Günlük hayatımızda her an gördüğümüz trafik ikaz levhaları gibi insan hayatında da belirgin işaretler ve dönüm noktaları vardır. Bunlar, belirli gün ve gecelerdir.
Zamanın her anı değerlidir ve boşa harcanan zamanın telafisi mümkün değildir. Bu nedenle insan ömrünün her anı çok kıymetli, çok değerlidir. Ancak bazı zamanlar vardır ki onların kıymeti diğer zamanlardan daha fazladır. Halk dilinde “üç aylar” olarak anılan rahmeti, bereketi ve mağfireti bol olan manevi bir mevsime girmek üzereyiz. 20 Nisan pazartesi Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Miladi doğum yıldönümüyle beraber üç aylar olarak ta bilinen maneviyat mevsimine ulaşmış olacağız.
Modernleştikçe yalnızlaşan, imkânları arttıkça ruhi saffetini kaybeden günümüz nesilleri için bu maneviyat mevsimi, adeta boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış kimseler için, can simidi mesabesindedir.
Allah (c.c), önümüze bugünler sayesinde bitkin düşen ruhlarımızı ihya edecek altın bir fırsat daha koyuyor; Esasen buna sahici ve ilahî gündem de diyebiliriz. Zira gündelik hayatımızın akışı içinde farkında olalım veya olmayalım hayatın temel değerleri konusunda farklı yön ve hedeflere doğru kayıp gidebiliyoruz. İçinden geçtiğimiz şu kaygan zaman diliminde çoğu defa sahte ve sentetik gündemlerin bombardımanı altında adeta kendimizi kaybediyoruz. Sözünü ettiğimiz yapay gündemler, çoğu zaman bize dünyaya asıl geliş gayemizi unutturabiliyor. Hâlbuki Müslümanlar olarak bizler, bizi asıl gayemizden uzaklaştıracak türlü gündemlere karşı sürekli teyakkuz halinde olmalı ve bunların yol bulup ruhlarımızı kendi ağlarına almasına fırsat vermemeliyiz.
Elest Meclisi’nde Rabb’ine olan itaat ve sadakatini tereddütsüzce ortaya koyan insanoğlu, dünyada varlığını güçlendirdikçe ne yazık ki bu ezelî taahhüdünden uzaklaşma temayül ve gafletine düşüyor. Dünya hayatının karmaşa ve dağdağası, hayatın akışı içinde beklenilen veya beklenilmeyen olumsuzluklar veya sarhoşluk ölçüsünde şaşırtan bazı sevinç ve sürprizler, insanı hayatın temel değerleri konusunda farklı yön ve hedeflere kaydırıyor…
Ruhun sürekli şer entrikaları üreten, Rabbi’ne asi ve nankör bir nefisle mecburî arkadaşlığı, zaman içinde ondaki asalet ve masumiyetin de kaybedilmesine zemin hazırlar. Nefsin zulüm ve isyanlarına bulaşan ruhu, kasvet ve karanlık kaplar. İnsan, bunalım ve sıkıntılar içinde belki çok şeyler beklediği dünya hayatından da nefret etmeye, yaşama sevinç ve heyecanını tamamen kaybetmeye başlar.
Aslında Peygamber Efendimizin (sav) kılavuzluğuna giren bahtiyarlar, ruhun bu sıkıntılı dünya serüvenini, bu kadar ümitsiz ve karanlık durumlara düşmekten kurtarma fırsatına sahiptirler. Yeter ki dinin bu konudaki tavsiye ve öğütlerine samimiyetle kulak vermiş olsunlar. Belki bazıları serzeniş dolu bir ifadeyle insan ruhunun neden böylesine tehlikeli ve karanlık dehlizlerden geçirildiğini, ona lâyık olan gerçek anlamda huzurlu bir ortam olması gerektiğini iddia edecektir. Ruhlar esasında âlem-i ervahta öyle idi. Yüce Yaratan ruhun daha da gelişip olgunlaşması için beden evinde onun nefisle olan çelişkili beraberliğini takdir etti. Ta ki ruh, hayrın şerre galebesini sağlayabilmek için ciddî bir mücadele ve mücahedeye girsin diye…
İyi düşünülürse insanoğlunun var olduğu günden bugüne kadar bütün insanî değerler, yüce hasletler, üniversal erdemlerin tamamı; peygamberlerin başını çektiği ruhun nefse, hayrın şerre, kısacası hakkın batıla üstün gelme mücadelesinin ürünüdür. İnançlı ve asil ruhlu insan bu mücadeleyi yürütmeseydi bugün adalet, merhamet, sevgi ve özveri denilen yüce kavramları insanlık âlemi çoktan unutmuş olurdu.
Ruh ile nefsin mücadelesinde elbette ruhun da yenik düştüğü, çaresiz kaldığı yer ve zamanlar olacaktır. Fakat “zararın neresinden dönülürse kârdır” diyerek mücadeleye devam edenler, kendileri için sayısız telafi ve kazanç yolları bulacaklardır. Yeter ki sağlıklı bir durum tespiti yapıp azimle hedefe yönelebilmiş olsunlar.
Eksilerimiz ve eksiklerimiz…
Hangi noktada nihayete ereceğini bilemediğimiz dünya hayatının hiçbir garantisi olmadığını bilen insanların bu noktadaki en önemli gafleti ciddî bir nefis muhasebesi şuuruyla hareket etmemeleridir.
Günümüzde özeleştiri denilen nefis muhasebesi aslında insanın bulunduğu noktayı belirlemesi açısından çok önemlidir. Hayatın artı ve eksileri, kâr ve zararları, kısacası bilançosu çıkarılmadan durumumuz hakkında hiçbir değerlendirme yapamayız. Eksilerimiz ve eksiklerimiz fazla olabilir. Ama İlâhî rahmet ve yardımın sonsuzluğu karşısında hangi telafi edilmez zarardan söz edilebilir ki? İçten gelen gerçekçi bir pişmanlık ve halis niyetle yapılan tövbeler önce insanı zulüm, isyan ve şerrin pisliklerinden ve manevî sorumluluklarından arındırır. Daha sonra da insan ruhunda ateşlenen kulluk ve vazife aşkı; insanı hayra ve faydalıya yönelme yolunda büyük bir heyecan ve ihlâs duygusuyla titretir.
Günlük hayatın rutin telâşları içinde özeleştiriye hiç fırsat bulamayanlar, bazen nasıl olduğunun farkına varmadan dünyaya veda ediverirler. Zerre kadar bir iman kıvılcımı olsun kalplerinde kalabilmişse belki ilâhî rahmetle ebedî hüsrandan kurtuluş vizesi bile alabilirler. Fakat sık sık durumunu kontrol eden bahtiyarlar pişmanlık ve yakınmanın fayda verdiği bu fani âlemden çok daha mutlu ve kazançlı gitme şansına sahiptirler.
Gaflet diyoruz, günlük hayat düzeni diyoruz da ömrümüzün bu monoton gidişine renk katacak nice manevî fırsat ve imkânları çoğu kez görmezden geliyoruz. İşte Üç aylar tabir edilen mübarek günler, bu önemli fırsat ve nimetlerin ard ardına sıralandığı önemli bir manevî kazanç mevsimidir.
Recep, Şa’bân ve Ramazan-ı Şerîf aylarının aslında bütün gün ve geceleri feyiz ve bereket doludur. Üstelik manâ ve ruh yüklü Regâib, Mi’râc, Berât ve Kadir geceleri hiçbir maddî ve dünyevî ölçüyle değerlendiremeyeceğimiz ilâhî ikramlardandır. Biraz gönül uyanıklığı, dikkat ve samimiyetle bu gecelerin feyzinden yararlanabilirsek manevî yoldaki birçok eksiklerimizi telafi edebilir, Hakk’a halis kul olabilme yolunda gerçek istikametimizi bulmuş olabiliriz.
Elbette İbadetlere yoğunlaşma sadece Üç aylara mahsus değildir, olmamalıdır. Mü’min her anını değerlendirendir. Her gün yeni bir güneş doğuyor, her günle birlikte kimi bebekler ilk nefesini alıyor, kimilerse son nefesini veriyor. “Kim bilir, nerede, nasıl hangi saatte”…
“Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, Allah’a ve Resul’e icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O’nun huzurunda toplanacaksınız”.
Enes b. Malik ( r.a. )’dan şöyle rivayet edilir: Recep ayı girdiğinde Hz. Peygamber(sav) şöyle derdi: “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”
Ömer Aytaş