Sözlükte ‘açmak, yol göstermek, yardım etmek, hüküm vermek, galibiyet ve zafere ulaşmak’ anlamlarına gelen feth, bir terim olarak Müslümanların ülke ve şehirleri Allah’ın ismini ve kelâmını yüceltmek manasındaki i’lâ-yi kelimetullâh amacıyla İslâmiyet’e açmaları anlamında kullanılmıştır.
Fetih; salt bir mücadele, kavga, çatışma ve hükmetme davası değil, Gönüllerdeki kilidin çözülerek gönlün, aklın, beldelerin ve ülkelerin İslâm’a, Hakk’a ve hakikate açılması demektir. Fetih zulümât perdelerinin aralanıp nurlu sabahların ufkumuzda arz-ı endam etmesinin adıdır. Fetih; İslâm dininin eşsiz güzelliğinin, adaletinin, din, vicdan ve ifade özgürlüğünün bütün insanlığa yansımasının adıdır.
Fetih; Fettâh olan Rabbimizin isminin dünyanın her bir köşesine, yaratmış olduğu ve sahip olduğu her gönle götürülme mefkûresinin adıdır. Fetih; imanın inkâra, ilmin cehalete, birlik ve beraberliğin düzensizliğe olan üstünlüğünün ifadesidir.
Fetih; “De ki, “Fetih (kıyamet) günü, inkâr edenlere iman etmeleri fayda vermeyecektir. Onlara göz de açtırılmayacaktır.” (Secde, 29) uyarısına iş işten geçmedenkulak vermektir.
Bu sebeple fetih evvela kişinin kendisinde başlamalı ve kendi kendisinin fâtihi olmalı insan. Kendini fetheden, mesuliyetinin farkında olan nefis ve şeytanın esaretinden, Hakk’a kulluk hürriyetine kavuşan, arınan, kulluğun hazzına varan, Hak yoluna sevdalı kimse en büyük fethi gerçekleştirmiş demektir.
İslâm’da “Fetih anlayışı” insanın hırs ve aç gözlülüğüne dayanmaz. Bilakis ilim, iman, adalet ve barış gibi bir gayeye dayanır. Peygamberimiz (sav) ve diğer Peygamberlerin, Hak yolcuların, âlimlerin ve gönül erlerinin yaptığı fetihler böyledir, böyle olmuştur. İslâm’ın fetih anlayışı ancak budur.
Tevhid tarihi boyunca İslâm fetihlerinin en asli amacının insan aklı ile sosyal hayatı, Allah inancı gibi temel İslâm gerçekleriyle buluşturmak ve bu buluşmanın önündeki tarihsel engelleri aşmak olduğu bir hakikattir.
İslâm fetihleri her şeyden önce arazi parçalarını değil kalplerin fethedilmesini amaçlar. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Bu yüzden Müslümanlar fethedilen ülkelerde din, mezhep, ırk gibi insanları farklılaştıran hususlara saygı göstermişler ve halkın İslâmiyet’i kabul etmesi için baskı uygulamamışlardır.
İslâmî fetihler, imanın inkâra, ilmin cehalete, birliğin nifaka galebesidir. Allah yolunda yapılan bir mücadeledir ve Allah’ın yardımı sayesinde zaferle neticelenmiştir. Zira Cenâbı Hak: “Ey inananlar! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), o da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”(Muhammed, 7)
Fetih, kalbi ve aklı İslâm gerçeğine açmaktır,insan ile İslâm’ın arasındaki engelleri kaldırmanın öbür adıdır. Amaç, insan ile İslâm arasında, Yaratılan ile Yaratıcı arasında, âbid ile ma’bûd arasında bir yol açmak varsa engelleri izale etmek, insanın gönlüne ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak anlamına gelir.
Önderimiz ve örneğimiz (sav) ve Hak yolcuları, dava erleri bu amaçla yola çıkmıştır. Bize düşen bu yolda sebat etmek ve bu yola baş koymaktır.
Her gönül hedeflenen bir Mekke olmalı, her gönül fethedilen bir İslâm diyarı… Müslüman ahlakıyla, yaşantısıyla, duruşuyla mekânı değil, zamanı fethetmeli, çağları fethetmeli.
İslâm sağlam bir maneviyat, ilim ve amelin eseridir. Zira imanın yerini küfrün, ilmin yerini cehaletin, adaletin yerini zulmün, birliğin yerini ayrılığın, güzel ahlakın yerini ahlaksızlığın aldığı toplumların başarılı olmaları mümkün değildir.
Kur’ân’ın Hudeybiye Antlaşmasını “Feth-i Mübîn – apaçık bir fetih” olarak tavsif etmesi de dikkat çekicidir. Hâlbuki Müslümanlar, daha evvel de küçümsenmeyecek zaferler elde etmişlerdi. Fakat Kur’ân’ın, bunları değil de Hudeybiye Sulhünü “Feth-i Mübîn” olarak nitelendirmesi, İslâmiyet için asıl hakikî zaferin mânevî sahada olduğu gerçeğine işaret içindir.
Bu sebeple Fetih sûresinin ilk ayetleri Mekke’nin fethinden söz etmez. “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik”. “Apaçık fetih”, hem ‘Mekke’nin fethi olarak, hem de gönüllere ulaşmaya vesile olan hidayetler olarak anlaşılmalıdır.Çünkü Mekke Hudeybiye’de fethedilmiştir.”
Ömer (r.a) gibi Müslümanların büyüklerinden bazıları eşit şartları taşımadığı ve Müslümanlara zarar verdiği için Hudeybiye sözleşmesine itiraz etmişlerdi. Ancak gerçekte bu anlaşma büyük bir zafer, büyük bir fetihti. Zira Kureyş bu anlaşma ile Müslümanların varlığını kabul etmiş, kendilerini sürekli meşgul eden ve zayıflatan harplerden Müslümanları kurtaran sükûnet ortamı sağlanmış, Müslümanlar emniyet ve güven ortamında İslâm davetini yerine getirebilmişlerdir. Bu sayede Arapların çoğu İslâm’a girmişlerdir.
Bundan dolayıdır ki, bu olayın kendisi apaçık bir fetihtir veya Mekke fethi için ilk adımdır. Zührî demiştir ki: “Hudeybiye’den önce ondan daha büyük bir fetih gerçekleşmemiştir.” Anlaşma yapıldığı esnada Müslümanların sayısı bin beş yüz veya bin dört yüz civarındaydı. İki sene sonra Mekke’nin fethedildiği sene Müslümanlar on bin kişi oldular. Onların içinde Hâlid b. Velid ve Amr b. Âs da vardı. İbni Mesûd, Câbir ve Beraa (r.a) demişlerdir ki: “Siz Mekke’nin fethini fetih olarak kabul ediyorsunuz. Hâlbuki biz Hudeybiye anlaşmasını fetih sayıyoruz.”
Mûsâ b. Ukbe demiştir ki: “Bir adam Hudeybiye’den ayrılırken “Bu bir fetih değildir. Çünkü onlar, bizim Beytullah’a gitmemize engel olmuşlardır.”deyince Resûlullah (sav): “Bilakis fetihlerin en büyüğüdür zira müşrikler size karşı beldelerini savaşsız olarak müdafaya razı olmuşlar ve sizden antlaşma talep edip eman için gelmişler ve hoşlarına gitmeyen özelliklerinizi de görmüşlerdir.”buyurmuşlardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Nasr sûresinde önce “Nasr: Allah’ın yardımı” gelmiş, ardından “Fetih” nasip olmuştur. Saf sûresinin 13. ayetinde “Allah’ın yardımı”nın hemen ardından “yakın bir fetih” müjdelenmiştir ki, bu durum aynı sünnetullahın (ilahi yasanın) kaçınılmaz bir sonucudur. Âl-i İmrân sûresi 160. ayette de; “Eğer Allah size yardım ederse, artık size galip gelecek hiç kimse yoktur” buyurularak; Allah’ın yardımının gelmesi ile zaferin kesin olacağı vurgulanmıştır. Nitekim Allah Teâlâ peygamberlerine ve iman edenlere dünya ve ahirette yardım vaat etmiş (Mümin, 51), müminlere yardım etmeyi bir “hak” olarak kendi üzerine almıştır (Rûm, 47). Bu sebeple, biz müminlere de bu çağın inkârcılarına karşı Allah’tan yardım dilemek (Bakara, 250, 286) ve Allah’ın yardımına lâyık olup onu celb edecek salih ameller yapmak düşer. Allah’ın yardımını celp edecek ameller ise;her türlü olumsuzluğa göğüs gererek Allah’ın dinini yüceltmek için çalışmak, Allah’ın kullarına yardım etmek, Allah’ın koyduğu hudutları/sınırları muhafaza edip korumak, Allah’ın emirlerine, ahitlerine, öğütlerine riayet etmek, hükümlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmaktır.
“Ama bizim uğrumuzda çalışıp çabalayanları, cihat edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki, Allah iyi davrananlarla beraberdir.”(Ankebut, 69)Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya çalıştığımız sürece, gönülleri İslâm’a açacak“apaçık fetih”ler nasib olacaktır. O halde Nasr sûresinin devamındaki emre uyarak Allah’ı hamd ile tesbih edip hatalarımız için istiğfarda bulunmaya kesintisiz ve sürekli olarak devam edilmelidir.