Kur’ân, bize hayvanların da ümmet olduğunu, onların hayatında da hiyerarşik bir yapının olduğunu haber verir.“Yeryüzünde gezen her tür canlı ve iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler”(En’âm, 38) Bu durum, sosyal hayatta bireylerin birbirlerine ihtiyacının olduğunu, aralarında sevgi ve saygıya dayalı bir dayanışma ve iş bölümünün gerekli olduğunu anlatması bakımından önemlidir. Zira toplumda hiyerarşi yoksa anarşi var demektir.
İnsan, hemcinsleriyle birlikte yaşamaya muhtaç olan sosyal bir varlıktır. Bu birlikteliğin huzurlu bir şekilde devam edebilmesi, herkesin sorumluluk ve haklarını bilmesi, bunların gereklerini yerine getirmesi ile mümkündür. Bunun için de herkesin konumunu bilip ona göre hareket etmesi şarttır.
Kur’ân, her insanı lider olmaya yönlendirir. Ancak bu herkesin lider olacağı anlamına gelmez. Elbette ehliyetli olan, layık olan lider olacaktır. Lider olan, liderliğin hakkını verdiği sürece o makamda kalacak, hakkını veremediği zaman da oradan ayrılmasını bilecektir. Müminlere dua örneği sunan bir ayette liderlik bilinci şöyle dile getirilir: “Rabbimiz, bize göz aydınlığı eşler ve çocuklar lutfeyle ve bizi müttakîlere önder yap!” (Furkan, 74)
Peygamberimiz (sav), “Üç kişi olduğunuzda içinizden birini imam seçin1.” buyurarak yönetim ve yöneticinin önemine vurgu yapmıştır. Öte yandan “Hepiniz çobansınız (yöneticisiniz) ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz”2 buyurarak da içerisinde yaşadığı toplumda her insana görev düştüğünü beyan etmiştir. Bu yönlendirmesi ile Peygamberimiz (sav), her mümini yönetime ortak olmaya davet etmiştir. Başka bir hadiste hiçbir gölgenin-korumanın olmadığı bir günde Allah’ın arşının gölgesi-koruması altında bulunacak olan sınıfın en başında adaletli idareci zikredilerek3konunun önemine dikkat çekilmiş ve bir yandan yönetime katılmaya, hatta yönetimin en başında yer almaya teşvik edilirken diğer yandan yönetici olmanın sorumluluğuna işaret edilmiştir. Peygamberimiz (sav), kendisi fetanet sahibi olması yanında, ilahî donanımla desteklendiği halde ashabı ve eşleri ile istişare etmiş ve “Danışan kazanır, danışmayan kaybeder”4 buyurmuştur.
Kur’ân ve Sünnetle şekillenen kültürümüzde, mahkeme kadıya mülk değildir, özdeyişi meşhurdur. Tarihimizde güç, kuvvet ve liyakatleri yerinde iken bile tahtını, geleceğin liderlerine bırakan liderleri herkes bilir. Bir makamda oturmak nimet ise bu nimetten başkalarını da yararlandırmak; eğer külfet ise bunu da başkalarıyla paylaşmak esas olmalıdır. Bu şekilde başka insanlar da yönetme sanatına hazırlanacaklar ve katkıda bulunacaklardır. Nitekim son anlarında kendisine oğlu Abdullah’ı, Müslümanların başına halife tayin etmesini isteyenlere Hz. Ömer şu cevabı vermiştir: “Hayır, ben ailemden birinin bu göreve gelmesini istemiyorum. Eğer bu iş hayırlı ise biz ondan nasibimizi aldık, şayet bu kötü bir işse bu iş için bir kurban yeterlidir…”
Kur’ân’da, Hz. Tâlût’un israiloğullarına hükümdar atanma gerekçeleri anlatılırken, yönetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Peygamberleri onlara, “Allah size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar, “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de verilmemiştir.” dediler. Peygamberleri şöyle dedi: “Şüphesiz Allah onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” Allah mülkünü dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir”(Bakara, 247)
Tâlût, kral soyundan değildi ve fakirdi. Bu yüzden israiloğulları onun yönetici seçilip atanmasına itiraz etmişlerdi. Oysa yöneticilikte liyakat esastı, soy ve zenginlik değil… Onun vücutça üstün olması, onun organlarının yerli yerince olmasının yanında, onun güçlü kuvvetli olmasıdır. Ayette onun ilmî gücü, bedenî gücünden önce zikir edilmiştir. Çünkü ruhî güç, bedenî güçten öncedir ve liyakat için daha önemlidir.
Liderlik için ilmî ve fizikî liyakat tek başına yetmiyor; onunla beraber kişinin güvenilir ve kendisine tevdiʻ edilen emanete titizlikle sahip çıkabilmesi de gerekir. Kur’ân’da ismi geçen birçok peygamberin kavimleri için emîn bir resûlolduğuna vurgu yapılmıştır.“Ben sizin için emin bir Peygamberim.”Bu ifadeyi Kur’ân’ın birçok yerinde birçok peygamber için görüyoruz. Hz. Yûsuf da Mısır kralından kendisini devlet hazinelerinin başına getirmesini talep ederken kendisinde bulunan şu özelliklerine dikkat çekmiştir.“Ben koruyan ve bilenim.”
Buna göre lider makamına getirilecek olan kimsede öncelikle bulunması gereken şartlar şunlardır: İnanç, ilim, liyakat, dirayet, cesaret, adalet emanet…Râşid halifelerin ilki olan Hz. Ebû Bekir’in hayatına baktığımızda bu özelliklerin onda mevcut olduğunu görürüz. O, hilafete seçildiği gün yaptığı şu tarihî konuşmasında çok önemli mesajlar vermiştir:
“Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde başınıza geçmiş bulunuyorum. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olunuz, kötülük yaparsam beni doğrultunuz. Doğruluk emanettir, yalan ihanettir. İçinizdeki en zayıfınız, hakkını alana kadar yanımda en güçlünüz olacaktır. Cihâdı terk eden millet zelil olur. Toplumda fuhşun yaygınlaşması, toplumsal belaların gelmesine sebeptir. Allah’a ve peygamberine bağlı kaldığım sürece bana itaat ediniz, aksi durumda bana itaat etmeniz gerekmez.5“
İlk halifenin bu anlamlı sözlerinden yönetime gelen kişinin insanlardan farklı olmadığı, onlardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Ardından o, kendisinin hiçbir konuda lâ yüs’el/sorgulanamaz ve dokunulamaz olmadığını belirtip sürekli denetlenmesini istemiştir. Daha sonra adalet, sadakat, cihat, iffet ve itaat gibi erdemlere dikkat çekmiş ve bu konulardaki kararlığını belirtmiştir.
Liyakatli insanları yetiştirecek olan ve onları başa getirecek olan da toplumun kendisidir. Hadislerde “Nasıl olursanız öyle yönetilirsiniz, amelleriniz yöneticilerinizdir.” buyurarak bu hususa işaret edilmiştir.6Nitekim önceki ilahî kitaplarda şu kudsî cümlelerin yer aldığı bildirilmiştir: “Ben hükümdarlar hükümdarı Allah’ım. Hükümdarların gönüllerine ben hâkimim ve onları ben çekip çeviririm. Halk, bana itaat ederse onların yöneticilerini rahmet vesilesi kılarım. Halk bana isyan ederse onları kötü yöneticilerle cezalandırırım. Bu durumda onlar yöneticilerine kabahat bulmakla oyalanmasınlar, tövbe edip bana dönsünler ki, yöneticileri, onlara merhamet etsinler.”7Peygamberimiz (sav) de bir dualarında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım, günahlarımız sebebiyle bize merhamet etmeyenleri başımıza musallat kılma!”8
Zulmü ile meşhur olan Haccâc’a bir adamın beddua ettiğini işiten Ka’b el-Ahbâr’ın şu uyarıları da oldukça manidardır: “Şikâyetçi olup durma, zira sizin başınıza gelenler kendi yaptıklarınız yüzündendir.9“
İki Müslüman taraf arasında cereyan edip yetmiş binden fazla Müslümanın katledilmesi ile sonuçlanan Sıffin Savaşı öncesi bir adam Hz. Ali’ye sorar: “Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde fitne ve fesat yoktu. Hz. Osman ve senin zamanında bunlar ortaya çıktı, bunun sebebi nedir Ey Ali?” Hz. Ali’yi fitne ve fesadın sebebiymiş gibi suçlayan bu soruya o büyük insanın cevabı şöyle olur:
“Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer benim gibilerinin lideri idiler. Bugün bense senin gibilerin lideriyim. Beni suçlamayı bırakın da siz kendinize bakın.”10
Yüce Rabbimiz, bir ayetinde kıyamet gününe dikkatimizi çekiyor. O gün için bugünden itibaren başlayıp hazırlanalım diye şöyle buyuruyor: “Her milleti, imamıyla çağırdığımız gün, kimlerin kitabı sağından verilirse işte onlar, kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.”(İsrâ, 71)
Yani, kişi iyilere uyup doğru yolda kalmışsa onu o yola getiren, o yolda tutan iyi önderleriyle çağırırız. Sapmış, yoldan çıkmışsa bu sefer de onu saptıran lideriyle birlikte çağırırız. Ey falan salih zatın peşinden gidenler, ey filan azgının izini sürenler, diye çağrılacaktır. Yani dünyada kime uymuşsa, kimin izinden gitmişse, kimin güdümüne girmişse onunla birlikte çağırırız. O liderlerle çağrılacak ve sonuçta onlarla haşrolup onların gittiği yere gidecektir.Buna göre kimlerle düşüp kalktığımıza, kime uyduğumuza, kimi kendimize önder/lider kabul ettiğimize, kime bağlanıp izinden gittiğimize dikkat etmeliyiz.
Hayatın bütün alanlarından sorumlu olan ve yeryüzünde Allah’ın halifesi olmakla şereflenen insanoğlu ve özellikle de Müslüman insanın hem idare etmek hem de kendisinin idare edilmesi hususundaki tercihinin mesuliyeti büyüktür. Herkes kendi sorumluluğunun büyüklüğü oranında hesabını Rabbine verecektir.
Yazımızı Hz. Ömer’in bir sözüyle bitirelim: “Rabbimiz, bize hakkı hak bilip hakka tabi olmayı; batılı da batıl bilip batıldan uzak kalmayı nasip eyle.”
Kaynakça:
1)Taberânî 2)Buhârî, Müslim 3)Buhârî 4) Taberânî 5)Sîret-i İbni Hişâm6) Deylemî, Beyhakî 6)Taberânî, Mu’camu’l-evsât 7)Tirmîzî 8)Taberânî 9)Sirâcu’l-Mulûk.
Abdulbaki ERMİŞ