İnsanlık tarihinde hak-batıl tüm inanç sistemlerinde kutsal sayılan değere yakın olmak, ona saygısını göstermek ve istekte bulunmak üzere kurban sunma merasimleri düzenlenmiştir. Hac suresi 34. ayette Rabbimiz: “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık…” buyurarak bu gerçeği ifade etmektedir. İnanç sistemlerinde sadece kurban ibadetinin uygulanışı ve sunulan kurbanın türü değişmektedir. Kurban, Allah’ın kullarının teslimiyetini, samimiyetini test ettiği ve içerisinde birçok hikmetler barındıran önemli bir ibadettir. Ayrıca kurban kelime anlamı olarak da kendisi ile Allah’a yaklaşılan şey demektir. Bu önemli ibadetin hikmetlerini anlamaya çalışmak, ibadeti yerine getirme şevkimizi artırmak ve Rabbimizin bu ibadetle bizden beklediği manayı anlamaya çalışmak gerekir.
İnsanlar bazen ibadetleri yüzeysel bir bakış açısıyla değerlendirmektedirler. Bu nedenle de Yüce Allah’ın kullarının ibadeti yaparak elde etmelerini murat ettiği sonuçtan kendilerini mahrum etmiş olmaktadırlar. Kurban, fıkhi hükmünün farz değil de vacip olması nedeniyle maddi imkânı olmasına rağmen birçok kişinin yapmaktan geri kaldığı bir ibadet olarak karşımıza çıkar. Oysa kurban Allah’a bağlılığın bir göstergesi olan ve Allah’ın rızasını kazandıran bir vesiledir. Bu vesileye ihtiyaç duyulmasının hikmetlerinden birisi insanın fıtri yapısının unutmaya çok müsait olmasıdır. İnsan zaman zaman gaflete düşerek elinde bulunan malın, mülkün Allah’ın kendisine bir lütfu olduğunu unutabilmektedir. İşte kurban ibadeti insana sahip olduğu malın mülkün asıl sahibinin Allah olduğunu, verilenlerin emanet olduğunu ve gerektiğinde Allah yolunda feda edilmesi gerektiğini hatırlatır. Kurban kesen Müslüman, gerektiğinde canı da dâhil olmak üzere her şeyini Allah yolunda verebileceğini sembolik olarak göstermiş olmaktadır. Ayrıca Müminler, Efendimize (s.a.v.) Kevser Sûresi’nde belirtilen “…Kurban kes.” emrine kendilerini muhatap kabul ederek peygambere uyma emrini yerine getirirler. Bununla kul, hem verilen tüm nimetlere şükür vazifesini yerine getirir hem de Allah’ın rızasını kazanmanın hazzını hisseder.
Elbette ki Yüce Allah’ın, kullarının kestiği kurbana ihtiyacı yoktur. Rabbimiz kurbanı kendisine yaklaşma vesilesi kılmıştır. Hac suresi 37. ayette: “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!” şeklinde belirtilerek kurbanla murat edilenin kişinin bu ibadeti ihlasla ve Allah’a yaklaşma amacını taşıyarak yapmasının önemine dikkat çekilmiştir. Hz. Adem’in oğulları Habil ile Kabil’in sunduğu kurbandan Habil’in kurbanının kabul edilmesindeki sebep de Maide suresi 27. Ayette: “Onlara, Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, ‘And olsun seni öldüreceğim’ deyince, kardeşi: ‘Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder’ demişti.” belirtildiği üzere Habil’in takvasına bağlanmıştır. Çünkü takva, kullukta elinden gelenin en iyisini yapmayı gerektirir. Habil de kul olarak Rabbinin isteğini yerine getirirken elindeki en güzel hayvanını Allah yolunda vermek istemiş ve bunu ihlasla yerine getirdiği için de Allah’ın hoşnutluğunu kazanmıştı.
Kurban, aynı zamanda Hz. İsmail’in Allah için kurban edilmekten yine Allah’ın lütfuyla kurtuluşunun hatırlanmasına dair bir vesiledir. O zamandan bu yana Müminler bu hadiseyi hatırlamakla kalmayıp İbrahimî adanmışlığı ve İsmailî teslimiyeti sembolik olarak yerine getirmiş olurlar. Saffat suresi, 103-107. ayetlerde Rabbimiz: “İkisi de bu şekilde teslim olduklarında, onu tuttu şakağı üzerinde yatırdı. Biz ona şöyle seslendik: ‘Ey İbrahim! Gerçekten rüyayı doğruladın. İşte biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık ve kesin, çetin bir imtihandı.’ Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.” buyurarak takdirine boyun eğenleri, itirazsız kabul edenleri gerek dünyada gerekse ahirette ödüllendireceğini bildirmiştir. Hz. İbrahim’in teslimiyetiyle hem oğlu ölümden kurtulmuş hem kendisi ateşte yanmaktan korunmuş hem de kendisinden sonra gelen tüm peygamberlerin atası olarak saygıyla anılan, dualarla (salli-bârik duaları vb.) sürekli hatırlanan bir peygamber olmuştur.
Kurban, bireysel birçok faydasının yanı sıra muhtaç olan kişilerle paylaşarak hem verene verme alışkanlığı kazandırma hem de alanların mahrumiyetini en azından yılda bir defa giderme yönüyle de bir fayda sağlamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.), kurban etinin üçe taksim edilmesini, bir bölümünün kurban kesemeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, birinin de evde bırakılmasını tavsiye etmiştir. (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10). Et, içerisinde barındırdığı protein içeriği ile insan vücuduna birçok faydalar sağlamaktadır. Ancak fakir olup onu tüketme imkânı olmayanlar bu nimetten mahrum kalmaktadırlar. Kurban kesen müminler sahip oldukları bu nimeti fakirlerle paylaşarak onların bu ihtiyacını gidermektedirler. Bu paylaşmanın sonucu olarak kazanılacak mükâfat ile ilgili olarak şu olay bize ışık tutmaktadır: Efendimiz (s.a.v.) kestirdiği kurban için Hz. Aişe’ye “Ya Aişe kurbanın etini dağıttınız mı?” diye sorunca Hz. Aişe: “Kurban etini tümüyle ihtiyaç sahiplerine dağıttım, bize sadece bir but kaldı” deyince Hz. Peygamber (s.a.v.): “Hayır ya Aişe! O but dışındakiler bize kaldı (Yani asıl bize kalan, dağıttıklarındır)” diye cevap verir.
İhtiyaç sahiplerine ne kadar çok verilebilirse kurban ibadetini yapan kişi manevi olarak daha çok sevap kazanır. Ayrıca gerek komşularla gerek akrabalarla gerekse hiç tanımadığımız insanlarla paylaşılan kurban, toplumda kardeşlik duygularını güçlendirir. Yabancı ülkelerde birçok Müslüman kardeşimizin bu ibadeti yerine getirip Müslüman olmayan komşularıyla kurban etini paylaşmasıyla o insanların hidayetlerine vesile olduklarını hidayet öykülerinden duyabilmekteyiz.
İçerisinde nice hikmetler barındıran kurban ibadeti burada sadece ihlas, teslimiyet ve takva yönüyle ele alınmıştır. Çünkü özünde barındırdığı bu üç haslet birçok manevi güzelliğin vesilesi olma mesabesindedir. Bu nedenle insana kazandırdığı nice güzel hasletlerin, manevi kazanımların olduğu şüphe götürmeyecek bir gerçekliktir. Kulun üzerine düşen bunların farkına varma konusunda bir gayret sarf etmektir.
Yüce Allah’tan niyazımız bu denli önemli bir ibadeti yerine getirmekle kazanmamızı murat ettiği faydaları ve manevi donanımı elde etmeye kurbanımızı vesile kılmasıdır.