İslâm hak ve adalet dinidir. Hak ve adaleti savunmak, korumak ve onu tüm cihana yaymak İslâm’ın temel misyonudur. Bu nedenle cihanın neresi olursa olsun o yere hak ve adaleti götürmek, o yerde hak ve adalet lehine bozulan kişi veya kanun varsa onu düzeltmek, zulüm varsa onu engellemek, zalim varsa onu durdurmak Müslümanın en önemli vazifesidir.
İslâm bu misyon ve vazifeyi fetih yoluyla gerçekleştirir. İslâm’da fetihler ne toprak elde etmek ne servet ve zenginliğe konmak ne de iktidar kurmak için yapılır. İslâm’da fetihler, hak ve adaleti cihana yaymak için yapılır.
İslâm’ın şanlı tarihi nice fetihlerle doludur. İslâm, ülkelerin ve halkların topraklarına, servetlerine konmamış, iktidar ve yönetimlerine göz dikmemiş, halkların ve toplulukların haklarını, hukuklarını, inanç ve yaşamlarını elinden çalmamıştır. Tarih ve insanlık şahittir ki, yapılan her fetih cihana hak ve adaleti getirmiştir.
Medine’den İstanbul’a cihat için gelen Ebû Eyyûb el-Ensârî, Kıbrıs’ın fethinde şehit düşen hanım sahabe Ümmü Harâm, İstanbul’u fetheden komutan ve ordusu, Endülüs’ün fatihi Târık b. Ziyâd, Mescid-i Aksâ için çarpışan Selâhaddîn… Hepsinin misyonu, vazifesi aynıdır: Cihana hak ve adaleti yaymak…
Tarih boyunca hak ve adaletin temini ve muhafazası, insanlık için en hassas konulardan biri olmuştur. Günümüzde İslâm’ın fetihlerle kurduğu nizam bozulmuş, hak ve adalet konusunda meşru ve müspet kriterlerin hayata geçirilmesinde insanlık istenilen noktada olamamış, talep edilen istekler de karşılanamaz olmuştur. Evrensel İslâm’ın yapıcı ilkelerle hâkim kıldığı hak ve adaletin sağlanmasında beşeri sistem ve ideolojiler sınıfta kalmıştır.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, hak batılla fethedilemez; hak ancak hak olanla fethedilebilir. Gökten indirilen, yeryüzüne yayılan sağlam ilke ve öğretilerle hak ve adalet temin edilebilir. Aksini düşünen ve söyleyen olursa da şunu söyleriz ki, bunun ötesi yoktur, gerisi hayaldir. Zira yapılan söylem ve eylemler bu konuda hep başarısız olmuştur. Hak ve adalet için ortaya konulan sözde söylemler, toplumlara, devletlere ve kamuoyuna yayılmış, eylemler hileye dönüşmüş, işgal ve sömürü hareketleri olarak tarihin sayfalarında yer edinmiştir.
İslâm fütuhatçı bir dindir. İslâm’ın fetihlerinin ruhunda haksızlık ve adaletsizlik yoktur. Mekke kan dökülmeden fethedilmiştir; Medine Kur’ân’la fethedilmiştir. Fâtih’in, Selâhaddîn’in, Târık’ın ordusu dillerinde zikir, yüreklerinde imanla fetihlerini gerçekleştirmiştir. Ne bir cana ne bir canlıya ne bir mala ne de bir karış toprağa zulüm ve eziyet yapılmamıştır.
Mekkeli hak ve adaleti görünce fethe teslim olmuştur, Medineli hak ve adaleti yaşayınca bir fetih devlet görmüştür. Batılın elinde olanlar, hak ve adaleti tadınca fethin kucağına sığınmışlardır. “Hak gelince batıl gidecektir.” (İsrâ, 81) düsturunun sonuçları olmuştur her bir fetih. Yapılan fetih, hak ve adaletin fethi, elde edilen zafer de hak ve adaletin zaferi olmuştur.
Fetihlerle birlikte nice toplulukların önündeki hakkı engelleyici faktörler ortadan kaldırılmıştır. Hakkın önündeki engeller kaldırılınca insanlar fevc fevc İslâm’ın hak ve adaletine sığınmışlardır. Asr-ı Saadette Kâbe’nin içindeki putlar yıkılmadan önce zihindeki ve kalplerdeki putlar yıkılmıştır. Yürekler ve zihinler hakkı bilince, gerçeği anlayınca batıla direnmeyi başarmışlar ve batılı yok edebilmişlerdir.
Hak bilinmeden batıl görülemez, hak gösterilmeden hakikatler ortaya çıkarılamaz. Öncelikle hak bilinmelidir, hak gösterilmelidir. İslâm’da fethin bir gayesi de bu olmuştur.
İslâm’da fetihler sonucunda kazanan İslâm’ın komutanları, orduları, devletleri değil kazanan hak ve adaletle karşılaşan insanlar olmuştur. Zira İslâm yeryüzünün en sağlam, en meşru, en müspet hak ve adaletini onlara sunmuştur.
Şimdilerde hak ve adalet çökmüş iken, yeryüzünde şer hızlıca yayılmış iken, zulüm ve vahşet pervasızca kol gezinirken yeni fetihlere ihtiyaç vardır. Hak ve adaleti getiren, vahşet yağdırmayan, zulmü dindiren, toprakları, halkları, ülkeleri bölmeyen, içinde kanın, gözyaşının olmadığı yeni Fâtihler ve fetihler…