İslam’ın ilk ve en güzel örnekliğini sergileyen sahabeyi, bir ümmet olarak hep hatırımızda tutmamız gerekir. Onları, hayırla yâd etmemiz ve bu seçkin zümrenin çağlarında üstlendikleri görevleri ve rolleri bizlerin de yaşadığımız dönemde üstlenmemiz elzemdir. Peygamberlerin bu dostları, insanlığın şahit olduğu en hayırlı kuşaktır. Onları tanımak, onların İslam’ı yaşadığı gibi yaşamaya çalışmak bizim için elbette büyük bir görevdir.

Tüm peygamberlerin hayatları, bizler için önemli birtakım mesajlar barındırırken o peygamberlere yardımcı olan sahabenin de havarilerin de yaşadıkları, bizler için birer örneklik teşkil etmelidir. Bizlerden de beklenen bu hayatlardan ibretler alıp yaşantımızı bu pusulaya göre şekillendirmektir. Allah (c.c.), tüm çağlarda insanlardan belirli bir akideyi kabul etmelerini istemiş ve insanlığın karanlıkta yürümek zorunda olduğu dönemlerde tıpkı peygamberler ve sahabiler gibi hayatlarıyla bizlere söyleyeceği bir şeyleri olan temiz şahsiyetler de göndermiştir. Bunlardan biri de cahiliye döneminin muvahhidi, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’dir. Onun sahabi karakterli samimiyeti, tavizsiz kişiliği, hakkı arayış çabası, selim akılla düşünebilme kabiliyeti ve tevhit konusundaki duruluğu, örnek alalım diye tarihin sayfalarında yer almaktadır.

Cahiliye Döneminde Kureyşliler, her yıl kendi elleriyle yaptıkları putların etrafında toplanır, onlara kurbanlar adar, hediyeler sunarlar, bugünü de kendilerine bayram sayarlardı. Yine bu günlerden birinde Zeyd b. Amr, Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris ve Ubeydullah b. Cahş gibi şahsiyetler kavimlerinin bu sapkın anlayışından sıyrılmayı akıllarına koymuşlardı. Adı geçen kişiler bir araya gelerek ruhlarını tatmin etmeyen bu beşerî dinden sıyrılıp kendilerine semavi bir din arayışına girdiler. Uzun bekleyişin sonucunda Zeyd b. Amr dışındakiler Hristiyan oldular. O ise ne putperestliği ne Hristiyanlığı ne de Yahudiliği kabul etti. Kendi ifadesiyle “İbrahim’in (a.s.) Rabbine” ibadet ederek Hanif olarak yaşadı. Çünkü insanların şekil verdiği hiçbir din onu tatmin etmedi. Zaten bu ruha sahip bir insanı tatmin etmesi de beklenemezdi.

Ona isnat edilen bir beyit şöyledir:
“Bir Rab mı yoksa bin rab mıdır, işler bölüştürüldüğünde din edindiğim?”
İşitmediği hâlde kalbi ve aklıyla tevhidi benimsemiş olan Zeyd’in bu ifadesi, Kur’ân’ın şu ayetiyle ne kadar da örtüşmektedir: “Ey hapishane arkadaşlarım! Çeşit çeşit tanrılar mı ya da gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı (inanıp bağlanmak için) daha iyi?” (Yusuf, 39).

Zeyd, fetret devrinin belirsizliğine rağmen cahiliye toplumunda yaygın olan birçok âdet ve uygulamadan, ayrıca daha sonra gelecek olan ve İslam’ın da kabul etmeyeceği bu çirkinliklerden her zaman uzak durdu. Bununla yetinmeyip bu çirkinliklere bulaşan insanlara da iyiliği emreder, onları kötülüklerden sakındırmaya çalışırdı. O, zinaya ve faize karşı insanları uyarır, kız çocuklarının toprağa diri diri gömülmesini engellemeye çalışırdı. Babaları tarafından gömülmek istenen kızların geçimini üstlenir, yetişkin hâle gelinceye kadar onlarla ilgilenirdi. Putlar adına kesilen hayvanların etinden yemez ve bu konuda şöyle derdi: “…Ancak Allah’ın adıyla kesilenden yerim. Koyunu Allah yarattı. Semadan yağmur yağdırdı, yerden ot bitirdi. Sonra siz de bu hayvanı Allah’tan başka ilahlar adına kesiyorsunuz!”
Zeyd, putperestlikten kaçıp Hristiyan ve Yahudilerin dinlerini de öğrenince şu sonuca vardı: “…Allahım! Şahit ol ki ben İbrâhim’in dinindenim.” (Buhârî). “Ey Allah’ım, Ey İbrahim’in ilahı, dinim İbrahim’in dinidir.” (Nesâî).

Ne var ki bu dinin gereklerini bilmediğinden Kâbe’ye dönüp şöyle hayıflanırdı: “Allah’ım! Sana ibadet etmenin en iyi yolunun ne olduğunu bilseydim sana öyle ibadet ederdim, ne yazık ki sana nasıl ibadet edeceğimi bilmiyorum!” Bazen devesinin üzerindeyken secde ederdi. Bazen de Kâbe’ye yönelerek namaza benzer bir ibadeti yerine getirirdi. (İbn Hacer).
Ölümünden sonra Zeyd b. Amr’ın aşere-i mübeşşereden olan oğlu Saîd b. Zeyd, Hz. Ömer (r.a.) ile birlikte Resûlullah’ın (s.a.s.) yanına giderek “Eğer babam size erişebilseydi iman ederdi, onun bağışlanmasını dileyebilir misiniz?” diye sorunca, Resûlullah da (s.a.s.): “Elbette onun için istiğfar ederim, o tek başına bir ümmet olarak haşredilecektir.” cevabını vermiştir. (Müsned-i Ahmed).
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’in şahsında, şahit olduğumuz ve İbrahim (a.s.) gibi tek başına bir ümmet olmasını sağlayan temel unsur ondaki tevhit bilincidir. O, bu temel meseleyi kavrayabildiği ve kabul ettiği için hakikatin açık olmadığı, peygamberin henüz görevlendirilmediği fetret döneminde tüm peygamberlerin gönderiliş amacına, İslam’a, Allah’ın (c.c.) rızasına uygun hareket edebilmiştir.

Asrımızda hakikat tüm yönleriyle ortaya konulmuş, hakikate ulaşma yolları bu kadar çeşitlenmiş ve “kolaylaşmışken” insanların tevhitle ilgili problemleri azalmamıştır, aksine esas olan tevhit çok az gündeme gelmiş, belki de diğer birtakım önemsiz konuların gölgesinde kalmıştır. Hâl böyleyken tevhit, kalbimizde ve aklımızda hakkıyla yer ederse, hayatımız hem maddi hem de manevi olarak bir dengeye ve doyuma ulaşabilir. Böylece dünya ve ahiretle ilgili sıkıntılarımız çözülmüş olur. Ancak bu noktadan hareket edilirse hakikat anlaşılabilir, niyetler ve fiiller değer görür. 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?