ABD’nin, Kudüs’ü işgalci İsrail’in başkenti ilan etmesi, Haçlı-Siyon ittifakının asıl yapmak istedikleri bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu. Haçlı-Siyonist ittifakının asıl yapmak istediklerinin açıklaması en kısa tabirle; İslam âleminde, kuklalarıyla ve seküler rejimleri ile 100 yıldır süren boyunduruğunu devam ettirmek, yeni diz çökertmeleri başlatmak ve yeni anlaşmaları imzalatarak bir yüzyılı daha istediği gibi dizaynetmektir. Eğer buna direnen olursa da gerekirse savaş yoluyla istediklerini yapmanın adımlarını göze almak için işe, Kudüs’ü işgalci İsrail’in başkenti ilan etmekle başladı diyebiliriz.
Şimdi bu noktada eğer doğru tespit ve adımları fert olarak, topluluk-cemaat olarak, devlet-ümmet olarak biz Müslümanlar atmaz isek; daha önce İslam tarihinde iki sefer olduğu gibi meselenin Mekke’ye ve Medine’ye kadar dayanacağını görmek zorundayız! Bugün Haçlı-Siyon ve işbirlikçileri Şia eliyle Bağdat’ı, Şam’ı, Beyrut’u, Kahire’yi, San’a’yı yakıp yağmaladığı gibi yarın İstanbul’u da yakıp yağmalayacağını bilmemiz gerekir. Çünkü Mekke’yi ve Medine’yi yıkmak için öncelikle İstanbul’un belini bükmeleri gerekecektir.
Bu sebeple en azından Kudüs’ün başkent ilan edilmesine gelinceye kadar geçen 15-20 senede İslam dünyasında ve Türkiye’de gelişen olaylar zincirini iyi anlamak ve birbirinin devamı niteliğinde olduğunun farkına varmak gerekmektedir.
İslam alemi ve onun önemli bir parçası olan Türkiye dâhilindeki son 15-20 senede öne çıkan olaylara şöyle bir bakalım; ta ki olayların birbiri ile bağlantılı olduğu; Kudüs, Mekke, Medine ve İstanbul’u nasıl hedefe aldığı daha iyi ortaya çıksın. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin ikiz kulelerinin şaibeli bir şekilde vurulması, ABD ve AB haçlı ordularının Afganistan’a girmesi, 2004 yılının Mart ayında Nükleer silah ve zalim Saddam bahanesi ile bütün bir Irak’ın haçlılar tarafından işgal edilmesi, buraları yeterli gördüğü bir zamana kadar sömürdükten sonra başından beri oyunun bir parçası olan Şia işbirlikçilerine teslim etmesi, bu sıralarda önceden planladığı uyduruk radikal İslam projesini ve onun karşısına yine önceden planlamış olduğu uyduruk ılımlı İslam projesini devreye sokması, 2006’da İşgalci İsrail’in Filistin’le birlikte Lübnan’ı kana bulaması, 2007’de Türkiye’de Ergenekon olayları ve Fetö’nün operasyonlarının başlaması, Filistin üzerindeki şiddetli saldırıların 2009’da Demir Kubbe savaşı ile şiddetlenmesi, 2010 yılında dünyanın dikkatini sivil inisiyatife ve Filistin’e çeken Mavi Marmara olayının olması, 2011 yılında Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’de kırk yıllık diktatörlere karşı halkların ayaklanması ile ‘Arap Baharının’ başlaması, başarıya ulaşan halk devrimlerine 2013 yılında darbeler indirilmesi ve Mısır’da Rabia direnişinin yaşanması, Türkiye için çok önemli olan 2009-2013 ‘Barış Sürecinin’ baltalanması, Gezi olaylarının çıkması, 17-25 Aralık operasyonu, Döviz ve Halk Bankası operasyonlarının çekilmesi, birçok ilde uluslararası taşeron örgütlerle bombalı saldırıların düzenlenmesi, Türkiye ile İran arasında Irak petrolü ve Suriye krizlerinin yaşanması, Türkiye ile Rusya arasında Büyükelçi ve düşürülen uçak krizlerinin çıkması, Türkiye’nin doğu illerinde 2015 yılında çukur olaylarının yaşanması, 2016’da Nato destekli 15 Temmuz Fetö askeri darbesinin yaşanması, Irak Kürt bölgesel yönetiminin Kürdistan referandumuna gitmesi ve Musul-Kerkük’ü Şia’ya kaptırması, ABD’de Türkiye hükümeti aleyhine 2016’da Rıza Zerrab ile birlikte İran’a yönelik yaptırımları delme davasının açılması ve 6 Aralık 2017’de ABD’nin Kudüs’ü İşgalci İsrail’in başkenti ilan etmesi olaylarının İslam aleminde birbiri ile nasıl bağlantılı olduğunu ortaya çıkmaktadır.
Çünkü bu olayların hepsini tek tek değerlendirmeye aldığımızda, Haçlı-Siyon saldırılarına karşı yapılan Mavi Marmara Filosu, Barış Süreci, Arap Baharı, Rabia direnişi, Irak Kürdistan Bölgesi ile Petrol anlaşmaları, Ekonominin kalkınması için Halk Bankasına döviz stoğu, Katar dövizi, Kürtlerle iyi ilişkilerin geliştirilmesi, Suriye, Afrika ve daha diğer mazlum halklar ile dayanışma, İslam işbirliğini harekete geçirme, Filistin’in hamisi olma gibi her hamlemiz her dik duruşumuz karşı siyasetlerle, projelerle manipüle etmeye, saptırmaya veya kendi lehlerine çevirmeye çalışmışlardır.
Birçok insanda bu siyasetlerle aldatılmış, konjonktürel yaklaşımı anlayamamış, gün geçtikte farkında olmadan doğru fikirden, uyması gereken siyasetten ve İslami anlayıştan uzaklaştırılarak ülkesinin, Müslümanların ve neredeyse kendi kendisinin ahiretini bile etkileyecek yanlışlara kaymıştır. Şuanda yaşanan olaylar göstermektedir ki bugünkü dünyada olup biten her türlü hal, hareket ve gidişat bir fikrin veya bir siyasetin ürünü olarak ortaya koyulmaktadır. Dolayısıyla fikirleri ve siyaseti yanlış olanlar neredeyse İslam ve İman konusunda da yanlışa düşmektedir. Çünkü kişilerin ve kurumların İtikadı, fikirlerini ve siyasetini belirlemektedir.
O halde Müslümanlar olarak uyanık olmalı, Haçlı-Siyon ve İslam âlemi içerisinden çıkan hainlerin planlarına karşı dikkatli olmalı ve dik durmalıyız. Gelecek yüzyılın Allah’ın izni ile İslam’ın yüzyılı olacağına inanmalı ve Kudüs’ün kurtuluşunun yakın olduğunu, İslam birliğine ve Hilafete dönüşün gerekliliğinin bütün dünya için hâsıl olduğunu; İslam âlemince direnişin devam ettiği sürece fitnelerin biteceği ve Allah’ın izniyle düşmanların yok olacağı, zaferin iman edenlerin olacağına iman etmemiz gerekmektedir.
Düşmanın bizi kuşatmaktan öte, yok etmek istediğini kavramalı ve Kudüs’ün İşgalci İsrail’in başkenti ilan edilmesini son radde olarak görmeliyiz. Kudüs’e ve ümmete dünya çapında samimi bir şekilde hamilik eden Türkiye’nin liderlik hakkını yerine iade etmeli ve gerçekten de en önemli son kale olduğunu unutmamalıyız. Boş fikirlerden ve gelip geçici siyasi yaklaşımlardan kaçınmalı ve ayaklarımızı yere sağlam basmalıyız. Bu yüzden Türkiye’nin etrafının Haçlı-Siyon ve Şia ittifakları ile kuşatıldığını çok iyi kavramalıyız ve buna göre adımlar atmalıyız. En ufak bir kıvılcımın Üçüncü Dünya Savaşının başlangıcı olacağını görüp buna göre gerekirse savaş hazırlıklarımızı yapmalıyız. Ulaşabildiğimiz kadar insanları bu konularda aydınlatmalı ve bizi bekleyen bu tehlikenin boyutu konusunda kendimizi ve insanları bilinçlendirmeliyiz. Söz konusu bu meselenin Kudüs ile sınırlı kalmayacağını hiçbir zaman unutmamalıyız. Çünkü düşmanlar da yapmak istediklerini unutmamaktadır. ABD’nin Kudüs’ü işgalci İsrail’in başkenti ilan etmesi kendi sonlarını imzalamaktır. Kim ne derse desin İşgalci İsrail, Filistin’deki bir çöpün bile sahibi değildir. Filistin’de ektiği de biçtiği de attığı da bizimdir. İnşa ettikleri de ileride Müslümanların refah içerisinde sahip olacağı öz malları ve öz mekânlarıdır. Kudüs Filistin’in başkentidir. Filistin’in beş karış toprağı bile herhangi bir Yahudi’nin değildir. Bütün dünya bunu böyle bilmeli ve kabullenmelidir.