Zevale uğruyor
Birer birer her şey
Bak işte! gün bitti
Güneş de gitti
Kadınların gözlerindeki sızıya
Teselli bir yıldız kaydı gökyüzünden
İnsanlarsa hiç uyanmadı
Onlar zaten
Hiç uyanamazdı.
İsimsiz, sualsiz, nefessiz
Geçiyorum şehirlerden
Elimde âsâ-i mûsa
Yarıyorum tüm kalabalıkları
İnsanlığa karşı bir suç işlemişçesine
Başım yorgun ve öne eğik
Şehirler ki bir annenin
Gözlerinden toprağa değen yaşlarla yoğurur çamurunu
Şehirler ki bir telâşın hüznü…
İzini sürüyorum beni âdem kılan yağmurun
Sonsuzluk meyvesinin ve Havvâ’nın
Hangi cennet bahçesidir bu kovulduğum?
Hangi günahtır annemin rahminden atılmama sebep?
Daha kaç tevbe gerek rabbim!
Söyle de yetsin
Uzatabilseydim eğer kalbimi sonsuzluğa
Utanırdı kâinattaki bütün güller
Kuşlar, uçmayı kusur
Ağızlar, sözü noksan sanardı
Çilelerse çekilememekten bıkardı
Bazen haykırırdım dağlara
“İçimden gidip dağlara kafa tutmak gelirdi” *
Ey Tûr, Ey Sevr ve sen Ey Cudi!
Neden taşımadınız bu emaneti?
Şikayetçiyim!
Kararan gözlerim, çöken omuzlarım, ağaran saçlarım
Takatsiz ayaklarım ve yorulan kalbim adına
Şikayetçiyim sizden!
Bak! zevale uğradı zaman
Mevsim, çiçek, rüzgâr, bulut, kâinat
Tanrı’nın noksanlığından değil bu olanlar
Noksansızlığına şâhit olsun diye kuruldu bütün aynalar
Bilinsin
Bir ölüm kaldı diri ve hoyrat
Bir ölüm kalacak
Diri ve hoyrat…
*Câhit Zarifoğlu’dan alıntı
Esengül BATUR