Önce şunu ifade edelim ki, hiçbir ibadet adet değildir. Nasıl ki bazı adetler, özel bir kasıt ve niyetle ibadete dönüşebiliyorsa; aynen bunun gibi ibadetler de bazı hatalar sonucu âdete dönüşebilir. İbadeti adetten ayıran şey; sahih bir niyettir. Bu sebepledir ki; İslam, niyet ve kasıt üzerinde çok durmuştur. Genelde muhaddisler, kitaplarının ilk konusunu “ihlas ve ihdar-un niyye” olarak tercih etmişlerdir.
Bu sebepledir ki herhangi bir işe başlamadan önce “tashihi niyyet” niyet tazeleme önemlidir. Niyet, bir ibadeti hem bilinçli, şuurlu yaparak o işe daha ciddi sarılmamızı, hem de amellerimizi ihlasla yapmamızı sağlar. Allah cc, kurbandaki ihlâsa özel olarak dikkat çeker ve şöyle buyurur: “Onların (kurbanların) ne etleri Allah’a ulaşır; ne de kanları. Fakat O’na ulaşan, yalnızca sizin takvanız/iyi niyet ve samimiyetinizdir” (Hacc: 22/37)
İhlasla yapılan küçük küçük ameller dahi amel defterimize kaydedilir ve ihlasımız oranınca ecirlenir. Nitekim, birçok hadiste amellerin, kişinin ihlası oranında; 10-70-700 veya Allah’ın (cc) bildiği kadar katlanarak karşılık göreceği ifade edilmektedir. Yine ihlas ve niyet; yeme içime, uyuma, gezme gibi mubah amelleri dahi ibadete dönüştürürken, ihlassız ve riya karıştırılmış nice büyük ameller ise, ber heba olabilir.
Bir mü’min diğer bir mü’min kardeşine selam vermekle, onunla musafaha etmekle, ona güler yüz göstermekle, bir öğütte bulunmakla sevap kazanır. Yoldan eziyet verici bir taşı, çöpü, çalıyı kaldırmakla sevap kazanır ve ihlası oranında sevabı çoğalır. Hâlbuki, meşhur hadiste (zengin, âlim ve mücahit) üç sınıf insan, en büyük amellerden üç amel işliyorlar; ancak ihlasla değil de desinler diye yaptıklarından, amelleri boşa gitmekle kalmıyor, ayrıca sürüklenerek cehenneme atılıyorlar.
Başka bazı hadislerde mealen: ”nice namaz kılanlara yorgunluk, oruç tutanlara açlık, gece namazına kalkanlara uykusuzluk, zekât ve infakta bulunanlara fakirlikten başka bir şeyin kalmayacağı ve nice ihlastan uzak, riya ve gösteriş karışan amellerin, eski paçavra gibi sahibinin suratına fırlatılacağı” ifade edilir. Şu halde; nice emeklerle işlediğimiz amellerimizin ihlasla ve sadakatle olmasına dikkat edelim.
İmamı Gazali (rh.a) der ki: “Amellerde ihlas, bedendeki ruh gibidir. Ruhsuz beden, et-kemik yığınından ibaret olduğu gibi; ihlassız ameller de manasız ritüellerden ibarettir.”
Şunu da unutmayalım ki, zaman zaman amellerimize belli oranlarda riya karışabilir. Bu esnada şeytan sağdan yanaşarak, o ameli terk etmemizi fısıldar. Hâlbuki amelimize riya karıştıran da şeytanın kendisidir. Yani şeytan türlü türlü hilelerle bizi salih amellerden alıkoymaya çalışır. Bu hileye karşılık yapılması gereken; amelleri terk etmek değil, ısrarla amellerimize devam etmektir. Zira şeytanın tüm hilelerine karşılık yegâne savunmamız, ihlasla yaptığımız Salih amellerimizdir. Bu amellere devam ettikçe imanımız güçlenecek, imanımız güçlendikçe ihlasımız gelişecektir. Derken, zamanla şeytan bizden ümidini kesecek uzaklaşacaktır.
Kurbandan Dersler
• Allah (cc) a pazarlıksız teslimiyet.
• Allah (cc) yolunda en ileri derecede fedakârlığın sözleşmesi.
• Resûlullah (sav) İbrahim (as) ve nice peygamberlerin sünnetini ihya ve emirlerine inkiyad.
• İbrahim ailesini örnek alma…
• Sılay-ı rahm/akrabalık ilişkilerini ihya edip geliştirme.
• Komşuluğu diriltip pekiştirme.
• Aile bireyleri arasında sevgi ve muhabbetin sürekliliğini sağlama.
• Zengin, fakir arası muhabbet ve kaynaşma vesilesi.
• Sosyal barış yardımlaşma ve dayanışmaya katkı.
• İslami örf ve âdet birliğine katkı, ümmet bilincini ihya…
• Ekonomik kalkınmaya katkı sunma…
• Kurban, hayvan katliamı değildir.
Kurbanın adı bile ihlas, samimiyet ve teslimiyet içeriyorken; şuursuzca yapılması tezattır. Evet, kurban: “yaklaşmak, yakın olmak” demektir. Dolayısıyla bizi Allah’a (cc) yaklaştıran her amel, bir yönüyle kurbandır. Şu halde amellerimize; gösteriş, riya, kibir, gibi ğill-ğişş karıştırarak veya amellerimizde ihlas ve niyeti eksik bırakarak boşa çıkarmayalım.
Yanan harmanımızın, iflas eden ticaretimizin, kaza yapıp hurdaya çıkan aracımızın, dolu, sel vb. bir musibetle yok olan bostanımız, bahçemiz, bağımızın telafisi var. Kısaca dünyalık zararlar ne kadar büyük ve çok olsalar da çaresi var. Ama ahretin zararının telafisi yok. Mahşer günü ilahî mizanın bir kefesine hayrımız, diğerine günahımız konduğunda hayır kefemiz hafif çıkarsa; işte onun telafisi yoktur.
Kurban Kebap Bayramı Değildir
Kurban bir enerji, bir aksiyon, bir ruh, bir şuurdur. Kurbanın tarihi insanlık kadar eskidir. İlk insan ve ilk peygamber Âdem (as)’ ın oğulları Habil ve Kabil’in birer kurban adamaları… İbrahim (as) in oğlu İsmail’i Allah’ın (cc) emriyle kurban etmeye teşebbüsü… Resûlullah’ın (sav) dedesi Abdulmuttalip’in; Oğlu Abdullah’ı kurban etmeyi adaması, sonra Allah’ın (cc) yardımı ve takdiriyle kurban olmaktan kurtulması, birer örnektir.
Bilindiği üzere eser, müessirini yansıtır. Allah (cc), kâmil ve eksiksiz olduğu için onun gönderdiği prensipler de tam ve eksiksizdir. İnsan ise; doğası gereği birçok eksiklik ve kusurla kuşatılmış olduğundan onun ürettiği her şeyde noksanlık ve eksikliklerin olması kaçınılmazdır. Zira; Allah (cc) zatı ve sıfatlarıyla kâmil olup, her şeyi her zaman en ince ayrıntılarına kadar bilendir. O (cc) gizliyi de aşikârı da, geceyi de gündüzü de, arzı da asumanı da bilendir. Ama insan sadece gözünün gördüğünü, kulağının işittiğini, bulunduğu zaman ve zemin içerisinde cüz-i olarak bilir. Gelecek zaman olarak bir yıl sonrasını değil; bir saniye sonrasını dahi bilemez. Üzerinde oturduğu minderin altında bir yılan veya akrep olup olmadığını bilemez. Onun görmesi, işitmesi, gücü vs. tüm özellikleri, “hâlikulkuvavelkuder” olan Allah’ın (cc) kendisine bahşettiği ve irade ettiği kadarla sınırlıdır.
Bu sebepledir ki, Allah’ın (cc) insanlık için seçip razı olduğu yegâne din olan İslam, neyi emretmişse; onda insanlık için hayır, bereket ve rahmet vardır, neyi de yasaklamışsa; onda şer, fesat ve hüsran vardır. İşte Allah’ın (cc) müminlere bahşettiği bayramlarda da tüm insanlar için sayılamayacak kadar çok hayır ve hikmetler vardır. Ama insanların ürünü olan bayram, hafta ve günlerde çoğunlukla faydadan çok zararlar vardır. Örneğin; anneler günü, babalar günü, öğretmenler günü, yaşlılar günü, sevgililer günü ve benzerleri kimi çevrelere maddi ve nisbi bazı faydalar sağlasa da zararları daha çoktur.
Bu isimlendirmelerin kendisi bile bir olumsuzluk çağrıştırıyor. Sanki anne, baba, öğretmen, yaşlı ve engellilerin hak-hukuku bir günle sınırlıdır intiba-ı veriyor. Belki kasıt bu değil; ama esasen bu ve benzeri gün ve haftalar, manevi dünyasını kendi elleriyle yıkan Batı’nın küçük bir telafi görüntüsüyle ürettikleri, ancak aslında yine kalleşçe ve ikiyüzlü olarak başka saiklerle yaptıkları bir girişim.
Şunu tekrar edelim ki, bir millet; parası, silahları, teknolojisi ve nüfus kalabalığıyla değil manevi değerleriyle güçlüdür. Bu manevi değerler din, iman, sılayı rahim)akrabalık bağları(, komşuluk, arkadaşlık, aile v.b. kurumlardır. Bir toplumda bu değerler ne denli güçlü, sıcak ve işler durumdaysa; o toplum, o kadar güçlüdür. Bir toplumda bu değerler zaafa uğramışsa, o toplumda zayıftır. Eğer bir toplumda bu değerler yok olmuşsa, o toplumun kendisi de er veya geç yok olmaya mahkûmdur. Hatta belki yok olmuş da farkında değildir. İşte bayramlar, bu manevi değerleri ihya edip yaşatmak için büyük fırsatlardır.
Şu ayetleri tefekkür edelim.
“Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.”Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim (as) ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır. Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık. İbrahim’e selâm olsun. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o mümin kullarımızdandı.” (Saffat 37/100-111)
İbrahim (as) ailesi altmışından sonra (bazı rivayetlere göre yüz yaşında) bir çocuk sahibi olmuşken, Allah (cc) imtihan için 10-12 yaşına gelince İsmail’i kurban etmesini İbrahim (as)’a emretti. O da çocuğuna bunu teklif edince İsmail, tereddütsüz kabul etti. Anne Hacer de, onca yaşından sonra sahip olduğu biricik yavrusunun kurban edilmesine asla itiraz etmedi.
İşte örnek aile; baba, çocuğunu Allah (cc) yolunda kurban edecek kadar vefakâr. Anne, yıllardır bekledikten sonra sahip olduğu tek çocuğunun Allah (cc) yolunda kurban edilmesini kabullenecek kadar Allah’a (cc) teslim. Evlat da tereddütsüz bunu kabul edecek kadar şuurlu.
Şu halde kurban, bütün aile bireylerine bu ruh ve şuuru vermeli. Babalar için örnek, İbrahim (as), anneler için Hacer, evlatlar için İsmail (as) olmalıdır.
Kurban kesmeden önce Resûlullah (sav)’in okumamızı tavsiye ettiği ayet de tam bu ruhu aşılıyor. “Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de; âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am 6/162) Yani; benim her şeyim Allah’ındır. Zira beni ve sahip olduğum her şeyi, o verdi. Dolayısıyla kurban ne ki, şayet Rabbimin davası uğruna sahip olduğum her şey hatta hayatım dahi gerekse feda etmeye hazırım.
Bayram Tavsiyeleri
• Bayram, Bayram Namazı ve kurbanla ilgili pratik bilgileri önceden bir ilmihal kitabından okuyalım.
• Bir iki gün öncesinden aile bireylerimizi, bayramın mana ve önemine dair bilgilendirelim.
• Bayram günü, Sabah Namazı’nda cemaate ulaşacak şekilde ve mümkün olduğunca çocuklarımızla beraber gidelim.
• Gidiş gelişlerde tekbir getirelim ve karşılaştığımız insanlarla selamlaşıp bayramlaşmadan geçmeyelim.
• Camiden ayrılmak için acele etmeyip; cemaatten mümkün olduğu kadar çok kimseyle bayramlaşmaya çalışalım.
• Akraba ziyaretlerini ihmal etmeyelim, bu ziyaretlerimize çocuklarımızı da beraber götürerek sılay-ı rahmi pratikte öğretelim.
• Komşularımızı da aynı şekilde ziyaret edelim.
• Bu ziyaretlerde bize gelen-gelmeyen ayırımı yapmayalım, bize gelmeyenlere de gidelim. Aynı uygulamayı taziye, hasta ziyareti vb. ziyaretlerde de yapalım.
• Ziyaretleşmelerde mümkün mertebe haremlik selamlık adabına riayet etmeye çalışalım. Namahremlerimizle tokalaşmaktan özellikle sakınalım. (anne, bacı, hala, teyze, yeğen, süt bacı gibi nikâhları ebediyen haram olan bayanların dışındakiler namahremdirler.)
• Dargın, kırgın olduğunu bildiğimiz kimse varsa, onları birbiriyle buluşturup barışmalarını sağlayalım. Bana ne demeyelim zira; bir hayra sebep olan onu yapan gibidir. Tabi, bizim de herhangi biriyle bir dargınlığımız varsa acilen giderelim.
• Ailece TV’lerin zararlı programlarından uzak durmaya çalışalım. Zamanımızı faydalı işlerle değerlendirelim.
• Aşırı yeme-içmeden sakınalım. Ramazanda oruçla kısmen forma girmişken, yeniden kendimizi dağıtmayalım.
• Çocukları aşırı şeker, çikolata vb. abur-cuburdan sakındıralım.
• Bayram, düğün, nişan, taziye vb. sevinç ve tasa günlerinde sigara dağıtma âdetini kaldıralım. Özellikle küçük çocukların bayram bahanesiyle sigara içmelerine asla müsaade etmeyelim.
• Haçlı-Siyonist ittifakının haram aylar, bayram seyran dinlemeksizin can, mal, vatan ve namuslarını pay-ı mal ettikleri mazlum Müslümanları da hatırlayarak, onlara dua etmeyi unutmayalım. Sadece kavli dualarla yetinmeyerek fiili duada, yani elimizden geldiğince maddi-manevi yardımda da bulunalım. Onlara bu zulmü reva gören zalimlerin mallarını boykot etme gereğini yeniden hatırlayalım ve hatırlatalım. Özellikle sadece Allah’ın (cc) şeriatı uğruna 40 gündür, ölümüne Mısır’ın meydanlarını dolduran milyonlarca ihvanı unutmayalım.
• Ramazanda kazandığımız değerlerimizi ramazan sonrası da devam ettirelim. Unutmayalım ki, ramazan boyu zincire vurulmuş olan şeytanlar, ramazan sonrası zincirlerden kurtulacaklar ve kaybettiklerini kazanmak için mesai üstüne mesai yapacaklar.
• Aslında ramazandan sonra bizi şeytanlardan koruyacak yegâne silahımız olan taat ve ibadetimizi aksatmayalım. Farzları yaşama, haramlardan sakınma, cami-cemaat, ders-sohbet, günlük Kur’an, dua-zikir vs. ibadetlerimizi aksatmayalım.
• Değerli olanı elde etmek zor, onu korumak daha da zordur. Çünkü değerli olanın düşmanı daha fazladır. Ramazanda kazandığımız manevi değer ve sevap, dünyalık servetlerle kıyaslanamayacak kadar değerlidir ve onun korunması ise sadece rabbimizle bağımızı sıcak ve canlı tutmakla mümkündür.
Sonuç olarak; bayramları, yitirdiğimiz birçok değerimizi yeniden bulma ve ihya etmenin fırsatı olarak bilinçli bir şekilde değerlendirelim. Ki, bizi biz yapan; asıl bu manevi değerlerimizdir. Yeniden cümlenizin bayramı mübarek olsun. Selam… Dua…
Muhammed Özkılınç