Her tarafı cehalet, sarmış kuyu karanlık.
Tek ışık, tek nur İslam, görmez mi? Hiç insanlık.
Bizi dünyaya kendine ibadet ve kulluk yapmak için gönderen, bu kullukta bize rehber ve önder gösteren nasıl yaşanacağını örneklerle belirten varlığın sahibi ve maliki Allah’a onun razı olacağı şekilde hamd olsun. Hayatın her karesinde bize örnek ve önder olan peygamber efendimize âline, ashabına ve yolunu yol bilenler salât ve selam olsun.
İnanan Müslüman kardeşim, Rabbimiz “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) buyuruyor.
Fizilali Kuran’da Şehit Seyyid Kutub (ra) bu ayetin açıklamasında şöyle der.
“İnsanları ve cinleri varlık kanununa bağlayan bu belirli görev Allah’a ibadet veya O’na kulluktur. Ortada bir kul, bir de Rab olacaktır. İbadet eden bir kul, tapılan bir Rab… İşte bir kulun hayatı bütünü ile bu ilke üzerine olursa düzgün olur. O halde gerçek ibadet kavramı iki ana unsurda somutlaşır:
1- Allah ‘a ibadetin anlamını ruhlara yerleştirmek. Yani, düşünceye şunu kesin olarak yerleştirmeli ki, ortada bir kul, bir de Rab vardır. Kul kulluk eder, Rab’be ise ibadet edilir. Bunun ötesinde hiçbir şey yoktur ve ortada bu konumdan ve bu bakış açısından başka bir şey yoktur. Ve şu varlık âlemi tümü ile ikiye ayrılır: Bir ibadet eden ve bir de ibadet edilen ma’bud. İbadet edilen Rab, birdir. Ve herkes O’nun kullarıdır.
2- İbadet, vicdandaki her harekette, organların her işleyişinde, hayattaki her davranışta Allah’a yönelmektir. Bütün davranışlar ile samimi olarak Allah’a yönelmek, başka her türlü duygudan ve Allah’a ibadet etme motifi dışında her türlü motiften sıyrılmaktır.
İnsan şu yeryüzünde yaşarken, burada Allah’ın kendisine vermiş olduğu bir görevi yerine getirmek için var olduğunu hissederek yaşar. Bu dünyaya o görevi yerine getirmek için belirli bir süre ile sınırlı olarak geldiğini, hissederek yaşar… Bu görevin ötesinde Allah’a itaatten başka dünyada hiçbir istek ve arzu, hiçbir gaye ve hedef düşünmeden dünyaya gelmesinin sadece O’na kulluk ve itaat ederek bu görevi yerine getirmek olduğunu hissederek yaşar. Bu görevin karşılığı ise duyulan iç huzuru, kendi durumundan ve amelinden hoşnutluk, Allah’ın kendisinden hoşnutluğu ve O’nun kendisini gözetmesi ile güven duymaktır. Sonra da bu, ahirette karşısına şereflendirme, nimet, ihsan ve büyük bir bağış olarak çıkacaktır.”
Dünyadaki bu görev, kulluk veya ibadetlerde inanan insanın dostları Allah,(cc) Resulü (sav) ve müminlerdir.
Sizin dostunuz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren rükûa varan müminlerdir. (Maide, 56)
Allah, iman sıfatına uygun düşen tek dostluğu böyle açıklamaktadır. Yani dostunuz Allah’tır. Resulüdür. Müminlerdir. Dostunuz; Türkler, Kürtler, Araplar, zenginler, fakirler, güzeller, çirkinler, güçlüler, zayıflar, mazlumlar değildir. “Ayet bu şekilde kesin ifadelidir. Bir demogojiye ve tevile imkân bırakmamaktadır. İslâmî hareketin ya da İslâm düşüncesinin cıvıklaştırılmasına fırsat vermemektedir. Gerçekte işin böyle olması zorunludur da. Çünkü sorun dediğimiz gibi özünde inanç sorunudur, bu inanca göre hareket etme sorunudur. Dostluğun bütünüyle Allah’a özgü olması için, mutlak anlamda O’na güvenilmesi için, “din” olarak İslâm’ın benimsenmesi için, sorunun Müslüman saf ile İslâm’ı din edinmeyen, onu hayat düzeni olarak benimsemeyen, diğer sıfatların ayrılığı sorunu olarak algılanması için ve İslâmî hareket, ciddiyet ve düzen bulunması için. Biricik önderlikten ve yegâne sancaktan başka kimsenin dostluğu söz konusu değildir. Mümin topluluktan başkasıyla yardımlaşma mümkün değildir. Çünkü İslâm’ın hayat düzeninde işbirliği, inançtan kaynaklanmaktadır.” (Fizilali Kur’an)
Kim Allah’ı, peygamberi ve müminleri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın tarafını tutanların grubudur. (Maide, 57)
Bu galibiyet sözü, imandan kaynaklanan bir kuralın açıklanmasından sonra yer almaktadır. Bu kural Allah’a, peygamberine ve müminlere yönelik dostluktur. Ayrıca bu, İslam’a inanmayanları dost edinmemeye, bunun Müslüman saftan ayrılıp İslam’a inanmayanların safına katılmak olduğuna, aynı zamanda dinden dönmek anlamına geldiğine ilişkin bir uyarıdır.
Düşmanlarımıza gelince onu da sevgili peygamberimiz bizlere şöyle ifade etmektedir. “Mü’min beş düşmanla karşı karşıyadır. Bunlar;
1- Kötülüğü emreden Nefs,
2- Vesvese veren Şeytan,
3- Sizinle savaşan kâfir,
4- Aldatan münafık,
5- Kıskanan Mü’min
Dikkat edilirse düşmanların içinde de Türkler, Kürtler, Araplar, zenginler, fakirler, güzeller, çirkinler, güçlüler, zayıflar, mazlumlar yoktur. Bu beş düşmana karşı da İslam mümine nasıl savaşılacağını, nasıl mücadele edileceğini söylemektedir. “Kim aldığını, verdiğini, sevdiğini ve düşmanlığını Allah için yapmadıkça gerçek manada iman etmiş olamaz.” (Hadis)
“De ki namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir.” emri ilahi gereği Müslüman kardeşim şunu kesin bilmelisin ki; Dinlenilmesi gereken sözün, itaat edilmesi gereken emirlerin, en güzeli Allah’ındır. Çünkü Allah bütün mahlûkatın sahibidir. Allah’ın sözünde yanlışlık, hata olmaz. Kalbin Allah için atmalı, gözün Allah için bakmalı, sevgin ve nefretin yine O’nun için olmalıdır. Çalışma ve gayretinde niyetin Allah rızası olmalıdır.
Mutluluk, huzur, izzet ve şerefin Allah’a olan kulluktadır. Yani ne kadar itaat edersen, ne kadar bu kulluğun sınırları içinde kalırsan o kadar mutlu olur ve saygınlık kazanırsın.
Ey müminler, içinizden kim dininden dönerse bilsin ki, yakında Allah öyle bir grup ortaya çıkaracak ki, Allah onları sevdiği gibi onlar da O’nu severler, bunlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu davranırlar, Allah yolunda cihad ederler, hiç kimsenin yergisinden ve kınamasından çekinmezler. Bu Allah’ın bağışıdır, onu dilediğine verir. Allah’ın lütfü geniştir, O her şeyi bilir. (Maide, 55)
İman eden kimselerden dinden dönenlere burada, bu şekilde ve bu bağlamda yöneltilen tehdit, Müminlerin dışında dostluk ile İslâm’dan dönmek arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyor.
Değerli Mü’min kardeşim,
Dostunu düşmanını iyi tanımalısın. Kiminle ne için, kime göre mücadele ettiğine dikkat etmelisin. Hayat kısa ve geçicidir. Sonsuz ve ebedi bir hayat seni beklemektedir. Şu kısa hayat için ebedi hayatını harap etmemelisin. Allah’ın, Resulünün ve müminlerin dostluğunu Hiçbir şeye değişmemelisin.
Bu hayat senin için düşmanlarla doludur. Ve dört bir yandan seni kuşatmıştır. En büyük düşmanın ise şeytan ve nefsindir.
Yaşarken niyetini, amacını ve hedefini sorgula yaptıkların Allah rızası için değilse boşuna yorulma. Yaptıkların Allah rızası için olsun.
Ve işte o zaman, insan gerçekten Allah’a tüm gücüyle yönelmiş olur. O zaman, şu yeryüzünün tutsaklığından, engelleyici cazibelerinden ve akılları çelen tuzaklarından sıyrılarak Allah’a koşmuş olur. Gerçekten esaretten ve yüklerden kurtulmuş ve kendisini Allah’a adamış olur.
“Onlara de ki: İstediğiniz gibi davranınız, yaptığınız işleri hem Allah, hem Peygamber, hem de müminler göreceklerdir. Sonra görünür-görünmez her şeyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız da, O size neler yaptığınızı haber verecektir.” (Tevbe, 105)
Allah, arı duru net bir İslam anlayışını, samimi bir ibadeti hayatının her karesine koyan mümin kullarından eylesin. Âmin.
Yatanı uyandırın, zamanı geçirmeden.
Küfür cehennem olmuş, tuttuğunu yemeden.
Davet Mektebi