Arabistan yarımadasından hakkın ve hakikatin sesi olarak doğan İslâm, çok geçmeden insanlığı zulmetten/karanlıktan nura/aydınlığa çıkarmıştır. İlk vahiyden (610) yaklaşık bir asır sonra (710), Medine İslâm Devleti’nin sınırları doğuda Çin ve Hint sınırlarına, batıda ise Atlas Okyanusuna ulaşmıştır. Şüphesiz, İslâm’ın bu kadar süratle yayılmasındaki temel unsur, din-i mübinin insanların gönüllerini fethetmesiyle alakalıydı. Müslüman fatihlerin, fetihler esnasındaki temel gayeleri, insanları öldürüp mallarına sahip olmak değildi, bilakis temel amaç ila-yı kelimetullahı duyurmak ve tanıtmaktı. Nitekim Kuzey Afrika’nın İslâm toprağı olmasında önemli katkıları olan büyük komutan Ukbe b. Nâfi, Atlas Okyanusuna kadar fetihleri ulaştırmış ve okyanusa atını sürerek: “Ya Rabbi! Eğer önüme çıkan şu deniz olmasaydı, senin yolunda cihat ederek daha ileri giderdim!” demişti.
İslâm fetihleri Atlas Okyanusuna dayandığında fetihlerin yönü Batı Avrupa’ya yani, bu sırada Vizigot Krallığının hâkimiyetindeki İberik (bugünkü Portekiz ve İspanya toprakları) yarımadasına yöneldi. Dönemin Şam merkezli Emevi Devleti’nin İfrikiye valisi Mûsâ b. Nusayr, bu sırada, Fas’ın Tanca şehrinin valisi olan Târık b. Ziyâd’a İspanya’yı fetih emrini verdi. Mûsâ b. Nusayr’ın amacı, İstanbul şehrini karadan yani Avrupa üzerinden fethedip Peygamberimizin İstanbul ile alakalı övgüsüne mazhar olmaktı. Bu nedenle, İspanya’dan Avrupa topraklarını fethe başlamak ve sonrasında İstanbul’a ulaşmak istiyordu.
Peygamberimizin (sav) doğduğu Nisan ayında Târık b. Ziyâd, Arap ve Berberilerden oluşan 7.000 kişilik bir askerî birlikle İspanya topraklarına geçti ve daha sonraları Cebelitarık (Gibraltar) adıyla anılacak olan bir kayalık dağın üstünde karargâhını kurdu (m.711). Müslümanların kendi topraklarına ayak bastıklarını öğrenen İspanya kralı Rodrik (Roderich), bu sırada ülkenin kuzey taraflarında bir isyanı bastırmakla uğraşıyordu. Kendisine gelen haberci: “Yer ehlinden mi yoksa gök ehlinden mi olduklarına akıl ermeyen bir millet ülkemizi işgal ettiler…”şeklinde bir haber getirmişti. Haberi alan Rodrik hızla güneye yönelmiş ve Târık b. Ziyâd komutasındaki İslâm ordusuyla Şezûne (Medina Sidonia) mıntıkasındaki Vadi-i Lekke’de karşılaşmıştı. Vizigot ordusunda en az 40.000, İslâm ordusunda ise 12.000 kişilik askerî kuvvet mevcuttu. Sekiz gün süren savaşın sonunda rahmet yağmurlarına benzetilen fetih hareketi başarılı olmuş, İberik Yarımadası bağrını İslâm’a açmıştır. Çünkü bu zaferden sonra 3-4 yıl içerisinde İberik Yarımadasının (Portekiz ve İspanya toprakları) Kuzey bölgelerindeki dağlık araziler dışında neredeyse tümü fethedilmiştir.
İspanya, Endülüs haline getirildikten sonra 7 asır süren İslâm hâkimiyeti boyunca sırasıyla Şam Emevileri’nin atadığı valiler (714-756), Endülüs Emevileri (756-1031), Küçük Emirlikler (1031-1090), Kuzey Afrika merkezli Murabıtlar (1091-1147) ve Muvahhidler (1147-1238) ve Nasriler/Beni Ahmer/Gırnata Sultanlığı (1238-1492) tarafından yönetildi.
2 Ocak 1492’de, Müslümanların Endülüs’teki son devleti olan Gırnata Sultanlığı da, Katolik Kastilya devleti tarafından tarih sahnesinden silindi. Kastilya kraliçesi İsabel, başkent Gırnata’yı işgal etmeyinceye kadar yıkanmama kararı almıştı. Bu nedenle tarihe “Kirli İsabel” olarak geçti. Gırnata’nın işgalinden sonra Müslümanların İberik Yarımadasında ne siyasî ne de askerî bir gücü kaldı.
Bugüne ışık tutması umuduyla Endülüs’ün yıkılışını hazırlayan sebepler üzerinde kısaca durmakta faydalı olacaktır. Öncelikle, bilinmelidir ki tarih tekerrür etmez, fakat yapılan hatalar tekerrüreder.
1) Endülüs’te Asabiye Probleminin erken bir tarihte ortay çıkması. Endülüs’ün fethinde bulunan Arap ve Berberiler arasında çekişme ve çatışmaların başlaması. Yine, müvelledlerin (yerli ırk Hispano-God’lardan Müslüman olanlar) Müslüman olduktan sonra yaşadıkları şehirlerde söz sahibi olmak istemeleri ve bu istekleri cevapsız kalınca da Arap ve Berberilere karşı verdikleri mücadele. Bu çatışmaların temel nedeni ise iktidarın ve imkânların adil bir şekilde dağıtılmamasıydı.
2) Mikro milliyetçilik olarak tanımlanabilecek olan kabilecilik ruhununEndülüs’te ortaya çıkması. Endülüs’teki Arap kabileleri temelde iki gruba ayrılıyorlardı. Mudarîler (daha ziyade Sünnîolan kabilelerdi) ve Himyeriler/Yemanîler (daha ziyade Şiî olan kabilelerdi). Daha sonradan bunlara Şam’dan gelen ve Endülüs Arapları tarafından Belediyyûn olarak isimlendirilen askerlerle yapılan mücadeleler de eklenecektir.
3) Güçlü bir merkezî devlet sisteminin olmaması. İktidara gelen sultanların yetersiz, ehliyet ve liyakatten yoksun bulunmaları. Yöneticilerin ideallerinin kalmaması ve ufuk daralması.
4) Reconquistahareketinin (Hıristiyanlar tarafından başlatılan ve Müslümanların Endülüs’ten kovulmasını amaçlayan hareketin adı) gün geçtikçe güçlenmesi. Endülüs Müslümanları kendi aralarında rekabet halinde iken İspanya Hıristiyan krallıkları (Leon, Navarra, Kastilya, Astuias vb.) güçlerini birleştirme yoluna gitmişlerdi. Nitekim 1469’da Kastilya Kraliçesi İsabel ile Aragon Kralı Fernando evlenince Kastilya ve Aragon krallıkları güçlerini birleştirmiştir. Bu tarihten sonra Müslümanların elindeki son toprak parçası olan Gırnata ve çevresi de adım adım işgal edilecektir.
Endülüs’te Müslümanların başarılarıyla övünç duyan büyük mütefekkir Muhammed İkbal İslâm medeniyetini: “Doğu’yu ve Batı’yı medenileştiren medeniyet” olarak tanımlamıştır. Bu sonucun oluşmasında şüphesiz Endülüs Müslümanlarının önemli katkıları olmuştur. Bağrında büyüttüğü ve yetiştirdiği bilim ve ilim adamları yüzyıllarca kendi isimlerinden söz ettirmişlerdir.
Bunlardan birisi, hekim (doktor), hâkim (hukukçu) ve hâkim (filozof) olan İbn Rüşd’dür. Akıl ve vahyin aynı anneden süt emen iki hakikat olduğunu söyleyen İbn Rüşd, Avrupa’daki reform hareketinin oluşumunu önemli ölçüde etkilemiştir.10. Asrın en seçkin hekimlerden birisi olan Ebu’l-Kâsım Halef b. Abbâs ez-Zehrâvî (ö. 1013),canlı hayvanlar üzerinde deneyamaçlı ameliyatlar yapmış ve kadavra üzerinde inceleme ve araştırma yapmıştır.
Yine İşbîliye (Sevilla) şehrinden olan Ebu’l-Alâ b. Zühr (ö.1131), mide kanseriniilk tarif eden Müslüman hekim olarak kayıtlara geçmiştir. Ayrıca hastanın nabzına ve idrarına bakmadan hasta hakkında herhangi bir teşhiste bulunmak imkânsız gibiydi. İbn Zühr, hastalığın iyileşmesi için perhiz (diyet)ile ilgili ilk eser veren hekimdir. Beni Zühr ailesinden bir diğer önemli hekim Ebû Mervân Abdulmelik b. Ebu’l-Alâ (ö.1162), bilimde deney ve gözleme önem veren bir hekimdir. Kalbin dış zarında meydana gelen tümörler,orta kulak iltihaplarıhakkında orijinal bilgiler vermiştir. Özellikle, nefes borusu ameliyatını ve yemek borusu vasıtasıyla suni beslenmeyiöneren ilk hekim olarak tıp tarihinde yerini almıştır. Ebu’l-Alâ’nın yöntemleri, günümüzde de uygulanmaktadır.
- asrın meşhur eczacılardan biri de Endülüslü İbnü’l-Baytâr’dır. (ö.1248) İbnü’l-Baytâr, bilgi ve tecrübesini artırmak için üç kıtayı gezmiş, ilaçlar hakkında bir kitap yazmıştır. Kitabında ilaç olarak kullanılan bitkilerin isimlerini Arapça, Latince, Grekçe ve Farsça olarak yazmış ve herhangi bir karışıklığa meydan vermemek için bu isimleri harekelemiştir. Alfabetik sıra ile 550 ilacıntanıtımını yapmıştır.
Kurtubalı Abbâs b. Firnâs (ö.888), taşlardan cam yapmayı keşfetmiş, evinde bir çeşit uzay laboratuvarı kurarak yıldız ve gezegenleri incelemiştir. Bunlardan da önemlisi insanın uçmasıkonusunda ilk teşebbüsü yapan kişidir. Bunun için tüylerden yapılmış kanatlardan oluşan bir cihaz icat etmiş ve bu cihaz yardımıyla 35 m yükseğe kadar çıkmayı başarmıştır.
Endülüs’ün bir diğer önemli bilim insanı Tuleytulalı (Toledo) olan ez-Zerkâlî idi (ö.1087). Zerkaliyye ve safiha olarak isimlendirilen orijinal ve hassas bazı astronomi âletlerini geliştirmiştir. Bir su saati icat etmiş, bu saatten gece gündüz saatlerini ve kamerî ayın günlerini tespit etmiştir. ez-Zerkâlî’nin bazı hesapları, günümüzde hassas modern aletlerle yapılan ölçümlere son derece yakındır. Mesela, dünyanın güneşe olan uzaklığını “12.04” rakamını bulmuştu, günümüzde ise bu hesap, “11.8”dir.
Bir diğer bilim insanı 12. Asırda yaşamış olan el-Bitrûcî’dir. Batlamyus’un teorisine yönelik tenkitleri sonucunda yeni bir astronomi sistemi geliştirmiştir.Onun görüşleri Kopernik başta olmak üzere Batılı bilim adamlarına tesir etmiş, hatta o modern astronominin kurucularındankabul edilmiştir. Ayrıca, el-Bitrûcî, Merkür ve Venüs’ün Ay gibi ışıklarını güneşten almadıklarını, bilakis birer ışık kaynağı olduklarını ileri sürmüştür.
Endülüs’teki ilmî birikim, Avrupa’nın aydınlanma döneminin başlamasında önemli bir yer tutmuştur. Yapılan araştırmalar bu birikimin hem modern İspanya’nın hem de Avrupa’nın oluşumunda ciddi izler bıraktığını göstermektedir. Bugünkü İspanyol diline 2500’ün üzerinde Arapça kelime geçmiştir. Mesela, inşallahibaresi “si Dios quiere”, olarak geçmiştir. Yine, İspanyolların beğeni ifadesi olarak kullandıkları “olé” kelimesinin aslı Allah‘tır. İspanyollar, hamam kavramıyla Endülüs sayesinde tanışmışlardır. Yılda bir-iki defa soğuk su ile yıkanma alışkanlıkları olan İspanyollar, Endülüs hamamları ile tanışınca Müslümanlar gibi yıkanmaya başlamışlardır.
Endülüs’ten Avrupa’ya tercümeler yoluyla geçen en önemli değer, evrensel akılcı akım idi. Bu akıl, 17. yüzyılda, Paskal, Dekart ve Laibnez gibi bilim adamlarının sistemlerini şekillendirmesinde önemli rol oynadı. Coğrafi keşiflerin yapılmasında önemli rol oynayan pusula, Endülüs Müslümanları tarafından Avrupa’ya tanıtıldı. Ortaçağ Avrupa’sını kasıp kavuran veba hastalığının, hastaya veya eşyalarına “dokunmayla”bulaştığını ilk kez İbnü’l-Hatip keşfetmiş ve bu keşifle birlikte Avrupa’da ölümlerin önüne geçilmiştir.
“Sıfır”,Endülüs toprakları üzerinden Avrupa’ya tanıtılmış, ondalık sistemin Araplardan Avrupalılara geçmesiyle, bir keşişin ifadesiyle Avrupa “tüm sayıların gaddarlığından” kurtulmuştur. Çünkü Roma rakamlarıyla yapılan hesaplar hem zor hem de çok uzundu. Endülüs’te ilk eczacılık okulunun kurulması, kişilerin ve kurumların ilaçlarını eczanelerden alması Avrupa’ya örnek olmuştur. Yine “kâğıt”kullanımı Endülüs Müslümanları üzerinden Sicilya, İtalya ve Fransa’ya geçmiştir. Kâğıdın kullanımı Avrupa’da daha sonraları kültürel bir devrim yaratacaktır.