Dünyanın en eski şehirlerinden Kudüs şehri tarih boyunca üç İbrahim’i din olan İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerine mensup kişilerin mücadelelerine tanık olmuştur. 125 km² alana sahip bu şehir tarih boyunca iki sefer tamamen yok edildi, yirmi üç kez işgal edildi, 52 defa saldırıya uğradı ve 44 defa ele geçirilip tekrar kurtarıldı. Fakat her saldırıda onu kurtaracak muzaffer bir komutan bekledi. Bu kimi zaman Hz. Ömer’in emrinin altındaki Ebu Ubeyde bin Cerrah oldu, kimi zaman Selahaddin Eyyubi, kimi zaman Yavuz Sultan Selim, kimi zaman Kanuni Sultan Süleyman, kimi zaman Ahmet Paşa… Komutanlar ve şehri ele geçirenler hep değişti, ama Kudüs için tek bir şey değişmedi; uğruna yakıldığı yıkıldığı sokaklarının kan seli olduğu o muzaffer dava…
Kudüs her zaman kutsal bir yer oldu. Bu kutsal yerin hakkını vermek hiç de kolay olmadı. Bizler, ne Kral Davut, Kudüs’ü İsrail devletinin başkenti inşa etti diye sokakları kan gölüne çevirdik, ne de haçı Kubbetu-s Sahra’ya takabilmek için şehri yerle bir ettik. Tam tersine halkın ve şehrin isyan ettiği zamanlarda çıkıp şehri özgürlüğüne kavuşturup insanlara adalet dağıttık.
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in İsra hadisesi gerçekleştiğinde, İslam fetihleri dönemi başladı. Bu hadise, Ka’be ve Mescid-i Aksa arasındaki manevi bağı kurdu. İslam ordusu Ebu Ubeyde bin Cerrah komutanlığında şehri kuşattı. Patrik Safronyus, şehrin anahtarını Hz. Ömer’in kendisine vermek istedi ve Hz. Ömer şehre geldi. Maddi olarak bağ, Hz. Ömer’in şehre gelmesiyle gerçekleşti (636). Şehri aldıktan sonra bir güven fermanı yazıldı ve Hz. Ömer (r.a) şehrin ismini İlya’dan Kudüs’e çevirdi.
Fetihten önce ise Kudüs kelimenin tam anlamıyla bahtı kara olduğu dönemleri yaşıyordu. İslam ordusunun fethinden önce Kudüs, Mısır firavunlarının elindeydi. Bedevi kabilelerinin saldırısı sonucunda Mısır kralı Abdihiba onlara karşı çıkamadı ve şehir bedevilerin hâkimiyeti altına girdi. Daha sonra, Mısır hâkimiyetine çok sonraları girebildi. Mısır hâkimiyetinden sonra Büyük İskender Filistin’i ele geçirdiğinde Kudüs şehrine de sahip oldu. Büyük İskender öldükten sonra onun halifeleri, onlardan sonra da Roma İmparatorluğu, Kudüs’ü Roma imparatorluğu sınırları içine katana kadar bir kaç defa işgal edildi. Kudüs daha sonra doğu ve batı Roma olmak üzere ikiye ayrılınca Filistin, doğu Roma (Bizans)da kaldı. Şehir hiç olmazsa bu dönemde biraz nefes aldı ve refah içinde yaşadı.
Bütün güzel şeyler kısa sürer. Bu da öyle oldu. II. Fars Kral Suriye’yi işgal etti ve bu işgal Kudüs’e kadar uzandı. Kiliseleri, mabetleri ve kutsal yerleri yerle bir ettiler. Bölgede kalan Yahudiler de, Hıristiyanlardan intikam almak için, kutsal yerlerini yerle bir eden Farisilere yardım ettiler. Bizanslılar yenilse de, Farisileri bölgede fazla barındırmadılar. Genel olarak bakacak olursak, Filistin bölgesinde ve özellikle Kudüs şehrinde Yahudilerin bölgede bulunduğu zaman çok kısadır.
Fethe geri dönecek olursak, Hz. Ömer’in fethinden sonra Abbasiler bir süre şehrin kontrolünü elinde tutabildi. Fakat bir dizi darbeden sonra şehir istikrarsızlaştı. Müslümanların kendi arasındaki bu çatışmaları, Bizans’ın Kudüs’ü 88 yıl boyunca işgal altında tutmasına neden oldu. Bu işgal boyunca Kudüs onu özgürleştirecek ve üzerindeki haçı söküp atacak muzaffer bir komutan bekledi. Bekledi… Bekledi… Sonunda öyle bir komutan geldi ki; baştan aşağı metal yığınından oluşan düşman Haçlı kuvvetlerini, çıplak denebilecek kadar zırhsız, ama savunduğu şey uğruna gözünü bile kırpmadan canını verebilecek bir orduyla tebelleş etti. Muzaffer komutan… Selahaddin Eyyubi…
Selahaddin Eyyubi ilk iş olarak kutsal yerler için savaşmayı bahane edip, şehri yerle bir eden Bizans ordusunun bütün pisliklerini temizledi ve bu tertemiz şehri kirleten insan görünümlü mahlûkatları topraklarına geri gönderdi. Kudüs halkına en iyi şekilde muamele etti. Kubbetü-s Sahranın üzerindeki haç işaretini sonunda kaldırttı. Şehrin restore, mimari ve yenilenmesine fazlasıyla ihtimam gösterdi. Kısacası şehir özlem duyduğu günlerine geri döndü…
Düşmanlar da bu ölümü fırsat bilip tekrar o pis ellerini bu kutsal şehre uzattı. Yiğitler de ölür elbet baki kalmaz ama… Bir yiğit ölür bin yiğit doğar… Haçlılar, Moğollar ve Memlukluların kanlı saltanatlarından sonra Kudüs’te Osmanlı devri başladı…
Osmanlılar 28 Aralık 1516’da Sinan Paşa önderliğinde, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinde Kudüs’e girdiler. Kudüs’ün fethinin akabinde Yavuz Sultan Selim 3 gün sonra Kudüs’ü ziyaret etti ve şehrin adını Kudüs-ü Şerif olarak değiştirdi. Kudüs tam 400 yıl Osmanlı Devleti hâkimiyeti altında kaldı. Bu 400 sene zarfında Kudüs altın zamanlarını yaşamış, bolluk ve refah içinde Osmanlı Devletinin hâkimiyetinde kalmıştır. Osmanlı için Kudüs büyük önem taşımıştır. Kanun-i Sultan Süleyman, 4. Murad, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid Han Kudüs şehri için pek çok hizmette bulunmuştur.
Kanun-i Sultan Süleyman, Kudüs şehri için birçok hizmette bulundu, bunlardan bazıları;
1-Kudüs şehrinin surlarını yeniletti
2- Kudüs kalesinin restoresini tamamladı.
3- Birçok çeşme yaptırdı, Kubbetu-s Sahranın yer döşemesini, Mescid-i Aksa’nın surlarını ve kapılarını restore edip yenilettirdi.
Kanun-i Kudüs’e 40 milyon akçe yardım yapmıştır. Bu rakamın okuyucularımız tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için günümüz rakamları ile ifade edecek olursak; 1 milyon 500 bin TL. Maddi yardımlardan çok, maneviyata da önem vermiştir. Kudüs çevresinde ahlaka aykırı bir kaç şey duyunca zamanın kadısını tehdit niteliğinde bir ferman yollamıştır.
IV. Murad döneminde Kudüs tehlikeye girince kale inşa edilmiş, arasında Napolyon’un da bulunduğu birçok komutanın saldırıları geri püskürtülmüştür. Sultan Abdülaziz’in Kudüs’e yaptığı mermer yollar günümüzde hala mevcuttur.
I. Dünya savaşına doğru zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu bu zayıf ve bitkin haliyle ne yazık ki Kudüs’e artık daha fazla sahip çıkamadı ve kontrol İngiliz mandasına geçti. 1948 tarihinde İsrail devleti batı Kudüs’te kuruldu. Dönemin Arap-İsrail savaşları İsrail’i durduramadı. 22 Arap ülkesi nasıl olur da küçük bir İsrail devletini yenemez? Diye soracak olursak bunda en önemli etken İsrail’in gücü değil, satılmış bazı Arap liderlerinin yeşil dolar tutkusudur. Tertemiz bazı çabaların aksine kendi ırkdaşlarına ve hatta daha kötüsü kendi dindaşlarına ihanet eden, gözünü dolar yeşili bürümüş satılmış çabalar da var. I. Cihan harbinde birbirleriyle savaşan itilaf-ittifak devletleri bile, Kudüs işgal edildiğinde savaş menfaatlerini bir köşeye bırakıp, Kudüs’ü işgal edenler her ne kadar düşmanları da olsa dindaşları olduğu için kutlamalar yaptılar. Sonuçta İsrail Kudüs’ün 5/4’ünü ele geçirdi. 1967 tarihinde savaşın yedinci gününde İsrail, Kudüs’ün tamamını işgal etti ve hala da işgal devam ediyor. Bölgedeki Arap Müslümanları çıkarmaya yönelik hain planlar yapıyor, bölgeyi tamamen Yahudileştirme çabalarına giriyor ve kutsal yerlerimizin altından çukurlar kazıyor.
Evet… Belki de İsrail kazançlı görünüyor. Haksız ve kanlı bir kutsallığı bahane ederek yüzlerce çocuğu yetim bırakıp, o çok korktukları, toprakların gerçek sahiplerini öldürmeleri onlara hiçbir kar elde ettirmez. Dedik ya, analar bir yiğit feda eder ama bin yiğit yetiştirir ve bu yiğitler ellerindeki sapan ve taşlarla düşmanı tankından çıkartmaz. Düşman tuvalete bile çıkamaz bazen korkudan. Allah onları öyle bir ölüm korkusuyla sarar ki, uğruna ölecek bir davası olmayan bu korkakların, uğruna yaşayacak çok şeyleri vardır, ama bizim yiğitlerimizin uğruna ölecek bir davası ve uğruna yaşayacak hiç bir şeyleri kalmaz…
Kudüs’te Yahudileştirme çabalarının boşa gittiğini gören İsrailliler yine kolay yolu seçip haksız kararlar alarak toplu katliamlar yaptılar. Cümle âlemin daha savaş sahnelerinde bile kullanıldıklarını görmedikleri yeni ve yasak silahları o mazlum ve kutsal şehirde kullandılar… Hep yuva yıktılar, insanları göğüslerinden vurdular, ama göğüslerindeki imanı çıkartamadılar… Ellerine düşenlere türlü türlü işkenceler yaptılar, diri diri yaktılar ama içlerinde yanan ve dünyadaki bütün zalimleri kül edip yakabilecek kudretteki o ateşi söndüremediler… O iman ateşini söndüremediler… Bir öldürdüler bin oldu… Kıvılcımdı ateş oldu… Korku bitmedi…
Bir yiğit ölür bin yiğit doğardı çünkü…