar düzenlemeleri de zaten bu kutsal mabetle ilgili planlarından tamamen vazgeçme niyetinde olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla İslâm âleminin Mescidi Aksa’ya ve işgalcilerin bu kutsal mabedi hedef alan planlarına karşı bir tepki olarak başlatılan Kudüs İntifadası’na sahip çıkması gerekiyor
Bu açıdan 20 Ocak 2016 tarihinde, Eyüp Buluşmaları Platformu’nun öncülüğünde ve elliye yakın ilim ve fikir adamının desteğiyle yapılan Mescidi Aksa’ya destek amaçlı basın açıklaması anlamlıydı.
Mescidi Aksa davasının bütün ümmetin ortak davası olduğu vurgulanan açıklamada ümmetin bu konudaki sorumluluğunu tam olarak yerine getiremediğine dikkat çekildi.
İstanbul’da, yine Mescidi Aksa davasıyla bağ- lantılı ikinci bir önemli basın açıklaması da Yeryüzü Adalet ve İnsan Hakları Derneği (YAİDER) öncülüğünde Filistin’in 1948’de işgal edilmiş bölgesinde faaliyet yürüten İslâmî Hareket’in kapatılmasına ve bu hareketin lideri aynı zamanda Mescidi Aksa muhafızı olarak anılan Şeyh Raid Salah’ın işgal rejimi tarafından hiçbir hukuki gerek- çeye dayanmayan ithamlarla mahkûm edilmesine tepki amacıyla düzenlendi. Bu açıklamada işgal rejiminin bu hareketi kapatırken onunla bağlantılı çok sayıda sosyal kurumunun da faaliyetini durdurduğuna ve mal varlıklarına el koyduğuna dikkat çekilerek bunun her yönüyle hukuka aykırı olduğu dile getirildi.
Mısır’da Zulme Başkaldırının 5. Yılı
25 Ocak 2016 tarihi Mısır’da dikta rejimine karşı başkaldırının beşinci yıl dönümüydü. Sisi cuntası halkın bu vesileyle gösteriler düzenlemesini engellemek amacıyla o günü Polis Bayramı olarak değerlendiriyor ve resmî programlar düzenliyor. Cunta, bu yıl halkın devrim günü olarak isimlendirdiği bu günde eylemler, gösteriler düzenlemesini engellemek amacıyla sözde Polis Bayramı’na daha fazla ağırlık verdi. Günler öncesinden hazırlık yaparak önemli merkezlere çıkan bütün yolları kapattı. Geçişleri sıkı kontrol altına aldı ve bütün bu merkezleri sözde Polis Bayramı ile ilgili kutlama programları için işgal etti.
Ahmet Varol
- Yazara Yaz