İslam, hayatın hiçbir alanını boş bırakmamış, son Peygamberin getirdiği Rabbani ilkelerle hayatı bütün yönleriyle anlamlandırmış, insanın bu hayatta huzur ve saadeti elde etmesi yolunda prensipler ortaya koymuştur. İnsana hayat bahşeden ilkeler sunarken bunların hangi temele oturtulacağını da en açık şekilde belirlemiştir. Bu temel, tevhid ilkesine dayandırılmış, bütün bir hayat bu ilke etrafında dizayn edilmiştir.
Bir Müslümanın eğitimi ya da insanının İslami açıdan istenen bilinç seviyesine getirilmesi yolunda asla vazgeçmeyeceği ve şuuraltında hep canlı tutacağı ilke tevhid olmuştur. Allah’ın hayatın merkezinde olması ve her adım ve her düşüncenin bu fikirle ile yoğrulacağı tek alan bir müminin hayatından başkası değildir. Mümin attığı her adımda ortaya koyduğu her fikirde tevhidi esas alır ve amellerini buna göre şekillendirir.
Tevhid ilkesi temele alındıktan sonra eğitim, öbek öbek bu ilke etrafında örülmeye çalışılır, hayatta verilmek istenen ya da kazandırılmak istenen davranış ve düşünceler bu ilke etrafında hayat boyunca nakşedilir. Bir mümin bu ilkeyi hayatın hiçbir safhasında göz ardı edemez. Bu ilke, müminin hayatında “De ki: “Benim namazım, ibadetlerim, yaşamam ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enam, 162) ayetiyle formüle edilmiştir.
Bugünün eğitim sistemleri gerek sevgi gerekse korku temeline dayandırılsın netice itibariyle belli bir noktadan sonra gevşemeye, atalete ardından da bir anlam ifade etmeyen, insan hayatında değeri olmayan bir şekle dönüşmektedirler. Çünkü hayatı anlamlandırma noktasında ortaya bir değer koyamamışlardır. İslam, ortaya koyduğu “Allah için ve Allah ile yaşama” ilkesiyle ile ferdi her an ve durumda hep tek ve benzeri olmayan Rabbiyle başbaşa olan onun kendisini gözettiği ve gördüğü hissiyle hareket eden, davranışlarını bu şuurla kontrol eden bir seviyeye ulaştırır. İslam bu düşünceyi verirken hem sevgi hem korku hem mükâfat hem ceza his ve yöntemlerini de kullanır. Çünkü Müslüman bir fert, Rabbini hem seven hem de kendisinden korkulan, hem mükâfat veren hem ceza veren bir kimse olarak tanır. Bu düşünceyle hayat süren bir Müslüman başkalarına hep faydalı olma hissiyle yaşar. Bundan da yine tevhidi düşüncesinden neşet eden bir husus olarak Rabbinin rızasını elde etmeye çalışır.
Günümüz eğitim sistemlerinin tıkandığı tek husus olarak merkeze insanı almalarından dolayıdır ki tıkanmanın eşiğine gelmişlerdir. Avrupa insanı reform ve rönesansıyla her ne kadar maddi âlemde çok ciddi bir mesafe kaydetmişse de insan merkezli düşünceden kurtulamamış ve neticede kendisini Rabbine götüren tevhidi düşünceyi kaybetmiştir. Halbuki insandan hareketle Rabbe giden yolu İslam bütün açıklığıyla ortaya koymuş, kendisini bilen bir nefsin Rabbini bilebileceğini vurgulamıştır.
İnsanların eğitilmesinde tevhidin temele alınmamasından dolayıdır ki eğitim sistemleri bir çıkmazla karşı karşıya kalmıştır. Bugün Avrupa’da şayet insanlar her kural ve ikaza kulak verip istenenleri harfiyyen yerine getiriyorlarsa bu onların temele kanun korkusunu yerleştirmiş olmalarından dolayıdır. Korku temelli bir eğitim almış olan bir insan, fırsatını bulduğu an kanunu çiğneyecek ve kimseciklerin görmediği bir ortamda suç sayılan fiili gerçekleştirdiği için de kanun önüne çıkarılmaktan ve haliyle cezadan kurtulmuş olacaktır. Meşhur rivayettir ki çarşı-pazarlarda, alış-veriş merkezlerinde elektriğin kesildiği anlarda insanların yağmalama faaliyetlerine giriş- mesi kanunun kendisini görmediği ve dolayısıyla cezalandırılmaktan kurtulmuş olma düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Bunun aksini de söyleyebiliriz. Hep sevgi ve sınırsız hürriyet üzerine bir eğitim de çözüm değildir. Çünkü insanoğlu hata yapma kapasitesi olan bir varlıktır. Hata yaptığında bunun karşılığında cezanın olduğunu bilecek ve buna göre yaşayacaktır. Hayat hep penbe bir tablo arz etmemektedir. İslam sevginin yanında kızmanın da olduğu bir hayatı resmetmektedir. Bu yüzden Müslüman eğitimci eğittiği kimseye sevgiyle yaklaşırken bu sevginin temeline Allah rızasını yerleştirir, ona kızarken de sırf Allah için kızar. Müslüman eğitimci nefsin istek ve arzularına göre hareket etmez. Rabbani olma düşüncesinden ödün vermez ve her attığı adımı ve yaptığı davranışı tevhitle temellendirir. Onun nefsi, asla ön planda olmaz. Allah için sever Allah için korkar ve neticede Allah için yaşar
İslam’ın, eğitimin her safhasında temele aldığı tevhid düşüncesi hem fert hem de toplum içindir. Ne ferdi topluma ne de toplumu ferde feda etmez. Batı felsefesinde olduğu gibi “her şey sadece iyi bir vatandaş olmak içindir” gibi bir düşünceye de saplanıp kalmaz. İslam düşüncesinde eğitimden maksat iyi bir kul olmaktır. İyi bir kul aynı zamanda iyi bir vatandaş, iyi bir aile reisi, iyi bir öğretmen, iyi bir işçi, iyi bir arkadaş ve iyi devlet reisidir de. Çünkü tek Allah inancı temelinde sistemleştirilmiş bir eğitim sistemi, doğumdan ölüme kadar hatta ölümden sonrasını dahi göz önünde bulundurarak bütün eğitim sistemlerinin hep peşinden koştuğu ve bir türlü elde edemedikleri ideal ferdi ve ideal toplumu ortaya çıkaracaktır. İslam bunu 1400 yıllık tarihinde defalarca başarmıştır.
Tevhid ilkesinin yeryüzünde Muhammedi söylemle insanlarla buluşturulduğu miladi yedinci/ hicri birinci asırda bu ideal insan ve toplum tipi ortaya çıktı. Kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğunda arayan bir bilinç ve düşünceye sahip insanlar, bahsini ettiğimiz tevhidi eğitim sürecinden geçen insanlardı. Hatta onlara düşmanları dahi hayran kalmıştı. Sahip oldukları düşünce ne de yüceydi. Uğruna yaşadıkları şey ne de anlamlıydı. Ne kanun korkusu ne dünyevi herhangi bir sevgi, onların bu düşüncelerine alternatif değildi. Onlar Allah için yaşama, Allah için ölme duygusuyla hareket etmişlerdi.
O halde şunları sormak gerekir: Bir sınıfa kırk öğrenciyle dört duvar arasında yalnız kalan bir öğretmeni en idealist öğretmen olma şuuruna sevk edecek amil nedir? Kanun korkusu mu? Öğrencilere olan sevgisi mi? Onlarla aynı toprağın vatandaşı olma düşüncesi mi? Aynı kavme mensup olma duygusu mu?
Buna verilecek cevap tevhidin eşsiz düşüncesinden doğmuş olan “Allah düşüncesi temeline dayanan bir vicdan”dan başkası değildir. Bir Müslüman eğitimci kendilerine emanet edilenlerin sırf Allah inancına dayanan vicdanıyla karşısında bulunan nesli hem sever hem eğitir, gerektiğinde Allah için korkutur ve iyi bir kul ve iyi bir toplum ortaya çıkarmanın gayreti içine girer.
Eğitimde mükâfat ve ödüllendirme elbette ki önemlidir. Fakat mükâfat gibi bir düşüncesi ya da buna ihtiyacı kalmamış bir fertle karşılaşma durumunda onu hangi düşünce, hangi şuur ile motive edip eğiteceksiniz? Burada devreye giren husus elbette ki tek Allah inancıdır. Ona hayatın ve ölümün anlamını, yaşamaktan maksadın ne olduğunu, insanın nereden gelip nereye gitmekte olduğunu izaha çalışan bir eğitimci başarılı olacak, hayatın anlamını kavratmak suretiyle hedefine ulaşmış olacaktır.
Allah rızası ve korkusuna dayandırılmamış bir eğitim en nihayetinde iflas etmekle baş başa kalacaktır. Allah’tan korkmayan bir güvenlik görevlisi kimsenin farkına varamayacağı bir ortamda insanların güvenliği için en tehlikeli bir varlığa dönüşebilir. Şayet bilinci Allah inancı/tevhid düşüncesiyle yoğrulmamış ise onu zarar veren bir makinaya dönüşmekten hiç bir güç ve otorite alıkoyamayacaktır.
Resulullah (s.a.s.) daha hayattayken istikbalde insanların karşılaşacakları bir durumu haber veriyordu. İslam’ın henüz hakim olmadığı Arap Yarımadası’nda insanlar binlerce km. uzaklara güven içinde yolculuk edemezlerdi. Ne zaman ki İslam bütün bir Arap Yarımadası’na hâkim oldu Resulullah’ın haber vermiş olduğu hakikat işte o zaman gerçekleşti.
İşte Resulullah (s.a.s.) ve ashabının buna şehadeti:
“Habbab b. Eret (r.a) anlatıyor: Bizler, müşriklerin en ağır işkencelerine uğramış bulunuyorduk. Resûlullah s. Kâbe’nin gölgesinde, kaftanını yastık edinerek ona dayanmış olduğu bir sırada idi ki, yanına vardık, halimizi (müşriklerden çektiklerimizi) kendisine arz ve şikâyet edip: ‘Ya Rasulallah! Yüce Allah’a bizim için dua et! Bizim için Yüce Allahtan yardım dile! Bizi dinimizden döndürmelerinden korktuğumuz şu kavme karşı bizim için Allah’tan yardım dilemez misin? Bizim için, Allah’a dua etmez misin? dedik. Bunun üzerine Resulullah’ın yüzünün rengi değişti. Hemen doğrulup oturdu. Sonra şunu dedi: “Vallahi, sizden öncekiler içinde müminlerden bir kimse yakalanır, kendisi için yerde bir çukur kazılır, o kimse o çukura dizlerine kadar gömülür. Sonra bir testere getirilir, başının üzerine konulup biçilerek ikiye bölünürdü de, bu işkence kendisini dininden döndüremezdi! Yahut onun kemiğinin üzerinden eti ve siniri demir taraklarla taranır, kazınırdı da, bu işkence kendisini dininden döndüremezdi! Allah’tan korkunuz! Hiç şüphesiz, Allah sizin için fetih ihsan edecektir! Vallahi, Yüce Allah bu işi muhakkak tamamlayacaktır! Bu iş muhakkak tamamlanacaktır! Bu işin hükmü muhakkak yerine getirilecektir! O kadar ki, hayvanına binmiş bir kimse San’a’dan çıkıp Hadramevt’e kadar gidecek de, Yüce Allah’tan başka, hiçbir şeyden korkmayacak; ancak (varsa) koyunu, kurt saldırmasından kaygı duyacaktır! Fakat siz acele ediyorsunuz!” buyurdu.
İşte tevhidi düşünceyle yoğrulmuş bir eğitim sisteminin sunacağı bir hayat. Şayet eğitim sistemleri insanın aradığı huzur ve saadeti elde etmek istiyorlarsa tevhid düşüncesiyle ilmik ilmik örülmüş 12 yıllık bir eğitimine adım atmalı, ders kitaplarını fanilerin resimleriyle değil insanlığa hayat bahşeden Rabbani kelamla süslemeli, genç beyinlere İslam’ın tevhid temelinde ortaya koyduğu ahlaki esasları öğretmelidirler. Bu durumda ne kanun korkusu ne elli metrede bir kamere sitemi ne de her yüz metrede bir güvenlik görevlisine ihtiyaç duyulmayacaktır. Kaldı ki bu saydığımız güvenlik sistemleriyle dahi 21. asrın insanı kendisini güvende hissedememiş, çelik kapılar, çelik para kasaları ve meskenlerinin normal kapılarının üstüne bir de demirden ikinci bir kapı yapma yoluna gitmişlerdir.
Ne dersiniz? Türkiye bu iktidarla tevhid inancıyla yoğrulmuş, mana ve vicdana dayalı bir eğitim sistemine kapı aralayabilir mi? Bunun zamanı gelmemiş midir? Milyonları eğitecek olan öğretmen adayların bu ilke ile formatlamanın yollarını bu iktidar döneminde elde etmiş sayılmaz mıyız?
Netice olarak, tevhid eksenli eğitim sistemi yürürlüğe koyulmadıkça Batı merkezli maddeyi esas alan materyalist eğitim sistemi tüm dünyada nesilleri ifsad etmeye devam edecektir.
Doç. Dr. Mehmet AKBAŞ