Cennet diye bir derdi olanlar; dünya dert olup başlarına yağsa yine de bu sevdadan vaz geçmezler. Özellikle üniversite yıllarında sınava hazırlanan öğrencilerin kullanmış olduğu bir slogan vardır: “Beklenen gün gelecekse, çekilen çile kutsaldır.” Evet, beklenen bir günümüz varsa ve bunu arzu ile bekliyorsak o güne kavuşmak için her şeyden fedakârlıkta bulunmaktan kaçınmayız. Yaptığımız fedakârlık oranında beklenti içine gireriz.
Büyük bir hararetle sınava hazırlanan bir öğrenci, bu sınava hazırlanmaktan kendisini alıkoyacak birçok şeyle kendi arasına mesafe koyar, arzu ettiği birçok şeyi ya erteler ya da uzak durur, çoğu zaman rüyasında sınavı görür. Bu durum, hedef edindiğimiz birçok şey için böyledir.
Biz Müslümanlar olarak cenneti, yaş kemale erip artık dünyevi olarak hiçbir şey yapamayacak zamanlara geldiğimizde düşünür olmuşuz. Cennetin, dünyalık hiçbir arzusu kalmamış olanların avunup durduğu bir hayal olduğu algısı zihinlerimize yerleşmiş durumda. Bundan dolayı anne-babalar çocuklarına “Güzel bir okul kazan, hayatın kurtulsun” der gibi küçüklüğünden itibaren cenneti anlatmalı, cennetin gerçek kurtuluş olduğunu zekâlarının anlayabileceği bir sadelikle kavratmalıdır. Çocukluğundan itibaren cennetin kurtuluş olduğunu kavrayan nesli, yolundan alıkoymak mümkün olmayacaktır.
Cennet sevgisi ile büyüyen gençlerden ve bu gençleri yetiştiren annelerden biri olan Ümmü Harise’nin ibretlik şöyle bir olayı anlatılır: Oğlu Hârise’nin Bedir savaşında şehit olması üzerine Ümmü Hârise, Hz. Peygamber’e gelerek “Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer oğlum Hârise cennette ise üzülüp ağlamayacağım. Yok, eğer ateşte (cehennemde) ise dünyada kaldığım sürece ağlayacağım” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), “Ey Hârise’nin annesi! Çeşitli cennetler vardır. Oğlun Hârise, bunların en güzeli olan Firdevs-i Âlâ’dadır” buyurdu. Bunun üzerine annesi, “Ne mutlu sana ey Hârise!” diyerek sevinç içerisinde evine döndü.
Dünya üzerinde cenneti bu kadar arzu ile isteyenlerin dünyada yaşaması da dünya hayatına ayrı bir güzellik katar. Çünkü cennet, dünyada yapılan iyiliklerle kazanılacak bir yerdir. Bundan dolayı da Müslümanların cenneti kazanmak adına yapmış olduğu her hareket dünya üzerindeki hayatı da güzelleştirecektir. Bugün hayatın çekilmez hale gelmesi hayır ve iyiliklerin azalmasından kaynaklanmıyor mu? Komşulukların çekilmez hale gelmesi, anne-babaya tahammülün azalması, dostlukların güven vermemesi, yardımlaşmanın dibe vurması, dünyacı düşünüp ahireti öteleyen bir hayat tarzından kaynaklanmıyor mu? Oysa saymış olduğumuz bu her olumsuzluğun ortadan kaldırılması için iyilik yapanların cennetle mükâfatlandırılacağı ile ilgili müjdeler vardır.
“Adamın biri, yol üzerinde bir ağaç dalı gördü ve ‘Allah’a yemin ederim ki, bunu Müslümanları rahatsız etmemesi için buradan kaldıracağım’ dedi (kaldırdı ve) bu yüzden cennete konuldu.” (Müslim, Birr 128)
“Kırk sevap vardır ki bunların en üstünü, birisine sağması için ödünç olarak sütlü bir keçi vermektir. Kim, sevabını umarak ve hakkındaki vaadlere inanarak bu kırk hayırdan birini işlerse, Allah onu, bu sebeple cennete koyar.” (Buhârî, Hibe 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 42)
“Bir kimse, Müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr 14)
“Anne ve baba, cennete en ortadaki kapıdan girmeye vesile olur.” (Tirmizî, Birr 3. Ayrıca bk. İbni Mâce, Talâk 36)
“Bir Müslüman, hasta olan bir Müslüman kardeşini sabahleyin ziyarete giderse, yetmiş bin melek akşama kadar ona rahmet okur. Eğer akşamleyin ziyaret ederse, yetmiş bin melek onun için sabaha kadar istiğfar eder. Ve o kişi için cennette toplanmış meyveler de vardır.” (Tirmizî, Cenâiz 2. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 3; İbni Mâce, Cenâiz 2)
“Bir kimse cehennemden kurtulup cennete girmeyi istiyorsa, Allah’a ve âhiret gününe imân etmiş olarak ölmelidir. Kendine yapılmasını istediği şeyleri o da başkalarına yapmalıdır…” (Müslim, İmâre 46. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 25; İbni Mâce, Fiten 9)
Bu hadislerden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Cenneti kazanma diye bir derdimiz, arzumuz ve hedefimiz varsa bu konuda bize yol gösteren her ayet ve hadis yüreklerimizde ayrı bir heyecan ve hareketlilik oluşturmalıdır. En az üniversitede istediğimiz bir bölümü kazanmak kadar sahip olmayı istediğimiz bir ev ya da bir araba kadar gündemimizi ve hayallerimizi meşgul etmelidir cennet.
İmam-ı Gazali der ki: “Şaşılacak şeydir doğrusu! Şu vasfı ve mahiyeti belli olan cennete güvendiği, onun ehlinin ölmeyeceğine kesin inandığı, en ufak bir bahçesinde dahi felâket ve musibetin olmadığını, ehlinin değişmeyeceğini ve yaşlanmayacağını bildiği halde insan, nasıl olur da harap olması mutlak şu fâni dünyaya muhabbet duyar! Yeminle söylüyorum ki, cennette sadece ölümden, açlıktan ve susuzluktan emniyette olmakla birlikte beden selâmeti de bulunsaydı, bunlar bile dünyayı terk etmeye sebep olarak yeterdi. O cennet nasıl tercih edilmesin ki! Oranın halkı emniyet ve güven içindeki padişahlar gibidir. Bütün neşe ve eğlence verici şeylerden istifade ederler. Orada hoşlarına giden her şey mevcuttur.”
Muğîre İbni Şu‘be radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mûsâ sallallahu aleyhi ve sellem Rabbine:
– Cennetliklerin en aşağı derecesi nedir? diye sordu. Allah Teâlâ da şöyle buyurdu:
– O, cennetlikler cennete girdikten sonra çıkagelen bir adamın derecesi olup kendisine:
– Cennete gir! denir.
– Yâ Rabbî! Herkes yerine yerleşmiş ve alacağını almışken ben nereye gideceğim? der. Ona:
– Sana dünya hükümdarlarından birinin mülkü kadar yer verilse razı olur musun? diye sorulur. O da:
– Razıyım yâ Rabbî! der. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona:
– İşte öyle bir mülk senindir. Bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha buyurur. Beşincisinde o adam:
– Razı oldum yâ Rabbî! der. Allah Teâlâ ona:
– İşte bu kadar şey hep senindir. Onun on misli de senindir. Bir de neyi arzu ediyorsan, gözün neden hoşlanıyorsa hepsi senindir, buyurunca adam:
– Razı oldum yâ Rabbî! diyecek.
Daha sonra Mûsâ aleyhisselâm :
– Yâ Rabbî! Cennetliklerin en üstün derecesi nedir? diye sordu. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
– Onlar benim seçtiğim kullardır. Onların keramet fidanlarını kudret elimle ben dikip mühür altına aldım. Onlara hazırladığım nimetleri ne bir göz görmüş, ne bir kulak duymuş, ne de bir kimsenin hatır ve hayalinden geçmiştir.”
Cennetin en aşağı derecesi dünyada hiçbir mal-mülk sahibinin erişemeyeceği bir derece ise ve buradaki nimetler dünya ve içindeki bütün nimetlerden üstün ise ve şu dünya hayatında yapacağımız ameller cenneti kazanmak için tek fırsat ise bu hayatı gaflet içinde geçirmek akla ziyan değil midir?
İslam’a, İslam’ın gönderdiği Kur’an’a ve Peygambere iman eden bizler; Kur’an’ın hangi sayfasını açarsak açalım ya cennetten ya cehennemden ya da kıyametten bahsediyor olması bir anlam ifade etmiyor mu? Dünya hayatında sarıldığımız en ciddi iş kadar kıyamete ve ahirete hazırlanmamız gerekir. Cennetten söz açıldıkça hazırlığımızı gözden geçirmeli, cehennemden söz edildikçe bütün açıklarımızı giderme yoluna gitmeliyiz ki, şu gün be gün eriyip biten ve bizi ölüme yaklaştıran hayat bizleri aldatmasın…
“Kıyamet günü bir melek şöyle seslenir: Artık burada hep yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Daima sıhhatli olup hiç hasta olmayacaksınız. Hep genç kalıp asla yaşlanmayacaksınız. Her zaman refah içerisinde olup asla ümitsizliğe düşmeyeceksiniz.” (Müslim, Cennet, 22; Tirmizî, Tefsir, 40)
Bu hadis, şu âyet-i kerimede anlatılan gerçeğe işaret etmektedir: “Ve onlara (cennetliklere) şöyle seslenilir: İşte bu, amelleriniz sebebiyle kazandığınız cennettir.”
Üzerinde yaşadığımız şu dünyada hadiste belirtilen yerlerden bir yer olsa dünyanın milyarderleri buralardan mülk edinmek için her şeylerini feda etmezler miydi? Bugün ölümsüzlüğe, yaşlılığa ve tüm hastalıklara şifa olan bir aşının üretildiği söylenseydi bunu elde etmek için insanlar her şeyi vermeyi göze almaz mıydı?
İşte sahabenin cennet inancı bu şekilde dinamikti. Onlar, cenneti kazandıracak amellere bundan dolayı bu kadar iştiyaklıydılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) Bedir gününde sahabileri Allah yolunda savaşmaya teşvik buyurdular. Bunun üzerine Mekkeli müşrikleri işaret eden Umeyr b. Hümam: “Çok güzel! Benimle cennet arasında şu kişilerin beni öldürmelerinden başka bir engel yoktur!” dedi. Hz. Peygamber ona, niçin “Çok güzel!” dediğini sorduğunda Umeyr “Ey Allah’ın Rasûlü! Yemin ederim ki; bunu inançsızlığımdan değil cennete girebilme ümidimden dolayı söyledim” dedi. Hz. Peygamber de ona “Cennetlik olduğundan şüphen olmasın!” buyurdular. Bunun üzerine Umeyr sadağından birkaç hurma çıkararak yemeye başladı. Ancak daha sonra bunları yemekten vazgeçerek “Bunların hepsini yiyinceye kadar yaşayacak olursam bu çok uzun bir süre olacaktır” dedi. Böylece elindeki hurmaları atarak kılıcını çekti ve şehit düşene kadar savaştı.
Enes b. Nadr, Uhud gününde “Ben cennetin o güzel kokularını hissediyorum. Bu koku, Uhud dağı eteklerinden gelmektedir” dedi ve sonra da şehit düşünceye dek savaşmaya devam etti.
Babası Hayseme bin Haris, oğlu Sa’d bin Hayseme’ye; “Evi ve aile efradımızı yalnız bırakmamak için ikimizden birinin mutlaka geride kalması gerekiyor” dediğinde Sa’d b. Hayseme şunları söylemiştir: “Eğer söz konusu cennet değil de başka bir şey olmuş olsaydı seni kendime tercih eder ve “Evde ben kalayım” derdim. Fakat ben şehit olarak cennete girmeyi istiyorum.”
Zeyd b. Sâbit, Uhud gününde ağır bir şekilde yaralanan Sa’d b. er-Rabî’nin yanına gelerek ona “Ey Sa’d! Hz. Peygamber sana selam ediyor ve nasıl olduğunu soruyor!” dedi. Sa’d ise “Hz. Peygamber’e cennetin kokusunu almakta olduğumu söyle” karşılığını verdi.
Tüm bu yaşanmış örneklerden şunu anlıyoruz: Kişinin cennet diye bir arzusu varsa onu cennete götürecek amelleri işlerken cennet az ötedeymiş gibi hareket etmesi gerekir. Onun için sahabilerin “ben cennetin kokusunu alıyorum” demeleri şaşılacak bir durum değildir. Ucunda ölüm olan bir savaşı, bu sözlerle karşılayan sahabilerin sahip olduğu cennet aşkını anlayanlar, onların bu sözlerine şaşmazlar.
Bugünün Müslümanları da haramların çepeçevre kuşattığı şu toplumda, cenneti ve nimetlerini düşünerek kendini koruması ve “ben bu haramlardan korunarak cennetin kokusunu alıyorum” şuuruyla bir hayat yaşaması gerekir. Dünyevileşmenin insanı, insani duygulardan uzaklaştırdığı şu ortamda Müslümanların, “benim cennet diye bir dedim var” diyerek şu batak dünyada yalnız kalsa da bilinçli bir hayat yaşaması gerekir. Evde, sokakta, üniversitede, işte, yalnızken, kalabalık ortamlardayken nasıl hareket etmesi gerektiğini heva ve hevesi değil, cennete olan arzusu belirlemelidir. Makam ve mevki sahibi de olsa, fakir de olsa, zengin de olsa onun yaşam standartlarını ve amellerini cennete olan rağbeti belirlemelidir.
Cennet, hayatımızda daha çok gündem olmalı, çocuklarımız dilimizden cenneti daha çok duymalı, havadan sudan konuşurken bile sözlerimiz eninde sonunda cennete kitlenmeli, hastalıkta ve sağlıkta, üzüntü ve mutlulukta, bela ve musibette cennet hatırlanacak kadar zihin dünyamızda yer etmemişse bir şeyler eksik gidiyor demektir. Saydığımız durumların hiçbiri bize cenneti unutturmamalıdır.
Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) (şöyle) buyurmuştur: “Allah Teâlâ cenneti yaratınca Hz. Cebrail’e, “Git de ona bir bak!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Cebrail gidip ona baktı, sonra gelip: “Ey Rabbim, senin izzetine andolsun ki onu işitip de oraya girmeyen bir kimse kalmaz” dedi. Sonra Allah onun (etrafını) zorluklarla kuşattı ve “Ey Cebrail, git ona (bir daha) bak” dedi. (Cebra¬il) gidip ona (bir daha) bakıp geldi. “Ey Rabbim, senin izzetin hakkı için (söylüyorum ki) ben oraya (ikinci kez baktıktan sonra) oraya hiç kimsenin giremeyeceğinden korkmaya başladım” dedi. Sonra Allah, cehennemi yaratınca: “Ey Cebrail git de ona (bir) bak” buyurdu. Bunun üzerine (Cebrail) gidip (bir de) ona baktı. Sonra gelip: “Ey Rabbim, senin izzetin hakkı için (söylüyorum ki), onu işiten hiçbir kimse oraya girmez.” dedi. Bunun üzerine (Yüce Allah) orayı şehvetlerle kuşattı. Sonra da: “Ey Cebrail git de ona (bir daha) bak” buyurdu. Bunun üzerine (Ceb¬rail) gidip oraya (bir daha) baktı, sonra gelip: “Ey Rabbim izzetin hakkı için (söylüyorum ki) ben (orayı tekrar görünce) bir kimse dahi kalmadan herkesin oraya girmesinden korkmaya başladım” dedi.
İmam-ı Şar’ânî’nin de ifade ettiği gibi her ne kadar cennet ve cehennem mevcut ve mahlûk iseler de bazı binaları tamamlanmış değildir. Bunlar en son ve mü¬kemmel şekillerini âhirette alacaklardır. Nitekim bir hadis-i şerifte: “Cennet çıplak bir arazidir, onun fidanları ise sübhanellah ve elhamdülillahdır.” buyurulmuştur.
Öyleyse herkes buradaki amelleriyle cenneti kazanacak ve herkesin cenneti buradaki teşbih ve tahmîdleri nisbetinde güzellik ve kemal kazanacaktır. Di¬ğer bir hadisi şerifte de: “Kim (dünyada) bir mescid yaptırırsa Allah da (âhirette) ona cennette bir ev hazırlar.”
Namazdaki tembellik, Kur’an’a yönelmemedeki gaflet, ahireti unutmadaki dalgınlık, iyilikleri yapma konusundaki gevşeklik cennetin etrafını kuşatan şehvetlerdir. Nefsimize zor gelse de bunlara aldanmayanlar mutlu sona ulaşacaktır. Namazsız bir hayat, helal-haram dinlemeyen bir yaşayış, İslam’ın emirlerinden kopuk bir yaşam tarzı ise nefsimizin hoşuna gitse de sonu felaket olan bir hayat ile son bulacaktır.
Şeytan, cennet gibi önemli bir konuda bizleri rahat bırakacak değildir. İlk günden âdemoğluna savaş ilan eden şeytan Allah’a hitaben söylediği, “senin dosdoğru yolun üzerine oturacağım ve onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın” sözüyle düşmanlığını açıkça ortaya koymuştur. Cehenneme atılacak olan şeytan, tabir yerindeyse oraya yalnız girmeyeceğine ve bizi de kandırıp kendisiyle birlikte cehenneme sokmak için çalışacağına yemin etmiştir. O halde bu meseleyi çok ciddiye almak gerekir.