Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Kim (yaşantısıyla) bir topluluğa benzerse (o kişi) o toplumdan olur.”
“Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.” (Tirmizi)
Bu hadisleri duyduğumuz zaman özellikle de aralık ayında duyduğumuz zaman doğal olarak hemen hepimizin aklına ilk gelen şey yılbaşı kutlamaları oluyor. Çünkü toplumumuzun imanî yönden karşı karşıya kaldığı en büyük tehlikelerden biri yılbaşı kutlamalarıdır.
“Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez…” (Maide: 51)
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlü’dür, iman edenlerdir…” (Maide: 55)
Yılbaşı kutlamaları günahın da ötesinde imanın tehlikeye girmesidir. (Hıristiyanların bayramı diye kutlanırsa kişiyi küfre düşürür.)
Gayrimüslimlerin bayramlarında sevinmek, onların kutsal saydığı günleri kutlamak, onların adetlerine uymak, onlara benzemek kesinlikle caiz değildir. Büyük günahlardandır.
“Noel gününde, Hıristiyanların diğer bayram günlerinde onlara uymak gayesi ile onların yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyetiyle, çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri yemek caiz değildir. Bu hareketler kişiyi küfre düşürür. Ondan sakınmak gerekir.”(İbni Nüreym, el-Bahrir Raik 5/133 el- Fetevâ el- Hindiyye 2/296)
İşte bundan dolayıdır ki, önce imanın ne demek olduğunu, imanın getirdiği sorumlulukları bilmeliyiz ki kurtuluşa erebilelim.
İman öyle bir teslimiyettir ki, hayatı olduğu gibi Allah’a teslim etmektir. Kişinin, başkalarının hâkimiyeti bir yana, kendisinin dahi canları ve malları konusunda serbestçe hareket edemeyecekleri şekilde tam anlamıyla Allah ve Resûlüne boyun eğmeleri, mutlak olarak ona teslim olmaları demektir.
“Ancak Allah’a, Peygambere itaat eden büyük bir kurtuluşla kurtulmuştur.” (Ahzab: 71)
“Kim Allah’a ve Peygamberine başkaldırır da yasaklarını aşarsa alçaltıcı azap onadır. Onun hakkı ebedi kalacağı cehennemdir.” (Bakara:151)
Resûlullah (sav) buyurur ki: “Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse muhakkak ki Allah’a isyan etmiş olur.”
Demek ki kurtuluşumuz Allah’ın emirlerine boyun eğmek ve Resûlünün yolunu takip etmekten geçmektedir.
Onların yolunun takipçisi olmak demek yalnızca “Elhamdülillah ben Müslümanım” demekle olmadığını, bu imanımızın üzerimizde bir tezahürünün olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Nasıl ki, üniversite sınavına girmeden, oraya kayıt yaptırmadan, onların programına uymadan ben üniversiteliyim diyemediğimiz gibi. Veya A üniversitesine giderken B üniversitesinin kimliğini üzerinde taşırsan onların programını uygulamaya kalkarsan, A üniversitesi programımıza uymuyor diye, B üniversitesi de kayıt yaptırmadı diye seni kabul etmediği gibi.
İşte bunun içindir ki amellerimiz bizim kimliğimizdir. Kıyafetlerimiz, bakışımız, duruşumuz, gülüşümüz, konuşmamız, ev düzenimiz ve her şeyimiz bizim kimlik bilgilerimizdir.
Mesela Allah ve Resûlünün kriterlerine uygun tesettürümüzle kâfir bir topluluk içinde bulunsak dahi Müslüman biri olduğumuz hemen anlaşılacaktır. Haram kılınan bir şeye bakmaktan gözümüzü çeviriyorsak flört teklifine bu haramdır diyerek duruşumuzu sergiliyorsak, yalan konuşmuyor, iftira atmıyor, insanlar arasına fitne sokmuyorsak, evimize girildiği zaman kilise değil de cami maneviyatını yansıtıyorsak, dilimizle söylemeye hiç gerek olmadan kimliğimizi ortaya koymuşuz demektir. Çünkü kimliğimiz üzerimizdedir.
Bundan dolayıdır ki Resûlullah (sav) bizlere her fırsatta kâfirlere muhalefet etmemizi istemiştir. Muharrem orucunu Yahudilere muhalefet olsun diye yalnızca 10. günü değil 9-10. veya 10-11. günlerini birlikte tutmamızı emretmiş yine Resûlullah Mekke’de iken müşriklere muhalefet olsun diye saçlarını yan tarafa Medine’de ise Yahudilere muhalefet olsun diye saçlarını ortadan ayırmıştır.
Çünkü amellerimiz imanımızın dışa yansımasıdır. İnsanın amelleriyle düşünce kodları arasında güçlü bağlar vardır, ilki diğerinin sonucudur. Bundan dolayıdır ki, Resûlullah’ın (sav) sahabelerinden Hz. Huzeyfe (ra) “Ahlak ahlaka benzemedikçe kılık kılığa benzemez.” sözüyle İbni Mes’ûd’un (ra) “Kalp kalbe benzemedikçe kılık kılığa benzemez.” sözleriyle bu konuya dikkat çekilmiştir.
Bu konuda Arif Nihat Asya da ne güzel söylemiştir:
Bize bir nazar oldu…
Cuma’mız pazar oldu…
Bize ne oldu ise…
Hep azar azar oldu…
Bugün neyi, ne için, neden kutladığımızın farkında olmadan Yüce Rabbimizin gazabını gerektiren nice ameller işliyoruz da farkında değiliz. Yılbaşı dolayısıyla caddelerimiz, vitrinlerimiz hatta daha da vahimi evlerimiz çam ağaçlarıyla, Noel Baba yalanının resim ve heykelleriyle süsleniyor.
Kurban Bayramımızda hayvan hakları, hayvan katliamı vs. diye bahaneler ile İslâm’ın kötü gösterilmesine gayret gösterenler, İslâm’a saldıranlar Noel’de hindi kesimine, ağaç katliamına neden ses çıkarmazlar?
Kâfir değilim demek kolaydır. Ama kâfirlerin ameli gibi amelim yok demek zordur. Resûlullah (sav) buyurur: “Nice insanlar var ki, sabah evinden Müslüman olarak çıkar ama akşam evine kâfir olarak döner. Nice insanlar da vardır ki akşam Müslümandır ama sabah kâfir olarak sabahlar.” yine “Nice küçük görülen iyilikler vardır ki bu Allah katında ecri büyüktür. Nice küçük görülen günahlar da vardır ki bu Allah katında büyük bir azaba vesiledir.”
Ve tüm bu amellerimiz, düşüncelerimiz, sözlerimiz sonucunda bizi ya ebedi kurtuluş veya helak oluş bekliyor. Bizleri uyaran Allah Resülü (sav) buyurur ki “Cennet size ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.”
İşte tüm bu bilgiler çerçevesinde nereye gideceğimizi belirleyecek olan imanımız, salih amellerimiz ve İslâm ahlakımız olacaktır. Bundan dolayı imanımızın tezahürü olan amellerimizi, ahlakımızı kimlik bilgileri olarak üzerimizde taşıyarak Müslüman etkilenen değil etkileyendir deyip Elhamdulillah Ben Müslümanlardanım, Ben Onlardan Değilim Ya Resûlullah! diyebilmek dileğiyle…