Allah’a hamd, Resûl-i Ekrem’ine, onun âl ve ashâbına salât ve selâm olsun.
Yaşadığımız her saniye, her dakika ve her an bizim için birer imtihan ve birer sınanma noktası olarak çıkıyor karşımıza. İyiyi ve kötüyü ayırt edebilme imkânına ve idrakine sahip olduğumuz için daima bir yol ayrımındayız. Hangi tarafı seçeceğimiz, bu sınanmayı ne ölçüde kazanacağımız ve ahiretimizin temel dayanağı olan bu hayatımızı nasıl yaşayacağımız bizlere ve seçtiğimiz yola bağlı. Bazen olur ki bu tercihimiz dillerimizin ucunda vuku bulur, bazen olur ki avuçlarımızın içindedir seçeceğimiz yol ve bazen de zihnimizin içerisinde dolanıp durmaktadır o yolun fikri. Fakat şu hakikat unutulmamalıdır ki, doğru ve yanlış son nefese kadar sürecek bir imtihanın araçları olarak, her an adımlarımızın altında olacaktır.
Nerede olursa olsun dünyadaki bütün Müslümanların birkaç haftadan beri sınav kâğıdı başında oturdukları bir imtihana bakalım şimdi. Muhtelif coğrafyaların, farklı ülkelerin aynı dine inanan fertleri olarak bir göz verelim, anlamaya çalışalım bu soruları. İslam dünyasının üzerine çığ gibi düşen felaketlere verelim kulağımızı. Hatta bu kulak vermeyi hayatımızın merkezine alalım, Müslümanların dertlerini hissedip, kolektif bir şekilde tepkimizi yükseltmek için kalbimizi açalım bu çağrıya.
Değişik bölgelerdeki Müslümanlar, İslam’ı ve Müslümanları yok etmek için bir araya gelmiş güçlere karşı seslerini çıkartmaya, mücadelelerini ortaya koymaya çalışıyorlar. Bu yolda, bu mücadelelerinden ötürü kimi zaman ölüm tehdidi alıyorlar, kimi zaman büyük bir zorluğun üzerine daha ağır bir musibetin yüklendiğini görüyorlar ve bunu bizzat yaşıyorlar ama bu dine, bu yola olan inançları onları asla yıldırmıyor. Üstad Muhammed Bedii’nin mahkemede verdiği cevap aslında burada anlatmak istediğimiz pek çok şeyi özetler niteliktedir: “Ölüm emri yeryüzünde değil, gökyüzünde verilir.”
Ve bizler görünüşte bu idam kararlarının, bu haksızlıkların ve Müslümanların hayatlarına kast edilmesinin uzağındayız. İşte bizlere bir imtihan. İşte Allah’ın, kendi yoluna, kendi ipine sımsıkı sarılıp asla vazgeçmeyen ve bu yol üzerinde sebat edenleri şerefli kıldığı, ama onları kılları bile kıpırdamadan izleyip, onların mücadelelerini dünyaya duyurmak için hiçbir çaba göstermeyen ve onların yanında bulunmak için içlerinde bir arzu beslemeyenleri zelil kıldığı bir imtihan.
Kendi benliğimizden çıkıp, uzaktan şöyle dönüp bakalım kendimize, sorgulayalım içimizde bu adaletsizliği. Dün ne yaptık, bugün ne yapıyoruz ve yarın ne yapacağız? Dün Abdülkadir Molla’nın idam haberi geldiği ve onu cennete uğurladığımız zaman bizler hakikaten ne yaptık? İslam dünyasının bunca zorluğu ve bunca meşakkati içerisinde bulundurduğu bu zamanlarda bizler acaba neredeyiz? Ya da Bangladeş medyası Muhammed Kamaruzzaman’ın idam haberini duyurduğu zaman gözlerimiz bu acıyı ne kadar hissetti, kalplerimiz ne kadar öfkelendi bu haksızlığa? Kendisine Cumhurbaşkanı Abdul Hamid’den özür dilemesi karşılığında idam cezasının affedileceği söylenince o şöyle cevap vermişti:
“Yalnız Allah’tan af dilerim! Başbakan Hasina bana can verecek değildir. Hayalim Bangladeş’te İslam’ın hâkimiyetidir. Ben belki göremem ama genç nesil hayalimi gerçekleştirecektir inşallah. Sizler üzülmeyin, ağlamayın, inşallah cennette görüşeceğiz.”
Ve bugüne geliyoruz. Acılarımız bitmedi, acılarımız dün sona ermedi ve bugün bir hançer gibi, bir kılıç darbesi gibi saplanmaya devam ediyor. Mısır’ın cunta mahkemesinin almış olduğu sahte kararlar ile Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusuf El-Karadavi’nin de aralarında bulunduğu 106 kişi idama mahkûm edildi. Bu kararların kendileri için hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü şu düstur onların kalplerine bir düğüm gibi işlenmiş:
“Gayemiz Allah, Önderimiz Resulullah, Anayasamız Kur’an, Yolumuz Cihad ve en büyük arzumuz Allah yolunda şehid olmaktır.”
Mursi mahkemede yaptığı son konuşmasında şöyle diyordu: “Biz dünyaya barış ve selamet mesajıyla geldik. Biz savaş ya da düşmanlık değil, ancak insanların hayrını istiyoruz ve bu inşallah gerçekleşecektir.” Bu kelimeler öyle kuru ifadeler olmaktan çok öte sözlerdi. Bu cümleler bir hakikati vurguluyordu ve kendisi yönetimde olduğu zamanda dahi fiilleriyle bu anlayışı temsil ediyordu. Öyle ki Mursi ilk yüz gün içerisinde yapmayı hedeflediği vaatlerin %75’inden fazlasını yüz gün sonunda yerine getirmişti. Hatta Al Jazeera “Mursi’nin 100 günü” isminde bir belgesel dahi hazırlamıştı bu başarılarından ötürü. Fakat bunu hazmedemeyenler, Müslümanların yaptığı başarılı hamleleri engellemeye çalışanlar ortaya iftiralar attılar, Mursi’yi zayıflatmaya çalıştılar ve darbeyi iple çekecek kadar vahşileştiler.
Bazı kesimler de Mursi’nin yönetimde başarısız olduğunu, ülkeyi iyi idare edemediğini ve pek çok hata yaptığını iddia ederek bu alçakça darbeyi meşru göstermeye çalıştılar. Rabiatul Adeviyye Meydanı’nda darbe karşıtı, hakkı ayakta tutmak için öldürülen yüzlerce insanın, kanı akıtılan binlerce kişinin acısını ve mazlum halini görmezden geldiler ve bu katliamın baş aktörü olan zalim Sisi’ye, orduya ve yönetimi devralanlara sempatik yaklaşmaya çalıştılar. Bu yapılabilecek en büyük haksızlık, en kötü muamele olmakla beraber ve onursuz bir yaklaşımın zirvesini oluşturmaktan başka bir şey değildi.
Darbe sürecine de katılmış bazı grupları da içinde bulunduran ve Mursi’ye karşı başlatılan protestoların arkasındaki oluşumların temel aktörü, kelime olarak “isyan”, “ayaklanma” anlamlarına gelen ‘Temerrüd Hareketi’nin, Mursi’nin istifası için sahte imzalar toplaması ve ülkeyi kargaşaların ve karışıklıkların içerisine sürükleyecek faaliyetlerde bulunması hiç şüphesiz Mısır tarihinde halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı’nı devirmeye yönelik planların aşamalarıydı. Ancak bizler inanıyoruz ki “Zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (İnşirah 5-6) Tarih de şahittir ki nice milletler gelip geçmiştir, nice Firavunlar ve Nemrutlar küfrün bayrağını taşımışlar, haksızlıklarıyla yerlerini almışlardır ama onlarla beraber Musalar ve İbrahimler de var olmuşlar ve onlara zulümle muzaffer olamayacaklarını göstermişlerdir. Onca zorluğa ve meşakkate yahut da az sayılarına rağmen Allah’ın yardımı ile zafere ulaşan ve kendilerine vaat edilen kolaylığı bulan Müminler de tarihte yerlerini almışlardır.
Darbe sürecini, bu zalimlerin tavırlarını ve geçmişte yaptıklarını şöyle bir hatırladıktan sonra bir daha bakalım Mısır’a. Bugün Mısır’ın zindanlarında hakkında idam kararı çıkan bir Yusuf daha var. Bugün Muhammed Mursi hakkında geçerliliği asla kabul edilemeyecek bir ceza verilmiş bir Yusuf daha var. Fakat bizler nasıl bu süreci izliyorsak muhakkak ki Allah da her şeyi bilerek, görerek ve duyarak izliyor. Bizim bu imtihanda neler yapacağımızı görmek istiyor âlemlerin Rabbi.
Susacak mıyız yoksa dua mı edeceğiz? Yürüyüşlere mi katılacağız ve tepkimizi ortaya mı koyacağız yoksa bu haberleri önemsemeden geçmeye devam mı edeceğiz? Eylemlerde mi bulunacağız ve imza kampanyalarına mı katılacağız yoksa tatlı uykumuza yenik düşmeye devam mı edeceğiz, bunu ispat etmemiz gerek. Ve daha neler yaparsak yapalım unutmayalım ki bu mücadele hep var olmaya devam etti. Hak ile batıl mücadelesidir bu. Hangi tarafta yer alacağımız yine yol ayrımında kaldığımız tercihimize bağlı. Yapabileceğimiz çok şey var. Öncelik kendimizden başlamak ve bir mum gibi bu farkındalığı çevremize yaymak. Umulur ki böylece zafere giden yolda bir tuğla da biz koymuş oluruz.
Abdullah Deniz