ABD – Suudi Arabistan Zirvesi

21 Mayıs 2017 tarihinde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da başını ABD ve Suudi Arabistan’ın çektiği ancak ismine Amerika – Arap İslâm ülkeleri zirvesi denilen bir uluslararası toplantı düzenlendi. Toplantının en dikkat çeken yanı Suudi Arabistan’ın ABD’ye yüklü miktarda askerî malzeme ve silah satın alma taahhüdünde bulunmasından sonra gerçekleştirilmesiydi. ABD Başkanı Donald Trump’ın da katıldığı bu zirvede Suudi Arabistan’ı çok ağır bir maddi külfet altına sokan anlaşma da imzalandı. Suudi Arabistan Dış İşleri Bakanı Adil El-Cubeyr yapılan anlaşmaların toplam tutarının 380 milyar dolar olduğunu söyledi. Aslında Suudi Arabistan’ın bu anlaşmalar karşılığında elde edeceği fazla bir şey yoktu. Görünüşte İran tehdidine ve onun Yemen’deki bir uzantısı olan Husi tehdidine karşı ABD onu silahlandırıyordu. Aynı ABD Irak ve Suriye’de de katliamlar yapmak için İran’la işbirliği yapıyordu. İşin gerçeğinde Suudi Arabistan bu askerî malzemelere ve silahlara yatırımı bölgenin en büyük askerî gücü olmak ve İran tehdidine karşı kendini sağlama almak için değil 11 Eylül olaylarından dolayı kendisine suçlu muamelesi yapan ABD ile ilişkilerini düzeltmek için yapıyordu. Bu da tabii
ki iplerini iyice ABD’ye teslim etmiş olmasından kaynaklanıyordu. Anlaşma ABD ekonomisine önemli bir kaynak temin ederken Suudi Arabistan’ı da ağır bir külfetin altına sokacaktı. Riyad’daki zirveye iştirak için Trump’ın Suudi Arabistan’a ziyareti aynı zamanda onun başkanlık koltuğuna oturmasından sonra ülke dışına yaptığı ilk ziyaret niteliği taşıyordu. Bu açıdan uluslararası platformda ziyaret bayağı ilgi çekti. Onun bu ziyaretle aynı zamanda bir tür Arap Natosu kurmayı düşündüğü de haberlere yansıdı. Fakat işin gerçeğinde onun hesabı silahlarını pazarlamaktı. Bunun için bir pazar oluşturmasıydı asıl önemli olan. Arap ülkelerinin kendilerini sağlama almaları ve askerî yönden güçlü olmaları onun açısından çok fazla önem taşımıyordu. Arap ülkelerine silah satması onları biraz daha kendine bağlamasını sağlayacaktı aynı zamanda. Çünkü sattığı silahları kullanmakta ABD’nin hem teknik yardımına hem de siyasi desteğine ihtiyaç duyacaklardı. Bunun için de talimatlara uymaları gerekecekti. Trump’ın bu ziyaretinin en önemli amaçlarından biri de siyonist işgal devletiyle Arap ülkeleri arasında perdelerin arkasından yürütülen ilişkilerin biraz daha perdenin önüne taşınmasını ve böylece bir normalleşme sürecinin başlatılmasını sağlamaktı. Bundaki maksadı da tabii ki siyonist işgali bütün Arap ülkeleri nezdinde meşrulaştırmak, onunla doğrudan ilişki içine girmelerini sağlamaktı. Böylece siyonist işgal rejiminin pasaportlara vurduğu mühürler de artık Suudi Arabistan veya diğer Arap ülkeleri açısından sorun oluşturmayacaktı. Trump, bir yandan Arap ülkelerinin verdiği pasaportları taşıyanlara “terör şüphelisi” muamelesi yaparken ve onları ABD’ye sokmama kararları bile alırken Arap ülkelerinin ona kendilerini kabul ettirebilmek için ayağını yalamaları kendileri için aslında en büyük zilletti. Trump da bu yolla ABD’nin hâlâ dünyanın en güçlüsü olduğunu gösterebilmek için Arap ülkelerinin içine düştüğü zilleti çok iyi bir fırsat olarak değerlendirdi. O yüzden adeta Arap ülkelerinin liderlerinin suratlarına tükürürcesine Filistin’deki haklı ve meşru direnişi “terör” olarak nitelendirmekten çekinmedi. Katil siyonistin mesajlarını kendilerine ileten Trump’ın sergilediği tutum karşısında sessizliği tercih etmeleri ise Filistin meselesiyle ilgili olarak yaptıkları ama pratikte bir karşılığı olmayan açıklamalarında ne kadar samimiyetsiz olduklarını da ortaya koydu. Riyad’daki toplantıya Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan El-Beşir katılamadı. Sudan adına yapılan açıklamada El-Beşir birtakım özel sebeplerden dolayı Riyad zirvesine katılamayacağını bildirerek bundan dolayı Suudi Arabistan kralı Selman bin Abdülaziz’den özür dilediği belirtildi. Bizim tahminimize göre El-Beşir’in katılmasını istemeyen ABD idi. Fakat Suud kralı bunu kendi ağzıyla söylemek yerine Sudan cumhurbaşkanının mazeret beyan ederek katılmamasını sağlamak suretiyle işi kitabına uydurmayı başarmıştı. Çünkü uluslararası baskılardan dolayı sıkıntılı olan Sudan’ın Suudi Arabistan’ın desteğine ihtiyacı vardı. Ama Sudan cumhurbaşkanının birtakım özel sebeplere binaen de olsa Riyad’daki zirveye iştirak etmemesi en azından orada Arap ülkeleri liderlerinin içine düştükleri zillete ortak olmamış ve böylece onuruna Trump tükürüğünün bulaşmamasını sağlamıştı. O yüzden El-Beşir şanslıydı.

Suriye’de Çatışmasız Bölgeler Oluşturulması

Suriye’yle ilgili ateşkes anlaşmalarının imzalandığı Kazakistan’ın başkenti konusu görüşüldü ve bazı bölgelerde silahlı çatışmalar olmaması için bazı adımlar atıldı. Ancak işin ilginç tarafı Suriye halkının üzerine en çok ateş yağdıran İran ile Rusya’nın ateşkes anlaşmalarının garantörleri arasında yer alması gibi çatışmasız bölgeler oluşturulmasının garantörleri arasında da yer almalarıydı. Aynı zamanda ateşkes anlaşmasında yapıldığı gibi çatışmasız bölgeler konusunda da bazı gruplar müstesna tutularak rejim güçleri ve işgalci askerler açısından arka kapının açık bırakılması sağlandı. Çünkü onlar ihtiyaç duyduklarında yine saldırma imkânı bulabilecek ve müstesna tutulan grupları hedef aldıklarını söyleyebileceklerdi.

Cenevre Görüşmelerinin 6. Turundan Sonuç Çıkmadı

Suriye meselesine çözüm bulunması amacıyla, BM gözetiminde ve BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın aracılığıyla yürütülen Cenevre görüşmelerinin altıncı turu Mayıs 2017 içinde başlatıldı ve hiçbir sonuca ulaşılamadan sona erdi. Bazı silahlı gruplar görüşmelerin açık bir stratejisinin olmadığını ve herhangi bir çözüm getirmesi ihtimalinin bulunmadığını söyleyerek altıncı tura iştiraklerini askıya aldılar. Bundan sonra görüşmeler çok kısa sürdü ve Suriye meselesinin çözümü için belirlenen dört ana gündem maddesi yani geçiş süreci, anayasa, seçimler ve terörle mücadele ile ilgili de söze gelir bir şey konuşulmadan altıncı tur görüşmelerinin bitirildiği açıklandı. Altıncı tur görüşmelerinin gündem maddelerinin başında yer alan konu çatışmasız bölgeler oluşturulmasıydı. Fakat bu konuda da bir şey ortaya konamadı.

PYD’nin ABD Tarafından Silahlandırılması

ABD, PKK’nın Suriye kanadı niteliği taşıyan PYD’yi silahlandırmaya ve askerî yönden eğitmeye devam ediyor. Buna gerekçe olarak da yine PYD’nin IŞİD ile savaş halinde olduğu iddiasını kullanıyor. Maalesef Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti ve Başkan Trump’la yaptığı görüşmeler esnasındaki girişimleri de sonuç vermedi ve ABD, PYD’yi silahlandırmaya devam edeceğini çok açık ve net bir şekilde ortaya koydu. IŞİD ile savaş ise işin sadece bir bahanesi ve numarasıdır. Gerçekte ABD’nin yapmak istediği PKK’nın Suriye tarafında sağlam bir şekilde kazıklarını çakmasını sağlamak ve Türkiye’yi bu örgüt vasıtasıyla oradan tehdit etmeye devam etmektir. Bu konuda oynanan oyunlar aslında PKK’nın kimlerin hesabına çalıştığını gözler önüne sermesi açısından da dikkat çekicidir.

Et-Tanf’da ABD Uçaklarının Rejim Güçlerini Vurması

Suriye ve Irak’taki gelişmelere müdahale etmek amacıyla oluşturulan koalisyon güçleri bünyesindeki ABD uçakları 18 Mayıs Perşembe günü, Suriye’nin Irak sınırına yakın Et-Tanf bölgesinde Baas rejimine ait güçleri vurdu. ABD yaptığı açıklamada rejim güçlerinin bu bölgede koalisyon güçleri açısından tehlike oluşturduğunu iddia etti. Rusya Dış İşleri Bakan Yardımcısı ABD saldırısına tepki gösterdi. Fakat ABD’nin olayın hemen arkasından yaptığı açıklamada Suriye’de çatışma alanını genişletme niyetinde olmadığını söylemesi bunun bir taktik saldırısı olduğunu gösteriyordu.

Musul’da Seksen Kişinin Sığındığı Okulun Vurulması

ABD uçakları Musul’da da sivillerin sığındığı bir okulu hedef alarak seksen kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Öldürülenlerin çoğunluğu kadınlar ve çocuklardan oluşuyordu. ABD yetkilileri her zamanki gibi bu saldırının da aslında IŞİD’e yönelik olduğunu iddia ettiler. Ancak hedef alınan yerin sivillerin sığındığı bir okul olması iddiaların tamamen saçma ve tutarsız olduğunu
gösteriyordu. Musul’da IŞİD’e karşı yürütüldüğü ileri sürülen savaş gerçekte sivil halka yönelik olarak sürdürülmektedir. Bağdat yönetimi, İran ve ABD işbirliğiyle Musul’da sürdürülen savaş yüzünden evlerini terk etmek zorunda kalan sivillerin sayısı yedi yüz bini aştı.

Hamas’ın Yeni Siyaset Belgesi

Hamas, 1 Mayıs 2017 tarihinde yeni siyaset belgesini kamuoyuna açıkladı. Bu belge kamuoyunda çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. Burada özellikle şunu ifade etmek gerekir ki en çok tartışmaya konu olan, Hamas’ın bu belgeyle 1967 sınırlarını tanıdığı iddiası tamamen gerçek dışıdır ve yirminci maddede vurgulanan hususun çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır. Hamas’ın bu maddede kabul ettiğini söylediği şey 1967 sınırlarının itiraf edilmesi değil 1967 sınırları içinde bir devlet kurulmasıdır. Bu, Filistin’in diğer bölgeleri üzerindeki işgalin tanınması ve meşrulaştırılması anlamına gelmez. Yapılması istenen Filistin’in tümü üzerinde olmasa da bir bölümü üzerinde devlet kurulması ancak diğer bölgeleri üzerindeki işgalin de yine işgal olarak tanımlanmasıdır. Hamas’ın yeni siyaset belgesini Vuslat dergisinin Haziran 2017 sayısı için yazdığımız dosyada ayrıntılı bir şekilde tahlil ettik. Bu yazımızı derginin yayınlanmasından sonra kişisel web sitemiz                    www. vahdet.info.tr adresinden de okumanız mümkündür. Konuyu merak eden okuyucularımıza bu yazıyı mutlaka okumalarını öneriyoruz. Yazının sosyal medyada paylaşılması suretiyle bu konu hakkındaki yanlış kanaatlerin düzeltilmesine de katkıda bulunulması faydalı olacaktır.

Hamas Siyasi Birim Başkanlığında Değişiklik

Hamas’ın yeni Siyasi Birimi’nin üyelerinin belirlenmesi için seçimler yapıldı ve Siyasi Birim başkanı da değişti. Yeni iç tüzüğe göre bir kişinin Siyasi Birim başkanlığına en fazla üç kez seçilmesi gerektiği için ve iç tüzükteki bu değişiklikten sonra yapılan seçimlerde Meşal’in limiti doldurması sebebiyle böyle bir değişikliğe gidildi. Yeni Siyasi Birim başkanlığına ise 2006 seçimlerinden sonra oluşturulan Hamas hükümetinde başbakanlık görevini yürüten İsmail Heniyye seçildi. Heniyye aynı zamanda Şeyh Ahmed Yasin’in yardımcılığı görevini yürütmüştü.

Filistinli Esirlerin Açlık Grevi Devam Ediyor

Filistinli esirlerin Özgürlük ve Onur Grevi adıyla 17 Nisan Esirler Günü’nde başlattıkları toplu açlık grevi devam ediyor. İşgal rejimi esirleri davalarından vazgeçmeye zorlamak için baskılarını sürdürüyor. Fakat esirler bütün baskılara rağmen mücadelelerini kararlılıkla sürdüreceklerini bildirdiler.

Filistin’de Nekbe’nin 69. Yıl Dönümü

Filistinliler tarafından Nekbe yani Büyük Felaket olarak isimlendirilen, 15 Mayıs 1948’de Filistin toprakları üzerinde siyonist işgal devletinin kurulması olayının 69. yıl dönümü münasebetiyle çeşitli etkinlikler düzenlendi. Bu etkinliklerde Filistinliler davalarından ve yurtlarından vazgeçmeme konusundaki kararlılıklarını sürdüreceklerini ortaya koydular.

Abdullah Nemir Derviş’in Vefatı

Filistin’in 1948’de işgal edilmiş bölgesinde, 1971’de Müslüman Kardeşler çizgisi üzere “İslâmî Hareket” adı verilen oluşumu kuran Abdullah Nemir Derviş 14 Mayıs 2017 tarihinde 69 yaşında vefat etti. Yüce Allah’tan kendisine rahmet ve mağfiret diliyoruz.

Gazze’de Mazin Fukaha’nın Katilinin Yakalanması

Hamas’ın askerî kanadı durumundaki İzzettin Kassam Birlikleri’nin komutanlarından Mazin Fukaha’nın şehit edilmesinde kullanılan infazcı sıkı bir arama neticesinde yakalandı. İsmi açıklanmayan infazcı yakalanmasından sonra suçunu ve bu cinayeti işgal rejiminin istihbarat örgütü ve cinayet şebekesi Mossad adına yaptığını itiraf etti. Mazin Fukaha’nın katilinin yakalanmasıyla birlikte onun itiraflarından yararlanılarak işgal rejimi hesabına çalışan bir ihanet şebekesinin de elemanları tespit edildi ve birçoğu yakalandı.

Cezayir Seçimleri

Cezayir’de 4 Mayıs 2017 tarihinde genel seçimler gerçekleştirildi. Fakat halkın seçimlere güvenmemesi sebebiyle katılım çok düşük oldu ve yapılan tüm teşviklere rağmen %38’de kaldı. Sonuçlar ise tahmin edildiği gibi oldu ve cuntanın partisi Ulusal Kurtuluş Cephesi 462 sandalyeli mecliste 164 sandalye kazanarak birinci oldu. İkinci sırayı da yine cuntaya yakın duran ve 97 sandalye kazanan Ulusal Demokratik Birlik aldı. Bazı partiler seçimlerin halkın tavrını yansıtmadığı gerekçesiyle seçimleri boykot etti.

İran Seçimleri ve Ruhani’nin Zaferi

İran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde zaferi “ılımlı (!)” olarak nitelendirilen ama Suriye’de insanların vahşice katledilmesine herhangi bir itirazı olmayan, sadece ABD ve Avrupa’ya yanaşmak suretiyle “ılımlı” payesi kazanan Hasan Ruhani elde etti. Hamaney’in kendi adamı İbrahim Reisi’nin kazanması için çevirdiği dümenler sonuç vermedi. Bu da onun toplumdaki etkisinin zayıfladığını göstermesi açısından dikkat çekiciydi.

Sudan’da Ulusal Uzlaşma Hükümeti Oluşturulması

Sudan’da 11 Mayıs Perşembe akşamı bir ulusal uzlaşı hükümetinin kuruluşu ilan edildi. Hükümette başbakanlık görevi Korgeneral Bekri Hasan Salih’e verildi. 79 partinin ve 34 siyasi hareketin destek verdiği söylenen ulusal uzlaşı hükümetinde 42’si devlet bakanı, 31’i de diğer bakanlar olmak üzere toplam 73 bakan yer aldı. Fakat bazı etkili muhalif partiler uzlaşı hükümetine destek vermediler ve bunlar adına yapılan açıklamalarda hükümetin sadece küçük çaplı partilerin desteğiyle kurulduğu dolayısıyla gerçek anlamda bir ulusal uzlaşı sağlandığının söylenemeyeceği ifade edildi. Kurulan hükümetin 2020 yılına kadar görevi sürdürmesi bekleniyor.

Yemen Diktatörünü Husiler Kendilerine Fena Bağlamış

Yemen’de Husi militanlarının Ali Abdullah Salih’in hesabına çalışan bazı medya organlarına yönelik baskıları aralarında ihtilaf çıktığı kanaatinin oluşmasına neden oldu. Ancak eski diktatör Ali Abdullah Salih kendisine Husilerle ilişkiyi koparması için büyük miktarda maddi destek teklif edildiğini ve bunu reddettiğini söyleyerek Husi canavarlarıyla bağlarını koparmaya niyetinin olmadığını ortaya koymaya çalıştı. Aslında eski diktatörün çıkarından başka bir şeyi düşünmeyeceği biliniyor. Bu bağlılığının çıkar bağlantısından kaynaklandığı tahmin ediliyor. Bu arada Yemen’de açlık krizi ve yine açlık sıkıntısından kaynaklanan kolera salgını gittikçe yaygınlaşıyor. Uluslararası mekanizmaların bu sıkıntıya karşı Yemen’e destek vermesi yönündeki çağrılar da bir sonuç getirmedi.

Yazar
1962 Artvin Yusufeli doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini kendi memleketinde tamamladıktan sonra Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi’nde Hadis dalında yüksek lisans yapan Ahmet Varol, 1984’ten bu yana basın alanında çalışmaktadır. Bu alanda çalışmaya ilk olarak İslam mecmuasının Dış Haberler sorumlusu olarak görev yapmakla başladı. Daha sonra Altınoluk dergisine geçerek bu derginin “İslam Dünyası” bölümünü hazırladı. Bu dergide çalıştığı sırada Erkam Yayınları’nın da editörlüğünü yaptı. Aynı dönemde haftalık olarak yayınlanan Vahdet gazetesinin de Dış Haberler bölümünü hazırlıyor ve bu gazeteye İslam dünyasıyla ilgili yazılar yazıyordu. Ekim 1996 – Ekim 2000 arasında dört yıl süreyle, aylık olarak 48 sayı yayınlanan Vahdet dergisinin Yazı İşleri müdürlüğünü yaptı. Şimdiye kadar birçok periyodik yayın organında İslam dünyası ve genelde dış politikayla ilgili yazıları neşredilen Ahmet Varol’un, Yeni Akit gazetesinde dış politikayla ilgili haftada üç gün yazısı yayınlanmaktadır. Aylık Ribat, Vuslat ve Davet Mektebi dergilerinde de düzenli şekilde yazıları yayınlanıyor. Bunların dışında değişik İslami yayın organlarında farklı zamanlarda İslam dünyasındaki gelişmelerle ilgili yazıları ve Özel FM adlı radyoda da “Dünya Döndükçe” başlıklı periyodik programı yayınlanıyor.
Yazara Yaz
×
blank
1962 Artvin Yusufeli doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini kendi memleketinde tamamladıktan sonra Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi’nde Hadis dalında yüksek lisans yapan Ahmet Varol, 1984’ten bu yana basın alanında çalışmaktadır. Bu alanda çalışmaya ilk olarak İslam mecmuasının Dış Haberler sorumlusu olarak görev yapmakla başladı. Daha sonra Altınoluk dergisine geçerek bu derginin “İslam Dünyası” bölümünü hazırladı. Bu dergide çalıştığı sırada Erkam Yayınları’nın da editörlüğünü yaptı. Aynı dönemde haftalık olarak yayınlanan Vahdet gazetesinin de Dış Haberler bölümünü hazırlıyor ve bu gazeteye İslam dünyasıyla ilgili yazılar yazıyordu. Ekim 1996 – Ekim 2000 arasında dört yıl süreyle, aylık olarak 48 sayı yayınlanan Vahdet dergisinin Yazı İşleri müdürlüğünü yaptı. Şimdiye kadar birçok periyodik yayın organında İslam dünyası ve genelde dış politikayla ilgili yazıları neşredilen Ahmet Varol’un, Yeni Akit gazetesinde dış politikayla ilgili haftada üç gün yazısı yayınlanmaktadır. Aylık Ribat, Vuslat ve Davet Mektebi dergilerinde de düzenli şekilde yazıları yayınlanıyor. Bunların dışında değişik İslami yayın organlarında farklı zamanlarda İslam dünyasındaki gelişmelerle ilgili yazıları ve Özel FM adlı radyoda da “Dünya Döndükçe” başlıklı periyodik programı yayınlanıyor.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?