Afganistan’da Taliban Zaferi
Afganistan’da Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesiyle birlikte yirmi yıllık ABD işgaline ve bu işgali temsil eden yerli yönetimin hakimiyetine son verilmiş oldu.
ABD ile Taliban arasında, Amerikan askerlerinin çekilmesi konusunda 29 Şubat 2020 tarihinde anlaşma imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre çekilme işleminin Nisan 2021’in sonuna kadar tamamlanması gerekiyordu. Ancak Biden’ın başa geçmesinden sonra çekilme işleminin 11 Eylül’e kadar ertelenmesi kararlaştırıldı.
Bu ertelemenin amacı Kabil hükümetiyle Taliban arasında bir iktidar paylaşımı anlaşmasının sağlanması için hükümete biraz daha fırsat vermekti. Ancak ABD desteğini kaybeden Kabil hükümetinin ordusunun direnç gücünü kaybettiğini gören Taliban, masabaşı görüşmelerde hükümetten ciddi tavizler isterken bir yandan da askeri ataklarını sürdürdü.
Taliban’ın atakları karşısında hükümetin sürekli mevzi kaybettiğini gören ABD işi fazla uzatmanın bir anlamı olmadığını gördüğü için çekilme işlemini 31 Ağustos’ta tamamlayacağını duyurdu. Bu durum karşısında hükümet güçleri Taliban karşısında ciddi bir direniş göstermeyerek vilayet merkezlerini teslim etmeyi tercih ettiler. Bu sebeple Taliban güçleri hızlı bir şekilde ilerleyerek tahmin edilenden çok daha kısa bir süre içinde Kabil’i ele geçirmeyi başardılar.
Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesinden sonra, bunun ABD’nin bir oyunu olduğunu iddia eden çok ilginç komplo teorileri öne sürüldü. Kimse ABD’nin yenildiğini bir türlü kabul etmek istemiyordu.
Şimdi dünya Taliban’ın hakimiyeti ele geçirdiği Afganistan’ın nasıl bir çizgi izleyeceğini merakla bekliyor.
Not: Vuslat dergisinin Ağustos 2021 sayısında yayınlanan yazımızda Afganistan’da 1978’de gerçekleştirilen komünist darbeyle birlikte başlayan çalkantılar süreci hakkında özet bilgiler vermeye ve olayların genel bir değerlendirmesini yapmaya çalıştık. Ribat dergisinin Eylül 2021 sayısı için yazdığımız dosyada da özellikle Taliban ve onun Afganistan’da hakimiyeti ele geçirmesinden sonraki durum hakkında ayrıntılı bilgiler vermeye çalıştık. Gerek olayların seyri, gerekse Taliban’ın stratejisi ve mevcut durum hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için bu iki yazımızın her ikisi de faydalı olacaktır.
Tunus’ta Darbeye Anayasa Kılıfı
Arap Baharı olarak isimlendirilen sürecin başladığı yer olan Tunus’ta halkın kazanımlarını geri almak isteyen dikta rejimleri ve Avrupa’nın sözde demokratik rejimleri daha önce muhtelif taktiklere başvurdular. Ancak bu taktikleri büyük ölçüde başarısız oldu. Ne var ki, halka verdiği sözlere sadık kalmayan cumhurbaşkanı Kays Said’in kendi kişiliğini pazara çıkarması onların işlerini kolaylaştırdı ve Arap dünyasındaki ihanet rejimlerinin Tunus’ta da Mısır’daki Sisi’ye benzer bir diktatör çıkarmak amacıyla hazırladıkları planlarının hayata geçirilmesi için önemli adımlar atıldı.
Kays Said, halkın küçük çaplı bazı protesto eylemlerini bahane ederek, 25 Temmuz 2021 tarihinde, Anayasanın 80. maddesinin kendisine verdiği yetkileri kullandığı iddiasıyla hükümeti görevden alarak ve Meclis’in çalışmalarını dondurarak siyasi darbe gerçekleştirdi.
Oysa Tunus’un yeni bir diktatörü olmaya heveslenen Kays Said’in sözünü ettiği 80. madde ona bu yetkileri vermiyordu. Olağanüstü hal uygulamasıyla ilgili olan bu madde, ülkenin geleceğini ve bağımsızlığını tehdit eden tehlikeli gelişmeler olması durumunda cumhurbaşkanının olağanüstü hal uygulayabileceğini söylüyordu. Oysa ortada böyle tehlikeli gelişmeler değil basit gösteri eylemleri vardı. İkinci olarak söz konusu madde cumhurbaşkanının yetkisini kullanmak için Meclis Başkanı’yla ve hükümet başkanıyla istişare etmesini isterken Kays Said, hükümeti görevden almış Meclis Başkanı Raşid El-Gannuşi’yi Meclis’e sokmamıştı. Üçüncü olarak söz konusu madde olağanüstü hal kararı alınması aşamasında Meclis’in sürekli oturum yapmasını isterken, diktatörlük heveslisi Said, Meclis’in çalışmalarını tamamen dondurmuştu.
Ama o bir Anayasa hukuku profesörü olmasına rağmen Anayasayı çarpıtmak suretiyle Anayasaya da darbe yaparken hukuku da tamamen ayaklarının altına almıştı.
Not: Vuslat dergisinin Eylül 2021 sayısı için yazdığımız dosyada Tunus’taki darbeyi ayrıntılı bir şekilde ele almaya çalıştığımı da burada belirtmekte yarar görüyorum.
Suriye’de Yine Saldırılar
Türkiye ve Rusya arasında yapılan uzun pazarlıklardan sonra nispeten sükûnetin sağlandığı Suriye’de, yeniden toparlanmaya başladığını düşünen Baas rejimi ve onun arkasında duran işgal güçleri yeniden saldırıları başlatarak sivil, savunmasız insanları hunharca katletmeye, aileleri topluca imha etmeye ve özellikle masum çocukları vahşice öldürmeye başladı. Son dönemde özellikle kuzeydeki İdlib bölgesine ve güneydeki Der’a bölgesine yönelik saldırılar gerçekleştirildi.
İdlib, Suriye içinde kalan ve Baas diktasından kaçanların sığındığı en önemli merkezlerden biri durumunda. Buraya yönelik saldırılar Suriye içinde yaşamaya devam eden ama evlerini terk etmek zorunda kalmış olanların bu ülke içinde artık hayat imkanı bulamaması gibi bir tehlikenin habercisidir. Böyle bir gelişme Baas diktasının zulmünden kurtulmaya çalışanların tamamen ülke sınırlarının dışına çıkma ihtiyacı duymalarına, bu durum da yeni bir göç dalgasına sebep olacaktır ki böyle bir durumun tüm bölgede büyük bir çalkantıya yol açacağı açıktır.
Der’a ise güneyde Ürdün sınırına yakın bölgede yer alıyor ve Suriye’de Baas diktasına karşı çalkantıların ilk ortaya çıktığı şehir olarak biliniyor. Bu bölgede ateşkes sağlanmasına rağmen Baas diktası ve ona sahip çıkan işgal güçleri, zulüm tehdidiyle karşı karşıya olan gençleri silahlarını teslim etmeye zorlamak için saldırılar düzenlediler. Onlar ise silahlarını teslim etmeleri durumunda Baas diktası ve ona destek için gelmiş işgalciler karşısında tamamen savunmasız kalacaklarını düşünüyorlar.
Der’a’daki saldırılardan bu bölgedeki Filistin mülteci kamplarında yaşayanlar da büyük ölçüde etkileniyor. Suriye’deki Filistinliler Çalışma Grubu ve BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) saldırılar ve kuşatma sebebiyle Der’a’daki mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin gıda ve ilaç stoklarının tükendiğini ve dışarıdan hiçbir insanî yardım alamadıklarını dile getirdiler.
Bir tarafta Filistin halkına ve davasına destek verdiğini söyleyen İran ve onun himaye ettiği Hizb militanları, burada normalde Filistin mülteci kamplarını tam anlamıyla vahşi kuşatmaya alarak gerçek yüzlerini gösteriyorlar.
Suudi Arabistan’dan Filistinlilere Ağır Cezalar
İhanetin İran cephesi himayesine aldığı Baas diktasıyla birlikte Suriye’deki mülteci kamplarını kuşatmaya alıp oralarda yaşayanların ilaç ve ekmek bile temin etmelerine engel olurken, Suudi Arabistan cephesi de siyonist katillerin sipariş ettiği davada hükmünü vererek Filistin halkının özgürlük mücadelesine destek vermekle suçladığı 69 Filistinliyi ve Ürdünlüyü 3 yıl ile 20 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırdı. Ayrıca 10 Suud vatandaşını da bunlara yardım ettikleri suçlamasıyla muhtelif hapis cezalarına mahkum etti.
Suud yargısının mahkum ettikleri arasında Filistin İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) yirmi yıl Suudi Arabistan temsilciliğini yapmış olan 83 yaşındaki Dr. Muhammed El-Hudari ile onun oğlu Hani El-Hudari de var. Suud zulmü Muhammed El-Hudari’yi 15 yıl hapis cezasına çarptırdı.
Bu insanların genel hukuk değerlerine göre işlemiş olduğu herhangi bir suç yok. Suudi Arabistan zulmünün onları cezalandırmasının tek sebebi vatanları siyonist katiller tarafından işgal edilen Filistinlilerin özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerini haklı bulmaları ve onlara destek vermeleri. Bu mücadeleyi haklı bulmayanın da doğal olarak siyonist işgali ve zulmü onaylaması gerekir. Zaten Suudi Arabistan rejimi de Filistin’de işgale karşı mücadele eden direniş hareketlerini kendince “terör” listesine aldı. Bunun tek sebebi ise tamamen katil siyonistlerin ve onu himaye eden Amerikan emperyalizminin güdümünde olması.
Lübnan’da Kriz Sürüyor
Lübnan’da yeni hükümet kurulamaması sebebiyle siyasi kriz devam ederken, bir yandan da zaten ciddi ekonomik sıkıntılar yaşayan bu ülkede Merkez Bankası’nın akaryakıt sübvansiyonunu kaldırması sebebiyle problemler arttı. Çünkü sübvansiyonun kaldırılması akaryakıt ticaretinde serbest piyasaya geçilmesi anlamına geliyor ki bu da doğal olarak fiyatların ciddi şekilde artmasına sebep olacaktı. Akaryakıt fiyatlarının artması ise bütün tüketim maddelerinin fiyatlarını etkileyecek.
Sudan’ın Küresel Emperyalizmin Talimatlarını Yerine Getirmesi
Sudan’da darbe ile iş başına gelen cuntacıların, bazı sivil oluşumların ileri gelenleriyle anlaşması sonucu oluşturulan yarı cunta yönetimi katil siyonistlerle ilişkileri normalleştirme konusunda küresel emperyalizmin talimatlarını yerine getirmesinden sonra şimdi de, Darfur bölgesinde savaş suçları işlediği suçlamasıyla yargılanması istenen eski cumhurbaşkanı Ömer El-Beşir’i Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) teslim edeceğini duyurdu.
Oysa Darfur bölgesindeki savaş suçlarından dolayı eğer Ömer El-Beşir’in cumhurbaşkanı sıfatıyla yargılanması isteniyorsa, şu an iktidarı ellerinde bulunduran cuntacı askerlerin ve en başta da darbenin baş aktörü olarak bilinen Muhammed Hamdan Daklu’nun da bizzat infazcı olarak yargılanması gerekir. Savaş suçları işlemekle suçlanan Cancevid gerillalarını örgütleyen ve yönlendiren kişi odur.
Mısır’da Yine İdam Kararları
Mısır’daki Sisi cuntası birtakım şiddet olaylarını bahane ederek yine Müslüman Kardeşler mensubu 24 kişi hakkında idam kararı verdi. Haklarında idam hükmü verilenler arasında Müslüman Kardeşler’in ileri gelenlerinden olan şahsiyetler de var.
Cunta yargısı bu idamları kendince hukuk çerçevesine oturtabilmek için mahkum edilen kişileri birtakım şiddet olaylarıyla irtibatlandırıyor. Oysa her şeyden önce Mısır’daki cunta yargısı güvenilirliğini tamamen kaybetmiştir ve yaptığı suçlamalarda inandırıcı deliller ortaya koyma, hukukun ilkelerine ve mantığına uygun bir yargılama yapma ihtiyacı duymamaktadır. Dolayısıyla verilen cezalar tamamen siyasidir ve hedef alınan kişiler gerçekte suç işlemekten, şiddet eylemlerine karışmaktan dolayı değil siyasi tercihlerinden, inançlarından ve düşüncelerinden dolayı mahkum edilmişlerdir. ■
- Yazara Yaz