Azerbaycan ile Ermenistan Arasında Çatışmalar
Azerbaycan ile Ermenistan arasında, uzun süreden beri devam eden Dağlık Karabağ meselesi var. Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge olan Dağlık Karabağ’da Sovyetler’in dağılma sürecinde Ermeni milisler isyan çıkardılar. Sonra Ermenistan’ın da desteğiyle burayı işgal ederek kendilerince bağımsız bir cumhuriyet ilan ettiler. Ancak bu cumhuriyeti Ermenistan da dâhil olmak üzere dünyada hiçbir ülke tanımış değil.
Ermeni milisler Dağlık Karabağ bölgesini işgal etmelerinden sonra buranın Azeri vatandaşlarını göçe zorladıklarından, evleri normalde bu bölgede ve Ermeni milislerin işgal veya tehdit ettiği çevre bölgelerde olan bir milyon civarında Azeri, Azerbaycan’ın diğer bölgelerine göç etmek zorunda kaldı.
Azerbaycan bu bölgedeki işgalin son bulmasını ve Dağlık Karabağ’ın yeniden kendisine bağlanmasını istiyor. Ancak Ermenistan onu bu konudaki taleplerinden vazgeçmeye zorlamak için zaman zaman Avrupa ülkelerinin ve Rusya’nın da desteğinden cesaret alarak Azerbaycan’a saldırılarda bulunuyor.
Ermeni güçleri Ermenistan – Azerbaycan sınırında bulunan Tovuz bölgesinde 12 Temmuz 2020 tarihinde Azerbaycan askeri güçlerine yönelik saldırılar düzenlediler. Saldırılarda Azerbaycan askeri güçlerinden biri general olmak üzere 8 kişi hayatını kaybetti. Bu saldırıya Azerbaycan güçleri de karşılık verdi ve bölgede bir süre karşılıklı çatışmalar oldu. Ermeni askeri güçlerinden de can kaybı oldu. Bunun üzerine Ermeni güçleri saldırılarını durdurdular ve ateşkes başlatıldı. Ancak sonrasında Ermeni güçleri yine zaman zaman ateşkesi ihlal ederek küçük çapta saldırılarda bulundular.
27 Eylül sabahından itibaren Ermeni güçleri Azerbaycan’a yönelik olarak yeniden geniş çaplı bir saldırı başlattı. Bu saldırılara karşı Azerbaycan askeri birlikleri de Dağlık Karabağ’ı işgalden kurtarma operasyonu başlattı. Azeri güçlerinin bu bölgede bazı köyleri kurtararak ilerlemesi üzerine Rusya devreye girerek 9 Ekim tarihinde bir ateşkes sağlanmasına öncülük etti. Ancak sonrasında Ermenistan ateşkesi yine ihlal ederek saldırılarda bulundu ve çatışmalar yeniden başladı. Bunun üzerine yine Rusya’nın aracılığıyla 18 Ekim’de tekrar ateşkes sağlandı. Fakat bu ateşkese de gereği gibi riayet edilmedi ve çatışmalar bir şekilde devam etti.
Kırgızistan’da Seçimlere Karşı Halk Ayaklanması
Kırgızistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 31 Ağustos 1991’de bağımsız oldu.
Bağımsız olmasından sonra başına Asker Akayev geçti. O. bağımsızlığın ilanından hemen sonra, Ekim 1991’de gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerine tek aday olarak girdi. Her keresinde halkın kendisinin yeniden başkanlığa geçmesini istediği iddiasıyla 2005’e kadar devletin başında kaldı. Ancak 2005’in Mart ayında Lale Devrimi olarak da adlandırılan olaylar üzerine 24 Mart 2005’te cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakmak zorunda kaldı.
Akayev’den sonra ülkenin başına Kurmanbek Bakiyev geçti. 7 adayın katıldığı Temmuz 2005’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Bakiyev oyların %88.71’ini alarak resmen cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. O 2009 seçimlerini yeniden kazandı.
Ancak halktan gelen tepkiler üzerine 30 Ekim 2011’de gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerini Sosyal Demokrat Parti lideri Almazbek Atambayev kazandı. Atambayev dönemi aynı zamanda FETÖ’nün ülkede faaliyet alanını çok genişlettiği ve muhtelif alanlara girdiği, okullar açtığı ve sosyal faaliyetlerde bulunduğu bir dönemdir.
Atambayev, 24 Kasım 2017 seçimlerine kadar cumhurbaşkanlığı koltuğunda kalmaya devam etti. Bu tarihte ise daha çok Rusya’ya yakın duran Sooronbay Şerifoviç Ceenbekov cumhurbaşkanlığına geçti.
4 Ekim 2020 tarihinde gerçekleştirilen parlamento seçimlerinde sadece Ceenbekov’a yakın duran üç parti ile muhalif partilerden biri %7’lik barajı aşarak parlamentoya girme imkânı elde etti.
Bunun üzerine muhalefet partileri, hükümetin parayla oy satın alarak seçimlere müdahale ettiği iddiasında bulunarak taraftarlarını meydanlara çıkardılar. Göstericilerin cezaevini basarak, hapiste olan eski cumhurbaşkanı Atambayev’i çıkarmaları, olayların arkasında FETÖ’nün olabileceği şüphelerini akla getirdi. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz üzere Atambayev, FETÖ’ye çok geniş fırsatlar tanımış biriydi.
Bu arada muhalefetin desteklediği Sadır Caparov bir hükümet kurdu ve cumhurbaşkanı Ceenbekov da onaylamak zorunda kaldı.
Ceenbekov daha sonra tepkiler karşısında fazla direnemeyerek istifa etti ve cumhurbaşkanlığı yetkilerini başbakan Sadır Caparov devraldı.
KKTC’de Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) 11 Ekim 2020 tarihinde gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylardan hiçbirinin seçimi kazanamaması üzerine en fazla oy alan iki aday ikinci tura kaldı. Bunlardan biri bağımsız aday ve aynı zamanda fiilen cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Mustafa Akıncı ile Ulusal Birlik Partisi’nin adayı ve başbakanlık görevini yürüten Ersin Tatar idi. Akıncı, Rumlarla anlaşma yapılabilmesi için bazı önemli tavizler verilmesinden yana tutumlarıyla ve Türkiye’deki yönetimin politikalarına yönelik eleştirileriyle öne çıkan biriydi. Ersin Tatar ise Türkiye’yle işbirliğinin sürdürülmesinden yana ve Kıbrıs meselesinin çözümünde Türkiye’nin tavrının önemsenmesi gerektiğini düşünen bir politikacı olarak öne çıkmıştı. O yüzden Türkiye’deki yönetim Tatar’ı desteklediğini belli eden bir tavır sergilemişti. Fakat birinci turda %21.67 oranında oy alarak üçüncü olan Tufan Erhürmen’in genel başkanlığını yaptığı Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) Akıncı’yı destekleme konusunda oy birliğiyle karar alması sebebiyle onun kazanması ihtimalinin daha yüksek olduğu yönündeki kanaatler güçlenmişti. Çünkü Akıncı’nın aldığı oy oranıyla CTP’nin oy oranının toplamı %50’yi geçiyordu. Ancak ikinci turda sandık başına gidenlerin sayısının artması sonuçları değiştirdi ve Tatar seçimleri kazanmayı başardı. Birinci turda oy kullanma oranının %58’de kalmasına rağmen, ikinci turda %67’ye çıktı ve bu artışta Tatar’ın kazanmasını isteyenlerin duyarlılığının daha etkili bir rol oynadığını sonuçlar ortaya çıkardı.
Doğu Akdeniz Konusunda Türkiye’ye Karşı Üçlü İttifak
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki araştırma çalışmaları Yunanistan’ın ve Fransa başta olmak üzere ona destek veren bazı Avrupa ülkelerinin rahatsız olmasına neden oldu. Bu yüzden Türkiye’ye karşı bir güç birliği ve cephe oluşturmak için muhtelif girişimlerde bulundular. Bu güç birliği çabalarında, Müslüman toplumların başına darbeler yoluyla musallat olmuş, tamamen gayri meşru cunta yönetimleri ve ihanetçi, işbirlikçi rejimler de destek verdi. Mısır’daki Sisi cuntası da bu amaçla Yunanistan’a ve Kıbrıs’taki Rum yönetimine destek verdi ve 21 Ekim tarihinde Lefkoşa’nın Rum kesiminde Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ve Kıbrıs Rum yönetiminin cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis ile bir araya gelerek işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşmanın hedefinde Türkiye’nin olduğu ve işbirliğinin Türkiye’ye karşı olduğu sonrasında yapılan ortak açıklamada da ortaya kondu. Ancak onların tutumu Türkiye’yi Doğu Akdeniz’le ilgili araştırma çalışmalarında geri adım atmaya zorlayamadı.
Sudan’dan ABD’ye Terör Tazminatı
Aslında ABD, tamamen geçersiz iddialara dayanarak Sudan’ın başkenti Hartum’un yakınındaki Şifa İlaç Fabrikası’nı bombalayarak yerle bir ettiği halde bunun tazminatını Sudan’a ödemedi. Diğer yandan Sudan’ın eski cumhurbaşkanı yardımcısı Zübeyir Muhammed Salih’in uçağının Güney Sudan semalarında düşürülmesinde de ABD istihbarat teşkilatı CIA’nin parmağı olduğu konusunda kuvvetli şüpheler bulunuyor. Fakat ne yazık ki Sudan’da darbe sonrası yönetimi ele geçiren kadro ABD karşısında hak mücadelesi vermeyi değil teslim olmayı kabul ettiğinden Sudan’ın adının ABD’nin “terörü destekleyen ülkeler” listesinden çıkarılması için, terörden zarar gören ABD vatandaşlarına ödenmek üzere 335 milyon doları havale etti. Bunu kabul etmesi aslında Sudan yönetiminin teröre destek verme konusunda kendisine yöneltilen suçlamaları da zımnen kabul etmesi anlamına geliyor. Yani bir yandan tamamen politik baskı amacıyla hazırlanan “teröre destek veren ülkeler” listesinden isminin çıkarılmasını isterken bir yandan da bu konuda kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmiş oldu.
Fakat ABD’nin asıl önemli ve öncelikli talebinin bu tazminat değil işgalci siyonist devletiyle ilişkilerin normalleştirilmesi olduğunu gelişmeler gözler önüne sermektedir. Sudan yönetimi her ne kadar söz konusu tazminatın ödenmesinin İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesiyle bir ilgisinin olmadığını ileri sürse de bu tazminatın havale edilmesinin hemen ardından Sudan’ın da işgal rejimiyle ilişkileri normalleştireceği yönünde açıklamalar yapılması, bir İsrail heyetinin bu konuyu görüşmek üzere Sudan’ın başkenti Hartum’u ziyaret ettiğinin iddia edilmesi Hartum’daki hükümetin işgalci siyonistlerle ilişkileri normalleştirmek için kendisine dayatılanları kabullenmeye razı olduğunu gösteriyordu. Ne yazık ki Sudan’da darbeyle iktidarı ele geçiren kadroyla, kitlesel hareketi temsil eden grubun anlaşması sonucu oluşturulan yarı sivil yarı cunta hükümet, ülkesinin ismini ABD’nin terör listesinden sildirebilmek için kendi halkına, Arap toplumlarına ve İslam dünyasının en merkezi davası durumundaki Filistin davasına ihanet ederek dünyanın baş teröristi siyonist işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirmeye onay vermiş görünüyor.
İhanet Rejimleri, İşgal Rejimiyle İlişkileri Normalleştirmede Tam Gaz
ABD Başkanı Trump bir yandan Arap ülkelerinden yeni birilerini işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirmeye zorlarken, diğer yandan onunla ikili ilişkileri başlatma anlaşmaları imzalamış olanlar işbirliğini geliştirmek için çok hızlı başladı ve tam gaz ilerliyorlar. BAE ve Bahreyn, işgal rejimiyle diplomatik ilişkilerin yanı sıra değişik alanlarda işbirliği yapmak için yeni anlaşmalar imzaladılar. Karşılıklı olarak uçak seferlerinin başlatılması için hava ulaşımı konusunda anlaşmalar imzaladılar. BAE bu kadarla yetinmeyerek işgal rejimiyle karşılıklı olarak vize muafiyeti anlaşması imzaladı. Hatta bir adım daha ileri giderek onunla Abraham Kalkınma Fonu adında bir işbirliği fonu oluşturmayı kabul etti.
Filistin’de İç İhtilafın Çözülmesi İçin Girişimler
Arap dünyasındaki ihanet rejimlerinin kirli anlaşmaları yüzünden ciddi sıkıntılar yaşayan Filistin davasının bileğini güçlendirmek amacıyla direniş grupları arasındaki problemleri ve ihtilafları çözmek ve direniş cephesinde tek saf oluşturmak için çalışmalar yapılıyor.
Filistin içinde bir ittifak ve güç birliği oluşturulması amacıyla 3 Eylül 2020’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta ve işgal altındaki Batı Yaka’da yer alan ve Mahmud Abbas yönetiminin merkezi durumundaki Ramallah şehrinde, FKÖ bünyesindeki 12 grupla, Hamas ve İslami Cihad Hareketi’nin genel sekreterlerinin veya siyasi liderlerinin katıldığı eş zamanlı bir toplantı düzenlendi.
Bu toplantıda Filistin’deki direniş faaliyetleri arasında koordinasyon sağlanması, güç birliği, Filistinli oluşumların tek çatı altında direnişlerinin sağlanması, bütün grupların temsil edildiği bir ortak uzlaşı hükümeti kurulması ve bölünmenin sona erdirilmesi için etkili bir mekanizma oluşturulması konusunda önemli kararlar alındı.
Bu toplantının üzerinden fazla zaman geçmeden 23-25 Eylül tarihlerinde, İstanbul’daki Filistin Konsolosluğu’nda Hamas ve Fetih heyetleri arasında üç gün süren görüşmeler yapıldı.
İstanbul’daki toplantıda daha çok pratiğe dönük konuların ayrıntıları üzerinde duruldu. Bunlardan biri de bir ortak vizyon geliştirilmesi konusuydu.

Yazar
1962 Artvin Yusufeli doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini kendi memleketinde tamamladıktan sonra Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi’nde Hadis dalında yüksek lisans yapan Ahmet Varol, 1984’ten bu yana basın alanında çalışmaktadır. Bu alanda çalışmaya ilk olarak İslam mecmuasının Dış Haberler sorumlusu olarak görev yapmakla başladı. Daha sonra Altınoluk dergisine geçerek bu derginin “İslam Dünyası” bölümünü hazırladı. Bu dergide çalıştığı sırada Erkam Yayınları’nın da editörlüğünü yaptı. Aynı dönemde haftalık olarak yayınlanan Vahdet gazetesinin de Dış Haberler bölümünü hazırlıyor ve bu gazeteye İslam dünyasıyla ilgili yazılar yazıyordu. Ekim 1996 – Ekim 2000 arasında dört yıl süreyle, aylık olarak 48 sayı yayınlanan Vahdet dergisinin Yazı İşleri müdürlüğünü yaptı. Şimdiye kadar birçok periyodik yayın organında İslam dünyası ve genelde dış politikayla ilgili yazıları neşredilen Ahmet Varol’un, Yeni Akit gazetesinde dış politikayla ilgili haftada üç gün yazısı yayınlanmaktadır. Aylık Ribat, Vuslat ve Davet Mektebi dergilerinde de düzenli şekilde yazıları yayınlanıyor. Bunların dışında değişik İslami yayın organlarında farklı zamanlarda İslam dünyasındaki gelişmelerle ilgili yazıları ve Özel FM adlı radyoda da “Dünya Döndükçe” başlıklı periyodik programı yayınlanıyor.
Yazara Yaz
×
blank
1962 Artvin Yusufeli doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini kendi memleketinde tamamladıktan sonra Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi’nde Hadis dalında yüksek lisans yapan Ahmet Varol, 1984’ten bu yana basın alanında çalışmaktadır. Bu alanda çalışmaya ilk olarak İslam mecmuasının Dış Haberler sorumlusu olarak görev yapmakla başladı. Daha sonra Altınoluk dergisine geçerek bu derginin “İslam Dünyası” bölümünü hazırladı. Bu dergide çalıştığı sırada Erkam Yayınları’nın da editörlüğünü yaptı. Aynı dönemde haftalık olarak yayınlanan Vahdet gazetesinin de Dış Haberler bölümünü hazırlıyor ve bu gazeteye İslam dünyasıyla ilgili yazılar yazıyordu. Ekim 1996 – Ekim 2000 arasında dört yıl süreyle, aylık olarak 48 sayı yayınlanan Vahdet dergisinin Yazı İşleri müdürlüğünü yaptı. Şimdiye kadar birçok periyodik yayın organında İslam dünyası ve genelde dış politikayla ilgili yazıları neşredilen Ahmet Varol’un, Yeni Akit gazetesinde dış politikayla ilgili haftada üç gün yazısı yayınlanmaktadır. Aylık Ribat, Vuslat ve Davet Mektebi dergilerinde de düzenli şekilde yazıları yayınlanıyor. Bunların dışında değişik İslami yayın organlarında farklı zamanlarda İslam dünyasındaki gelişmelerle ilgili yazıları ve Özel FM adlı radyoda da “Dünya Döndükçe” başlıklı periyodik programı yayınlanıyor.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?