İnsan yaşarken şehit olur mu Abdullah Galip Bergusi gibi? Yoksa ölünce mi şehit olur insan Ali Haydar Bengi gibi? Veya da tüm ömrünü Allah yolunda ilme adayan mıdır şehit İmam Gazali gibi?
Kimdir şehit? İnsan nasıl şehit olur? Yaşayan şehit olabilir mi? Şehitler de yaşar mı?
Şehitlik ve şehadet; Peygamberlerden sonra gelen kutsal mertebe, bu öyle bir mertebe ki, bu mertebeye gelebilmek için kalbi temizlemek ve yaradana has kılmak gerek.
Bu mertebede her şey niyetle başlar ve mesele her şeye rağmen o niyeti son nefese kadar sabit tutabilmektir. Ama her şeye rağmen.
Furkan Doğan’ın, ölümün kıyısında, annesine rağmen şehadeti seçmesi, Şeyh Ahmet Yasin’in Allah’ın rızasını kazanmak için her yerde aranmasına, felçli bedenine ve tekerlekli sandalyesine rağmen cemaatle namazı tercih etmesi, Muhammed Mursi’nin işgal altındaki ülkesini işgalden kurtarmak ve İslam’ı tekrar hâkim kılmak için Sisi’ye rağmen sonunda ölüm olacağını bile bile kendini feda etmesi gibi, her şey. Hayatında ne varsa işte ona rağmen Allah’ın rızasını tercih edebilmektir.
Bu her şey bazen yaşarken kendini feda etmek olur, Abdullah Galip Bergusi gibi. İlk kıble ve peygamberlerin mirası olan Filistin’i (Kudüs) kurtarmak için ömür boyu hapis ve işkencenin olacağını bile bile, diri diri kabre girmeyi göze almak veya Bediuzzaman Said Nursi gibi İslam’ı yaymak için dünyalık her şeyi elinin tersiyle itip ömür boyu sürgün hayatı yaşamak gibi.
Bazen de bu her şey daha tomurcukken geleceğini feda etmek olur, Filistin’de silahı olmadığı için taş atarak davasını korumaya çalışan 13 yaşındaki Ali Eymen Ebu Aliyya gibi çocuklar gibi. Veya ülkesindeki zulmü kimse duymadığı için bedenleri kıyılara vuran Aylan bebekler gibi.
Bazen de bu her şey, dünyayı bir kenara bırakan, cephe cephe dolaşıp savaşan Ashab-ı Kiram’ın varisleri, onların peşinden giden Tarık bin Ziyadler, Cafer-i Tayyarlar gibi olmak olur, Şamil Basayev gibi. Kafkasya’yı Ruslara dar eden, Abdullah Azzam gibi Afganistan’ı Sovyetlere mezar eden, Ömer Muhtar gibi. Libya’daki İtalyanları geldiklerine pişman eden, Hz. Hamza’nın neferleri olanlar gibi.
Bazen de bu her şey fikirlerinin yaşaması pahasına cihanı karşısına alan mücahitler gibi olmakla olur, Malik el-Şahbaz gibi. Amerika’da milyonların dirilişine vesile olduğu için kafirleri çıldırtan, Ebu Âlâ Mevdudi gibi fikirleriyle dövüşüp, ülkesindeki Müslümanları zulümden kurtarmaya çalışan, Hasan el-Benna gibi uçuruma doğru giden uyuşmuş, katı kalplere fikirleriyle şifa olduğu için öldürülen ve ölüsünden bile korkulan, Peygamber Efendimizin varisleri olanlar gibi.
Ve son olarak bu her şey tüm hayatını cihada adamışken yatağında iman ile Rabbine kavuşan, ömrü cihat meydanında geçmesine rağmen ve bedeninde yara almayan bir yer olmamasına rağmen yatağında ölen Halid bin Velid gibi olarak olur ŞEHİT OLMAK.
Çünkü şehadet niyetle başlar, yaşarken bu niyetine sadık kalan da, bu niyetle son nefesini veren de şehittir ve şehadetin yaş sınırı yoktur. Zaten insan nasıl yaşarsa öyle ölür. Bunu bilen insan yaşarken de şehit olur. işte, Abdullah Galip Bergusi gibi. Allah’ın rızasını kazanıp onun davasını yaymak için yaşayan ve şehit olmayı ihlâslı bir şekilde isteyen herkes şehit olabilir. Yeter ki son nefeste de yaşadığı gibi niyeti üzere ölsün.
Çünkü şehadet ölümü göze alacak kadar her şeye rağmen sözüne sadık olmayı gerektirir. Tüm bu her şeylerin sonu ölümdür. Söz veren, Allah’ın rızasını kazanmak pahasına en son canını da feda eder. Çünkü onun sözü vardır ve sözü pahasına elindeki her şeyi verir. Canını bile.
Ve şehadet, yaşayarak onu hak ettiğini gösteren bir hayat yaşamakla elde edilebilir. Bu hayatın sonunda yatağında ölse de şehittir BİİZNİLLAH.
Vesselam…