Hoca: Allah’ın adıyla başlarız.
Dinle evlat! Gel seninle geçen asırda şer güçler tarafından çok tehlikeli görülen ve daha genç yaşta acımasızca katledilen asrının müceddidi Şehit İmam Hasan el-Benna (rh.a.)’nın “İlkeler Risalesi”nin ilk rüknünü, “doğru bir anlayış ve kavrayış” anlamına gelen “fehm”i konuşalım; zamanımız elverdiği ölçüde ve güncel örneklerle…
Öğrenci: Üstadım, inşaallah hayırlara vesile olur.
Hoca: Günümüz Müslümanlarının en büyük yanılgısının, İslam’ın gerçek hâliyle anlaşılmaması, bilinmemesi, kavranmaması olduğu apaçık. Topluma bakıldığında temel sorunun, “fehm”in tam anlamıyla bilinmediği, anlaşılmadığı görülür. Toplum; atalardan, çevreden, din görevlilerinden, din adına konuşan reytingcilerden gördüğü bir din anlayışıyla karşı karşıya. Her önüne gelenin farklı bilgiler sunması, İslam’ı yeterince bilmeyen Müslümanlar arasında ihtilafa, karışıklığa, fikir bulanıklığına ve sonrasında sapkınlığa neden olmaktadır.
Öğrenci: Bunun çözümü Üstad’ın belirlediği “fehm” rüknünde diyebilir miyiz?
Hoca: Bir bakıma öyle de denebilir. Şehit İmam konunun önemini dikkate alarak, “fehm”i biatın esaslarının en başına almış ve bunu da yirmi temel madde olarak sıralamıştır.
Birinci madde:
“İslam, hayatın tüm olgularını kapsayan şümullü bir dindir.
İslam; vatan, hükûmet ve ümmet olarak devleti ifade ettiği kadar, güç, rahmet ve adaleti ifade eden bir ahlak, kültür, kanun, ilim ve yargıdır. İslam madde ve servet olduğu kadar, kazanç ve zenginliktir; cihat ve davet olduğu kadar, ordu ve düşüncedir.
İslam, sağlam bir akide ve samimi bir ibadettir.
Bütün bunlar İslam için aynı şeylerdir.”
Öğrenci: Ne kadar kısa ve net ifadeler. Az şeyle çok şey ifade etmek dedikleri bu olsa gerek.
Hoca: Evet, öyledir. -Allah şehadetini kabul etsin- İmam el-Benna, az sözle çok şey ifade eden, söylediklerini uygulamaya geçirebilmek için var gücüyle mücadele eden ve bunda -Allah’ın yardımıyla- başarılı olan ender şahsiyetlerdendir. Üstad’ın bu maddede vurguladığı iki konu; İslam’ın kapsayıcılığı ve inanç amel bütünlüğüdür. Buna göre, İslam’ın birkaç bölümünün terk edilmesi değil, sadece bir bölümünün terk edilmesi, hatta ihmal edilmesi dahi yanlıştır, kabul edilemez.
Öğrenci: Resulullah (sav)’ın tavsiyesine uyduklarını iddia eden, uzlete çekilen, toplumsal bir yaşamdan uzak kalan kimi kişiler var. Bu kişiler böyle yapmakla İslam’ın birçok bölümünü ihmal veya terk etmiş oluyorlar. Gerçekten de Peygamber (sav) böyle bir yaşam biçimini tavsiye etmiş midir?
Hoca: Konuyla ilgili hadislere baktığımızda; Müslümanların yöneticilerinin ve cemaatlerinin olmadığı, fitnelerin son sınıra ulaştığı, cehenneme davet edenlerin bulunduğu zamanlarda, hiçbir yanlışı düzeltmeye gücü yetmeyenlerin imanlarını kurtarmak için toplumdan uzak kalmalarının kastedildiğini görürüz. Böyle bir ortam ve dönem olmadığı halde insanlardan uzaklaşanlar, sorumlu oldukları birçok görevi yerine getiremezler.
Üstad’ın belirttiği vatan, hükûmet, ümmet, güç, rahmet, adalet, ahlak, kanun, yargı, madde, servet, kazanç, zenginlik, cihat, davet, ordu gibi işlerin hiçbiri ferdî yapılamaz; çünkü hepsi de toplumsaldır. İslam düşmanları, İslam’ın toplumsal bir din olmadığını, ferdî bir din olduğunu Müslümanların bilinçlerine yerleştirmek için uzun yıllar çalışmışlar ve -ne yazık ki- başarılı da olmuşlardır.
Başta Allah Resulü (sav) olmak üzere, peygamberler ve İslam davetçileri, toplumsal yaşamı değil de ferdî yaşamı seçselerdi, belki de kavimleri onlara baskı yapmayacaklar ve gerekirse onların krallar gibi yaşamalarını sağlayacaklardı. Sünnetullah gereği dinin toplumsallığı ihmal edilemez. Tarih boyunca Allah’ın dinine davet edenler; baskı, zulüm ve işkencelerden uzak kalmamışlardır.
Uzlete çekilen kişiler, başta iyiliği emretme ve kötülükten engelleme olmak üzere birçok konuda İslami görevlerini yerine getiremeyeceklerdir. Ayrıca bu hareketleri topluma örnek olacağından, insanlar yavaş yavaş uzlet hayatını tercih etmeye başlayacaklardır. Azımsanmayacak kadar Müslümanın uzlete çekilmesi ise, İslam düşmanları için ele geçmez fırsat olacaktır…
Öğrenci: Hocam, birkaç yıl önce bir cemaat liderinin, İslam’da devletin olmadığını söylediğini, cemaatin fertlerinin de bu görüşü kabullendiklerini gördük. Bu düşünce, İslam’ın bir bölümünün inkâr edilmesi sayılmaz mı?
Hoca: İslam’ın temellerinden beslenmeyen kişilerden bu ve daha fazlası beklenebilir. Bunu söyleyen kişinin, siyeri gerçek anlamıyla okumadığı ve Nebevi hareket metodunu bilmediği apaçıktır. Resulullah (sav)’ın hayatının, mücadelesinin, Medine İslam Devleti’nin temellerinin atılması ve sağlamlaştırılması ile İslam’ın tüm dünyaya hâkim olması için yapılan gazve ve seriyyelerin detaylı bilinmemesi ve kavranmaması, kişiyi sapkınlığa sürükleyebiliyor. Cemaat bağlılarının, bu yanlışı körü körüne kabul etmeleri ve buna itiraz etmemeleri ise, doğru yoldan sapmanın boyutlarını daha net göstermektedir.
Cemaleddin Afgani’nin “Kovulmuş şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” sözü, Said Nursi (rh.a.) tarafından da dillendirilmiş ve onun sözü olarak meşhur olmuştur. Said Nursi bu sözüyle Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yönetimi, Allah’ın kanunları dışındaki küfür / şirk sistemini, meclisi, milletvekillerini, hükûmetin İslam dışı projelerini ve benzeri konuları eleştirmiştir. Yani o günkü şartlarda, -düzelmesinden ümidini kestiğini düşündüğümüz- şirk sistemindeki siyasetten Allah’a sığınmıştır; şeytandan Allah’a sığındığı gibi. Said Nursi bunu yaparken İslam’da siyasetin olmadığını kesinlikle söylememiştir. Hayatının Cumhuriyet’e kadar olan birinci devresinde siyasetle iç içe olan ve sonrasında yirmi beş yıl kadar siyasetten uzak duran Said Nursi (rh.a.)’nin, 1950’ye doğru siyasi konulara yeniden girmesi ve vefatına kadar da devam etmesi bunun delillerindendir.
Bugün birilerinin kalkıp ‘siyasetten Allah’a sığınma’ adı altında İslam’da siyasetin, yönetimin, devletin olmadığını söylemesi kesinlikle kabul edilemez. Bu, İslam düşmanlarının Müslümanları; yönetilen, ezilen, köleleştirilen sınıf yapma planlarındandır. Müslümanların, hatta Müslümanların liderleri konumundakilerin bu yanılgıya düşmelerinin en büyük nedeni de “fehm”in kavranamamasıdır.
Öğrenci: Tamamen haklısınız.
Konu siyasetten açılmışken birbirinden farklı iki görüşü sizinle paylaşmak istiyorum. Birincisi, İslam’da ahlak, ibadet ve faziletle ilgili konuların %99, siyasetin %1 kadar olduğu görüşü; ikincisi, -günümüzdeki partiler anlamındaki- siyasetle uğraşmayanın dininden, inancından şüphe etmesi gerektiği görüşü.
Hoca: Önemli bir prensibimiz var: Eleştirilecek bir konu varsa, öncelikle o konunun nedeni, başı, sonu, sonucu, zamanı, mekânı, muhatabı vs. bilinmelidir. Bunlar bilinmeden sözün / olayın bir bölümünün alınması bizi yanlışa götürebilir. Bu hatırlatmadan sonra; söylediğin iki görüşte ifrat ve tefrit (iki aşırı / uç görüş) olduğunu söyleyebiliriz. İslam âlimlerine göre ne siyaset İslam’da küçücük bir yer kaplar ne de particilik anlamındaki siyasetten uzak duranın imanı sorgulanabilir.
Tarih boyunca orta yoldan sapma konusunda insanlar adeta yarışa girmişlerdir. Peygamberlerin, yol göstericilerin olduğu dönemlerde insanlar orta yola, vasat çizgiye yaklaşmışlar; ancak sonrasında yine ifrat ve tefrite doğru sürüklenmişlerdir. Aslında ifrat ve tefrit, insanın doğasında var olan; nefsin, şeytanın ve insanların kışkırtmalarıyla azan bir olgudur. Nefsini terbiye eden, şeytana ve saptırmaya çalışan insanlara karşı dirençli olanlar bu sapmadan uzaktırlar. Allah (cc)’tan ayağımızı doğru yol üzere sabit kılmasını dileyelim.
M.Salih Kaya