IŞİD’e karşı savaş iddiasını bahane ederek Suriye’ye giren Rus işgal güçlerinin vahşi katliamları sürüyor. Bu katliamlar ve saldırılar Rus işgal güçlerinin IŞİD’i sadece gerekçe olarak kullandığını gerçekte ise aynen İran’ın gönderdiği işgal güçlerinin yaptığı gibi katil Baas rejimini istemeyen, onun zulmünden kurtulmak ve özgürlüğüne kavuşmak isteyen halka ve bu halkın özgürlüğü için mücadele eden direniş güçlerine karşı savaştığını bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor.
Rus işgal güçlerinin IŞİD’i bahane ederken gerçekte Baas zulmüne karşı mücadele eden direniş güçlerini hedef aldığını, 25 Aralık Cuma günü gerçekleştirdiği saldırıda Şam’ın kırsal bölgesinde yer alan Doğu Guta mıntıkasında İslâm Ordusu (Ceyşu’l-İslâm) adlı direniş hareketinin komutanı Muhammed Zehran Alluş’u ve beraberindeki bazı hareket önderlerini hedef alarak şehit etmesi de açıkça ortaya koydu. Onun liderliğini yaptığı direniş grubunun IŞİD’le uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığı, son derece mutedil, tüm direniş gruplarıyla iyi ilişkiler içinde olmaya özen gösteren, silahlı mücadelesinde de sadece katil Baas rejimini hedef alan bir grup olduğu biliniyor.
Saldırıda hedef alınanların başında yer alan Alluş da değişik vesilelerle Türkiye’ye gelerek Suriye’yle ilgili toplantılara, etkinliklere katıldı. Baas rejiminin insanlık dışı uygulamaları ve bu uygulamalar karşısında verilen mücadelenin meşruiyeti hakkında önemli bilgiler sunan konuşmalar yaptı. Onun bu konuşmalarında da itidalli tavrı ve mücadelesinin sadece zulme karşı olduğu çok açık bir şekilde görülüyordu.
Fakat işgalci Rusya’nın müdahaledeki amacı iddia ettiği gibi IŞİD’e karşı savaş değil Baas diktasının geleceğini kurtarmak olduğu için saldırılarında da kesinlikle onunla arka planda işbirliği içine giren IŞİD örgütünü değil Baas zulmüne karşı kararlılıkla mücadele eden direniş örgütlerini hedef alıyordu.
İşgalci Rusya’nın böyle bir operasyon gerçekleş- tirmesinin amaçlarından biri de rejimi istemeyen, ondan kurtulmak isteyen halkı hedef almak ve mağdur edilen insanlara yardım ulaştırılmasını zorlaştırmaktı. İnsanî yardım faaliyetlerinin yürütüldüğü noktaların, insanlara ekmek dağıtmaya çalışan gezici fırınların ve yaralıların imdadına yetişmeye çalışan hastanelerin hedef alınmasının amacı da budur.
İnsanî yardım faaliyetlerinin yürütüldüğü kurumların ve merkezlerin hedef alınması konusunda Rusya’nın stratejisinin Baas güçleriyle İran’ın gönderdiği işgal güçlerinin stratejisiyle aynı olduğunu görüyoruz. Böyle bir stratejiye başvurulmasının amacı ise İran’la ve Rusya’yla işbirliği içinde olan rejimi istemeyen halkı göçe zorlamak, onun boşalttığı alanı ise uzun vadede bu rejime destek verecek bir etnik unsurla doldurmaktır.
İran’ın bu politikayı işgalci ABD ile işbirliği yaparak Irak’ta uyguladığını ve bugün bu ülkeyi bir arka bahçe haline getirdiğini görüyoruz. Ondan dolayı İran yine ABD ile koordinasyon içine girerek Irak’ın başbakanlığına getirdiği Nuri El-Maliki’yi işe yaramadığını gördüğü zaman da görevinden uzaklaştırdığı gibi bugün de onun yerine atadığı Haydar El-Ibadi’yi adeta bir İran valisi gibi kullanabilmektedir.
Aynı politikayı bugün de Suriye’de katil Baas rejimiyle ve işgalci Rusya’yla işbirliği içinde uygulamak istiyor. Ondan dolayı Suriye halkının her türlü insanlık dışı saldırılar yoluyla göçe zorlanmasının ve bu ülkenin adeta tasfiye edilmesinin ucunda böyle bir oyunun göründüğünü, IŞİD’in de aslında bu oyunun bir parçası olduğunu söylemek mümkündür.
Kendini “Hizbullah” olarak adlandıran ancak gerçekte Suriye’de şeytana hizmet eden güçlerin Hizb’i olarak savaşan örgüt vasıtasıyla Lübnan’da da bir arka bahçe oluşturmuş durumdadır.
Bütün bu gerçekleri masaya yatırdığımızda ve biraz geniş açıdan değerlendirdiğimizde, bundan yıllar önce bazı yorumcuların İran’ın Akdeniz’e uzanan bir Şii koridoru açma niyetinde olduğu hakkındaki tespitlerinin yanlış olmadığı neticesine varıyoruz. Buna Yemen’de Husi fitnesi vasıtasıyla yürütülen savaşı da eklediğimiz zaman Şii hilali teorisinin de yerinde bir tespit olduğu görülüyor.
İran’ın bu yayılmacı politikasında Şii kimliğini öne çıkarması ise işgalci siyonistlerin yahudi kimliklerini öne çıkarmaları gibi dinî farklılığı siyasi strateji için sömürmekten başka bir şey değildir.
Gerçekte ulusal çıkarları merkez alan pragmatist temelli bir yayılma politikası olduğu artık iyice gün yüzüne çıkmıştır. Irak ve Yemen’de yürüttüğü savaşta ve Afganistan’la ilgili stratejik tavrında ABD ile, Suriye’de ise Rusya’yla işbirliği yapması gerçekte dini duyarlılığının olmadığını, dinî duyarlılık ve ilkeleri tamamen arka plana attığını, tam aksine kü- resel emperyalizmin bütün kanatlarıyla işbirliğine, bu işbirliğinde ve çıkarcı hesaplarında da binlerce değil yüz binlerce hatta milyonlarca insanın öldürülmesine zemini hazırlamaya açık olduğunu ortaya koymuştur. Böyle bir anlayışı hâlâ dinî duyarlılıkla destekleyebilecek kadar basiretsiz olanların da Yüce Allah’ın basiretlerini açmasını dilemekten başka söyleyebileceğimiz bir şey yok.
Suriye Direnişinin Riyad Toplantısı
Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde ve Kral Selman bin Abdülaziz’in çağrısıyla 8 Aralık 2015 tarihinde bu ülkenin başkenti Riyad’da, Suriye’deki direniş gruplarının bir toplantısı oldu. Toplantıya El-Kaide yanlısı olduğu düşünülen Nusra Cephesi çağrılmadı. Katil Baas rejimiyle işbirliği içindeki PYD ile direnişi sürekli arkadan vuran IŞİD örgütü ise her ne kadar kendilerini “muhalefet” olarak tanımlasalar da direnişin bir parçası olarak kabul edilmedikleri için hesaba katılmadılar.
Riyad’daki toplantıda, direniş grupları bazı şartlara bağlı olarak rejim tarafıyla masaya oturmayı ve ateşkes sağlamayı kabul ettiklerini açıkladılar. En önemli şartları ise ülkede siyasi bir istikrar sağlanması için geçiş süreci başlatılması, ama bu süreçte Beşşar Esed’in devreden çıkarılmasıydı.
Fakat İran’da dinî lider olarak tanımlanan Ali Hamaney’in uluslararası ilişkiler alanında danışmanı olan Ali Ekber Velayeti daha önce El-Cezire’nin kendisiyle yaptığı röportajda Esed’in kendileri için kırmızı çizgi olduğunu ve ona dokunulmasına izin vermeyeceklerini söylemişti.
Riyad’daki toplantıdan sonra da Aralık ayının sonuna doğru Katar Dış İşleri Bakanı Halid ibnu Muhammed El-Atiyye Moskova’ya bir ziyaret düzenleyerek Rus yöneticileri ikna etme amaçlı görüşmeler yaptı. Ancak onun girişimlerinin sonuçları Rus yöneticilerin de Esed konusunda İran’ınkiyle aynı tutumu sergilediklerini gösteriyordu.
El-Atiyye görüşmeler sonrasında yaptığı açıklamada, Beşşar Esed’in kendi halkına karşı terör uygulayan biri olduğunu ve terörle savaştıklarını iddia edenlerin en başta ona karşı savaşmaları gerektiğini fakat Rus yönetiminin Esed’e sahip çıktığını dile getirdi.
Katil Baas rejiminin ve onun başındaki diktatör Esed’in saltanatını korumak amacıyla Suriye’yi işgal eden, bu zulüm rejimini istemeyen halka ait her şeyi hedefine yerleştiren katil güçlerin bu tutumu devam ederken Riyad’daki toplantıda alınan kararların uygulamaya geçirilmesi de mümkün olmadı tabii ki.
Putin’in Yıllık Basın Toplantısının Ana Konusu Türkiye’ydi
Rusya cumhurbaşkanı Viladimir Putin’in her yıl, yıllık değerlendirme amaçlı bir genel basın toplantısı düzenlediğinden bu yıl dünya kamuoyunun da haberi oldu. Çünkü bu yıl Türkiye’yle ciddi bir gerginliğe girmesi ile ilgili gelişmeleri merak ediyordu ve Putin’in genel basın toplantısının ana gündem maddesi de bu konuydu. Ondan dolayı basın organlarının ilgisi bu yıl daha yüksekti ve 1400 civarında basın mensubu katıldı. Fakat toplantının dikkat çeken yanı katılım sayısından ziyade konuşulanların dünya kamuoyuna yansıtılmasıydı. İçerikten en çok yansıtılan hususlar Türkiye’yle ilgili açıklamalarıydı.
Putin’in yıllık basın toplantısındaki açıklamalarında daha çok karamsar ve tehditkâr tavır öne çıkıyordu. Ancak sonraki dönemde bu tutumun Rusya’nın da epey zararına olacağını nispeten anladığı o yüzden tansiyonu biraz düşürdüğü gözlemleniyor. Bununla birlikte tehditkâr tutumunu tamamen bırakmak istemediği de gözden kaçmıyor.
Putin’in bu tutumu aslında Rusya’nın, hava sahası ihlalinin cezalandırılması karşısında global alanda imajının yıpranmasına karşı Türkiye’yi geri adım atmaya ve üstü kapalı bir şekilde de olsa pişman oldu- ğunu itirafa zorlamak suretiyle imaj kurtarma operasyonuna gitmektir. Gerçekte izlediği tutumun Rusya’ya da ağır bir maliyetinin olduğunu görmemesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu tutumunu uzun süre devam ettirmesinin kolay olmayacağını Rusya’yı iyi tanıyanların hiçbiri bilmiyor değil. Eğer öyle olsaydı İran’ın “dinî lideri” olarak tanımlanan Ali Hamaney, Cuma imamlarına Cuma hutbelerinde Rusya’nın zafer kazanması için dua etmeleri, Türkiye’ye de aşağılayıcı, çirkin ifadelerle saldırmaları, adeta beddua etmeleri üzere talimat verme ihtiyacı duymazdı.
ABD Silahlı Güçleri “Yanlışlıkla (!)” Katliamlar Yapmaya Devam Ediyor
Suriye’de bir yandan doğunun işgalci ve emperyalist güçleri saldırılar ve katliamlar sürdürürken bir yandan da Batı’nın güçleri saldırıyor. Bilindiği üzere ABD’nin öncülüğünde “uluslararası koalisyon” adında bir hava operasyon gücü oluşturuldu. Onların da Suriye’ye müdahale etmelerinin gerekçesi IŞİD. Fakat onlar da görünüşte bu örgütü kendilerine gerekçe olarak gösterseler de gerçekte Baas diktasının geleceğini kurtarmak için savaşıyorlar.
İlginç olan bir şey de bu güçlerin zaman zaman daha önce Afganistan’da ve Pakistan’da yaptıkları gibi “yanlışlıkla” katliamlar yapmaları. Bu katliamlarında bazen küresel emperyalizmin hesabına savaştırılan yerli güçler katledilirken bazen de savaşla hiçbir ilgileri olmayan ama evlerinde güven içinde yaşama fırsatı da kendilerine verilmeyen sivil ailelerin topluca katledildiği oluyor. Yanlışlıkla yapılan katliamlarda kendilerine askerî üs veren Irak’ı hedef aldıkları da oluyor.
İslâm Dünyasındaki Gelişmeler
Irak Yönetiminin Türkiye’ye Kafa Tutması: İran’ın Suriye’ye yönelik saldırılarında Irak’ı adeta bir askerî üs edinmesine, bölgedeki saldırıların eli kanlı baş komutanı Kasım Süleymanî’yi buraya yerleştirmesine, aynı şekilde uluslararası koalisyonun IŞİD bahaneli hava saldırılarında bu ülkeyi askerî üs olarak kullanmasına ağzını açmayan veya açamayan Irak Başbakanı Haydar El-Ibadî’nin tam da Rusya ile gerginliğin başlamasının ardından Musul’daki askerlerinden dolayı Türkiye’yi sıkıştırması düşündürücü. Bu askerlerin Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi ile ilişkili ve Musul’a yönelik tehditlere karşı önceden yerleştirildiğinin bilinmesine rağmen Rusya’nın uçağının düşürülmesiyle başlayan gerginlikten dolayı böyle bir politikaya başvurulmasının sipariş bir tavır olduğu çok açık bir şekilde ortada.
Filistin’de Kudüs Intifadası Sürüyor: Siyonist işgal güçlerinin Kudüs’ün İslâmi kimliğini değiş- tirme ve Mescidi Aksa’yı paylaştırma planlarına tepki olarak patlak veren Kudüs İntifadası bütün şiddetiyle sürüyor. İşgal rejiminin saldırgan tutumuna ve özellikle gençleri sebepsiz yere katletmesine rağmen direniş eylemleri günden güne hızını artırarak devam ediyor. Bu eylemler de tabii ki siyonist işgal rejimini telaşlandırıyor. Burada sadece özet bir bilgi verdiğimiz Kudüs İntifadası hakkında aylık Vuslat dergisinin Ocak 2016 sayısı için yazdığımız yazıda ayrıntılı bir bilgi vermeye çalıştık. Bu yazımızı derginin yayınlanmasından sonra kişisel web sitemizden (www.vahdet.info. tr) de okuyabilirsiniz.
İşgalcinin Yargı Anlayışı: Filistinli Kıpırdadığında Suçlu, Işgalci Yaksa da Haklı: Siyonist işgal rejiminin yargı organları, kontrol noktalarında Filistinli gençlerin şüpheli hareket yaptıkları o yüzden askerlere karşı bıçaklı eylem yapmalarından şüphelenildiği için öldürüldüklerini söylemeleri durumunda işgalci askerleri haklı çıkarıyor. Buna karşılık yahudi yerleşimcilerin 30 Temmuz 2015 Cuma günü Nablus’un Duma köyünde Devabişe ailesini, gecenin geç vakitlerinde aile efradının uykuda olduğu saatte evlerini ateşe vererek yakan yerleşimci çeteyi beraat ettirdi. O olayda bir buçuk yaşındaki Ahmed evde, baba Sa’d ve anne Riham hastanede hayatını kaybetmişti; dört yaşındaki Ali ise derisinin büyük bir kısmı yandığı için hâlâ tedavi ediliyor. İşgal yargısı onları yakan çetenin başkanını psikolojik sorunları olduğu gerekçesiyle serbest bıraktı, çetenin bir elemanını da hapishaneden çıkarıp güya ev hapsine mahkûm etti.
Türkiye, İsrail Karşısında Şartlarından Vazgeçecek mi?: Türkiye ile İsrail arasında İsviçre’de başlatılan görüşmelerde henüz bir sonuca varılmadan siyonist işgalcilere ait medya organlarının her şey olmuş gibi yansıtmaları Filistin’de ve İslâmî camiada telaşa neden oldu. Türkiye’nin işgal rejimi karşısında kararlı duruşu Filistin davasının bayraktarlığını yapanlar açısından büyük önem arz ediyor. Filistin davasının İslâm âleminde bir merkezi dava olduğunun ve onunla ilgili tutumda gösterilecek kararlılığın önemli bir kazanım olacağı unutulmamalıdır.
Riyad’da Teröre Karşı İslâm Ülkeleri Askerî Koalisyonunun Kuruluşu: Suudi Arabistan geç- tiğimiz Aralık ayında birçok önemli uluslararası toplantıya ev sahipliği yaptı. Bunlardan birinde de İslâm ülkeleri arasında teröre karşı bir askerî koalisyonun oluşturulduğu açıklandı. Çağımızda terör, birçok askerî faaliyetin dayanağı oluyor. Fakat haklı ve meşru direniş ile terörü ayırmak, resmî terörü de diğerinden ayırmamak gerekir. Katar Dış İşleri Bakanı El-Atiyye’nin Moskova’da yaptığı açıklamada vurguladığı gibi Beşşar Esed’in yaptığı da kendi halkına karşı terördür. Aynı şekilde Filistin topraklarını işgal altında tutan siyonist saldırganın ve cuntacı Sisi’nin yaptığı da terördür. Gerçek işbirliği bütün bu terörlere karşı durduğu zaman ortaya çıkmış olacaktır.
Libya’da Sağlanan Anlaşma Ne Kadar Uygulanabilecek?: Libya’da Tobruk’u merkez edinen Halife Haftar fitnesiyle Trablus’taki yönetim arasında silahlı kavganın sona erdirilmesi için 17 Aralık 2015 akşamı Fas’ın Suheyrat şehrinde anlaşma imzalandı. BM Özel Temsilcisi Martin Kobler’in aracılık ettiği anlaşmada bir geçiş hükümeti kurulması ve iki tane meclis oluşturulması kararlaştırıldı. İki yıl sürmesi öngörülen geçiş sürecinden sonra da seçim yapılması planlanıyor. Ancak önemli olan bu anlaşmanın uygulamaya geçirilmesi. Uygulama aşamasıyla ilgili gelişmeleri de inşallah önümüzdeki aylarda değerlendireceğiz.
Yemen’de Husi Fitnesine Karşı Savaş Sürüyor: Yemen’de İran’ın ve ABD’nin lojistik deste- ğine güvenen, eski diktatör Ali Abdullah Salih döneminden kalma askerî güçleri de arkasına alan Husi fitnesiyle Suudi Arabistan’ın ve Körfez ülkelerinin desteklediği eski cumhurbaşkanı Abdurabbih Mansur El-Hadi’nin liderliğindeki Halk Direnişi Hareketi arasında savaş sürüyor. Aralarında görünüşte ateşkes anlaşmaları sağlansa da fiiliyatta çatışmalar devam ediyor ve gerçek anlamda bir ateşkes henüz sağlanmış değil.
- Yazara Yaz