Bu yazıyı yazmak isterken ilk başta Seyda Şeyh Muhammed Mes‘ud’un aile bilgilerinin ağır bastığı bir yazı olmasını düşünmüştüm ancak, daha sonra buna gerek olmadığına kanaat getirdim. Nitekim mensup olduğu aile tanıtılmaya ihtiyaç duymayan maruf bir ailedir. Bu sebeple kendisini kısaca tanıttıktan sonra onun şahsî hâllerini, ilmî derinliğini, talebeleriyle ve insanlarla olan ilişkilerini elimden geldiğince aktarmaya çalışacağım. Konuya geçmeden önce bir âyet ve birkaç hadis-i şerife yer vermek istiyorum.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de meâlen şöyle buyurmaktadır: “Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar.” (Fatır, 28)
Bu ayet, Yüce Allah’a karşı gerçek anlamda derin saygı duyan ve ona karşı gelmekten hakkıyla sakınan kullarının ilim ehli olan âlimler olduğunu ifade etmektedir. Bizler, Yüce Allah’ın kulları arasından kendisine ilim ve ibadetle yakınlaşan kullarına kendi katından lütuflar ihsan ettiğini biliyoruz. Şeriatın zahire göre hüküm verdiğinden hareketle biz de bu lütuflara mazhar olan o âlimlerden birinin de kedisinden ders aldığımız Üstadımız Seyda Şeyh Muhammed Mes‘ud olduğu kanaatindeyiz.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bazı hadis-i şeriflerinde meâlen şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz âlimler peygamberlerin varisleridir ve peygamberler ne altın ne de gömüş miras olarak bırakmışlardır. Onlar sadece ilmi miras olarak bırakmışlardır. Her kim ilmi tutar ve alırsa o büyük bir pay almıştır”.
“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir”.
“Sizden bana en sevimli ve kıyamet gününde benim meclisime en yakın olanınız ahlakı en güzel olanlarınızdır”.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in bu hadis-i şeriflerinden yola çıkarak Üstadımız Seyda Şeyh Muhammed Mes‘ud hakkında şunları söyleyebiliriz:
– Peygamberlerin varisi olabilme yoluna namzet olan birinin dünyaya sırtını verip yönünü ahirete çevirerek olması gereken güzel ahlakları da kendinde barındırarak şeriatı insanlara öğretip onlara hizmet etmeyi kendine şiar edinmesidir. Seyda Şeyh Muhammed Mes‘ud’un hayatının bundan ibret olup dünya ile pek işi olmayan ve zühdü hayatında asıl maksat edinen biri olduğuna şahidiz.
– Kendisi, hayatını Kur’ân, Sünnet ve Kur’ân’ın ve Sünnet’in anlaşılmasına vesile olan İslâmî İlimlerin eğitimini vermeye hasretmişti.
– Ahlakın en güzeli olan tevazu, muhabbet, şefkat, insanlara yararlı olmak, dünya malına ve insanların elinde olanlara sırt çevirmek gibi güzel hasletlere sahip olduğuna da şahidiz.
Allah’ın ve Resul’ünün övdüğü âlimler hakkındaki bu âyet ve hadislere yer verdikten sonra şimdi Seyda Şeyh Muhammed Mes‘ud hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
Seyda Şeyh Muhammed Mes‘ud 1955 yılında Seyda Şeyh Muhammed Âsım’ın üç oğlundan ikincisi olarak Bitlis’in Mutki ilçesine bağlı Oxîn (Koyunlu) köyünde dünyaya geldi. Babası, Şeyh Fethullah Werqânisî’nin torunu ve Şeyh Alâüddin’in oğludur. Aile olarak hem ilmî hem tasavvufî anlamda bölgenin en köklü ailelerindendirler. Kendisi sadece Mes‘ud ismiyle meşhur olsa da verdiği icazetlerde ismini Muhammed Mes‘ud olarak yazardı. İlmî tahsilini babasının yanında tamamlayıp icazetini aldı. Daha sonra babasına intisap ederek başladığı seyr-u sülûkunu da tamamlayarak kendisinden tasavvuf hilafetini de aldı.
Oxîn’e yolu düşen ya da Oxîn’de okuyan herkes bilir ki oradaki Âlimlerin hayatı ev, medrese ve camiden ibarettir. Onların tasavvuf anlayışının özü istikamet ve zühttür. Şeriata aykırı veya dinde aşırılık olarak görülen şeylerden son derece kaçınırlar. Seyda Şeyh Muhammed Mes‘ud’un hayatı da tamamen ibadet, zikir, züht ve talebe yetiştirmekten ibaretti. Bu konuda Seyda Şeyh Muhammed Mes‘ud zaten kendine has bir tevazua, muhabbete, zühde ve takvaya sahip bir yaşantıya sahipti. Hiçbir insanda şahit olmadığımız muhabbet ve şefkati kendisinden görürdük. Bir babadan daha fazla talebelerine muhabbet gösterir ve onları şefkat ile sürekli kucaklayıp başlarını okşardı. Talebelerini o kadar candan ve yürekten severek bağrına basan bir başka insana şahit olmadım. Derse gittiğimizde çoğu zaman derse başlamadan önce başımızı kucağına alır ve bizi sevdikten sonra derse başlardık. Hep güler yüzlü bir şekilde bize ders verir ve sorduğumuz hiçbir sorudan rahatsız olmadan bütün sorularımıza büyük bir sabırla cevap verirdi. Seyda’nın ilmî derinliği ve meselelere vukufiyeti herkesçe bilinen bir şeydi. Kendisinden ders aldığımızda mütalaa yapmadan derse gitmezdik. Mütalaa yaptığımız sırada bazı işkâlleri fark eder ve bunların çözümünü bulmak için gayret sarf ederdik. Ertesi gün ders esnasında bunları Seyda’ya sorduğumuzda sanki işkâlleri cevapları ile beraber daha yeni okumuş gibi bize cevap verirdi.
Tevazuu ve karşılıksız ve tükenmeyen muhabbeti ile bizi derinden etkilerdi. O kadar güzel bir ahlaka sahipti ki özel hayatımızla ilgili dahi her konuyu kendisiyle paylaşabilir ve bu konuda her zaman bize yol göstermek için elinden geleni yapardı. Hiçbir sorunumuzu böyle şey mi olur diye asla geri çevirmeden ve sıkılmadan dinler ve bizimle dertlerimizi paylaşırdı. Daha sonraki yıllarda bile kendisiyle görüştüğümüzde eski günleri yâd eder ve daha önce kendisine bahsettiğimiz sorunlarımızı hatırlatarak ne durumda olduğumuz konusunda bizimle hasbihal ederdi.
Kendisi o kadar mütevazı ve muhabbet doluydu ki biz onun tarikatta şeyh olduğunun farkında bile değildik ve kendisi de bu yönünü hiçbir zaman ön plana çıkarmadan sadece ders vererek ve güzel ahlakıyla insanları yetiştirmekle meşgul olurdu. Sadelik onun en bariz vasfıydı. İnsanların en çok etkilendiği hali de bu sadeliğiydi. Sürekli zikir halinde olup iki ders arasında bile vaktini zikirle geçirdiğine şahit olurduk. Kendisi çok önemli bir ziyaret veya hastalık olmadığı müddetçe Oxîn’den çıkmaz ve bütün vaktini kendi talebeleri arasında ders vererek geçirirdi.
Medreseden ayrıldıktan sonra bir eğitim münasebetiyle Konya’da bulunduğumuz sırada Seyda şeker hastalığı nedeniyle tedavi olmak için Konya’ya gelmişti. Kendisini ziyarete gittik ve ertesi gün kendisini arayarak onu misafir etmek istediğimizi söyledik. “Size zahmet vermek istemiyoruz” dese de ısrar ettikten sonra kabul etti. Misafirliğe geldiklerinde kendisine “Bu gece bizde kalmanızı istiyoruz” deyince bizi kırmadı ve o gece bizde kaldı. Yatmadan önce bana, “Sabah namazında gel, namazı beraber cemaatle kılalım” dedi. Ben yatağını serdikten sonra odadan çıktım ancak, ben uyuya kalıncaya kadar onun odada zikir ve ibadetle meşgul olduğunu duydum.
Sabah namazına kalktığımda onun benden önce uyandığını gördüm. Sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra “Sen git kendine istirahat et” dedi ve yine ben uyuyuncaya kadar hala o ibadet ve zikirle meşguldü. Uyandıktan sonra yine benden önce uyandığını gördüm. Abdest alıp duhâ/kuşluk sünnetini kıldıktan sonra kendisiyle birkaç ilmî meseleyi konuştuk. O sırada daha iki yaşını tamamlamayan küçük kızımız, Seyda’nın yanına geldi. Seyda onun ellerinden tuttu ve birkaç defa kendisine “Allah Allah ya Allah Lâ İlâhe İllallah” ifadesini tekrarlayarak birlikte oynadı. Sonra “Tamam mı?” diye başını okşayarak gönderdi. Çocuklarla oynarken bile onlarla zikir söyleyerek oynardı.
Bu anlattıklarım benim Seyda’nın hayatında bizzat müşahede ettiğim şeylerdir. Benim bilmediğim ve vakıf olmadığım nice faziletlerinin olduğundan şüphem yoktur. Son olarak şunları söyleyebilirim: Son dönemlerde hem ilmi hem hilmi hem zühdü hem takvayı hem tevazuu hem güler yüzlü olmayı hayatında aynı anda cemeden ve bunun zorlayarak değil hayatının olağan bir parçası haline gelmiş ender şahsiyetlerden biriydi…
Onu asla unutamayacağımız derin izler bıraktı bizde. Onu her hatırlayışımızda onu görememe üzüntüsü bizi saracak ama Rabbimizin meâlen şu âyet-i Kerimelerini hatıramızda tutarak teselli bulmaya çalışacağız:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.
Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.
İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır .”
Rahmet, minnet ve özlemle…
NOT: Ailenin büyüğü Seyda Şeyh Fethullah’tan bu yazının yayımlanması için izin aldığımda bana şunu söyledi: “Bizim adabımızda mübalağa/ abartı yoktur. Eğer yazıda mübalağa yoksa yayınlayabilirsin”.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?