Kur’ân-ı Kerîm’in neredeyse her sayfası dünya-ahiret dengesini kurmaya yönelik emir, yasak, uyarı ve mesajlarla doludur. Konuyla ilgili âyetlerde çoğunlukla Yahudilerin ahirete dair konularda nasıl aldandıkları anlatılır. Onların; ahireti inkârları, peygamberleri yalanlamaları ve haksız yere öldürmeleri gibi anlatımlarla yeni dinin müntesipleri bir yandan îkaz edilir, bir yandan da onlara karşı takınmaları gereken tutuma dair mesajlar verilir.
Tahrif edilmiş Musevilikte ahiret düşüncesi neredeyse hiç yoktur. Tevrat’ın ilk beş bölümünü oluşturan Torah’ta, îma yoluyla bile ahiretten bahsedilmez. Sadece Daniel kitabında bir yerde, ölülerin diriltileceği bilgisi bulunur.1 Onların, ahiret kavramını hayatlarından çıkararak tamamen dünyaya yönelik bir yaşam tarzını benimseyişlerine dikkat çeken bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Yemin olsun ki, onları (Yahudileri) insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun…” (Bakara, 96)
Dünya ne kadar mâmur olursa olsun ve ondan istifade süresi ne kadar uzun olursa olsun sonuç değişmeyecektir. İnsanları Allah’a ve O’nun yoluna davet ederken bile dünyevî yararlar gözeterek hareket etmeyi Kur’ân şöyle eleştirir: “Ey İman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mümin değilsin!’ demeyin; çünkü Allah katında sayısız ganîmetler vardır. Daha önceleri siz de böyleydiniz. Derken Allah size lütufta bulundu. Bu sebeple iyi anlayıp dinleyin. Hiç şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisâ, 94)
Kur’ân’da, dünyevi menfaat neredeyse hemen oraya üşüşen, hep çıkar peşinde koşan münafıklar kınanmıştır. (Nisâ, 140-141) Dünyevileşmeye karşı duruş, sadece dünyanın geçiciliğini, bâki olanın ahiret olduğunu bilmekle olmaz. Hevâ ve heves kontrol edilmedikçe, dünyaya saplanıp kalındıkça ilmin insana bir yararı olmaz. Dünyevileşmenin en çirkin tezahürlerinden biri, âlimin dünyevileşmesidir.
Kur’ân’da dünyevileşmeyi çok net resmeden, özlü anlatımlardan birisi de ilahî hakikatler hakkında bilgisi olduğu halde hayatın “niçin”ine ilişkin bilgiye göre amel etmeyen zihinsel ve ruhsal olarak dünyevileşmiş ilim ehlinin anlatıldığı şu âyet-i kerîmedir: “Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz, fakat onları bir kenara atan, bu yüzden şeytanın peşine düştüğü, nihayet azgınlardan olan kişinin haberini onlara anlat. Eğer biz isteseydik o kişiyi delillerimizle yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı. Hevesinin peşine düştü. İşte böyle olanın hâli, kovsan da bıraksan da hep dilini çıkarıp soluyan köpeğin hâline benzer. Âyetlerimizi yalan sayan topluluğun durumu, işte böyledir. Şimdi ise bu kıssayı anlat, umulur ki iyice düşünürler.” (Â’râf, 175-176)
Burada karakteri sergilenen, ilim verildikten sonra dünyevileşmiş kişi (Bel’am b. Bâûrâ, veya Ümeyye b. Ebi’s-Salt) prototipi penceresinden ilâhî nitelikli bilgiden uzaklaşarak, şeytanın kurulu dünyasında yeryüzü saltanatına, maddeye râm olmuş modern zihniyeti, sekülerleşmiş insan tipolojisini seyredebiliriz.2
Dünyevileşmeye karşı durmak, dünyadan istifadeyi ve onun için çalışmayı terk etmek demek değildir. Zamanının ve şartlarının gerektirdiği tedbirleri almak, dünyadan istifade etmekle mümkündür. Düşmanla mücadele ederken bütün imkânlar seferber edilmelidir. Meşru hedeflere meşru vasıtalarla giderken, dünya nimetlerinden ve onun imkânlarından yararlanmanın dünyevileşmekle alakası yoktur: “Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiğince güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerre haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.” (Enfâl, 60)
Dünya-âhiret dengesinde asıl üzerinde durulması gereken husus, dengeyi dünyanın lehine bozmamaktır. Çok varlık sahibi olan insan, gerektiğinde her şeyini Allah için fedâ edebiliyorsa makbul; pek az dünyalığa sahip olan kişi ise sahip olduklarından vazgeçemiyorsa merduttur.
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, eşleriniz, hısım-akrabalarınız, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından endişe ettiğiniz ticaretiniz ve hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevimli ise artık Allah, buyruğunu (kıyameti) gerçekleştirinceye kadar bekleyin. Allah günaha saplanmış kimseleri hidayete erdirmez.” (Tevbe, 24)
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki ‘Allah yolunda seferber olun.’ denilince yere çakılıp kaldınız. Yoksa âhiretten vazgeçip de dünya hayatına razı mı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının sağladığı fayda, âhiretinkine göre pek azdır.” (Tevbe, 38)
Allah’ın yarattığı rızkı ve zineti yasaklamak hiç kimsenin haddi değildir. Allah, dünyayı ve nimetlerini insana musahhar kılmıştır. İnsandan istenen, yaratılış gayesini unutmaması ve dinlerini oyun ve eğlence edinenlere benzememesidir:
“Ey Âdemoğulları, her namaz kılacağınızda güzelce giyinin, yiyin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez. De ki: ‘Allah’ın kulları için yarattığı süsü, temiz ve iyi rızıkları kim haram kıldı?’ De ki: ‘Onlar, dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır.’ İşte bilmek isteyen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (Â’râf, 31-32)
Dünya hayatının yağan bol yağmurla canlanıp büyüyen bitkiler gibi olduğunu unutup ona hesapsız ve kontrolsüzce dalanların lüks ve şatafat içinde yaşamaları, insanı şaşırtmamalı ve yanlışa düşürmemelidir. Çünkü ilkbaharın tazeliği ve yeşilliği sonbahar mevsiminde solup kuruyacaktır.
“İnkâr edenlerin (gönüllerince) diyâr diyâr dolaşmaları sakın seni yanıltmasın; kısa süren bir faydalanma. Sonra sığınakları cehennemdir. O, ne kötü bir meskendir.” (Âl-i İmrân, 196-197)
“Zaman olacak inkâr edenler: ‘Keşke Müslüman olsaydık.’ diye hayıflanacaklar. Bırak onları! Yesinler, yararlansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler.” (Hicr, 2-3)
İnsanın dünyadan hadsiz hudutsuz istifade etmesi, zamanla ahirette de güzel bir akıbete ulaşacağı duygusuna kapılmasına neden olur. Hâlbuki mal ve evlatlar kişiyi Allah’a yaklaştırmaz. Bu dünyada kendisine verilen nimetlerin fazlalığı, kendisini ham de, şükre ve Allah yolunda harcamaya sevk etmiyorsa insanın, şu âyetlerin muhâtabı olması kaçınılmazdır:
“Biz hangi topluma bir uyarıcı göndermişsek oranın safahata dalmış olanları mutlaka söyle demişlerdir: ‘Biz sizin tebliğ ettiklerinize inanmıyoruz.’ Ardından şunu eklemişlerdir: ‘Biz servet ve nüfus açısından üstünüz; dolayısıyla azaba uğratılacaklar biz olamayız.’ De ki: ‘Rabbim rızkı dilediğine bol verir, dilediğine kısar. Fakat insanların çoğu bilmezler.’ Sizi bize yaklaştıracak olan ne servetiniz ne evlatlarınızdır.” (Sebe’, 34-37)
İnsan, dünya hayatının cazibesine aldanarak bütün iyiliklerini yiyip-bitirmemelidir. İnsan için asıl olan ruh itmi’nanını sağlamaktır. Aşkın ve ulvî değerleri bırakarak süflî olanlarla yetinmek, iman eden insanın yapabileceği bir şey değildir. Dünya zevklerinden hayvanların yararlandığı gibi yararlanmak ve hesap verme bilincinden uzaklaşmak inkârcıların özeliklerindendir:
“(İlahi vaat gerçekleşince) yaptıklarının ne kadar kötü şeyler olduğunu açıkça görürler. Alaya aldıkları gerçek, onları kuşatıverir. Kendilerine şöyle denilir: ‘Siz bugünle yüz yüze geleceğinizi nasıl unuttuysanız bugün biz de sizi unutuyoruz. Meskeniniz ateştir, size yardım edecek kimseler de yoktur. Bu azap, âyetlerimizi alay konusu yapmış olmanız ve dünya hayatının sizi aldatmış olması yüzündendir.’ O gün artık oradan çıkarılmazlar, mâzeretler de kabul edilmez.” (Câsiye, 31-35)
“İnkâr edenler ateşin başına getirilince: ‘Size ait iyi ve güzel şeyleri dünya hayatınızda tükettiniz ve onlardan yararlandınız, şimdi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamanıza ve yoldan çıkmanıza karşılık olarak aşağılayıcı cezayı çekeceksiniz’ denilecektir.” (Ahkâf, 20)
İman eden insanların, Allah’ı anmaktan yüz çeviren ve dünyadan başka arzusu olmayan kimselere aldanmaması gerekir. Çünkü dünya hayatı oyun, eğlence, mal çoğaltma ve böbürlenme yarışından ibarettir. Dünya, ahireti kazanma aracı oluyorsa anlamlı; aksi takdirde insanın sırtında bir yüktür. Dünyanın cazibesine kapılıp, gâfillerden olmamak için Allah’ın zikrine ve Allah’tan indirilen Kur’ân’a yönelmek ve ona odaklanmak gerekir:
“Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir.” (Necm, 29)

Kaynakça
1) Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, İstanbul Matbaacılık, İstanbul, 1969, Daniel, 12/2-3 (https://www.jw.org/tr/yayinlar/kutsal-kitap/bi12/kitaplar/daniel/12). 2) Komisyon, Kur’ân Yolu Tefsiri, I-V, DİB. Yay., Ankara, 2007, II, 626-628. 3) Bkz. Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân: Kur’ân’ın Gölgesinde, I-XVI, trc. M. Emin Saraç-İ. Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa, Hikmet Yayınevi, İstanbul, 1972, VI, 315-324.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?