Ahlâk insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışlar, kişide huy olarak bilinen nitelik, din, örf, adet, gelenek ve göreneklerin oluşturduğu bir sistem bütünüdür. Ahlâk, iyi ve güzel olan nitelikler olarak da tarif edilebilir. Ahlâk; güzel ve çirkin olarak iki kısma ayrılan davranış olarak da nitelenebilir. Biliyoruz ki toplumda hem tasvip edilen güzel huylar vardır hem de kabul görmeyen, dine, örfe, gelenek ve göreneklere aykırı, göze ve gönle hoş gelmeyen davranışlar vardır. Her ikisi de ahlâktır. Kur’an-ı Kerîm’de Resulullah (s.a.s.)’a hitaben “Sen en yüce bir ahlâk üzeresin.”1 buyurulmuştur. Hz. Peygamber’in kendisi de “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.”2 buyurmuştur. Bu ifadelerden de anlayacağımız gibi peygamberî ahlâk güzel ahlâkı, şeytanî ahlâk da çirkin ve tasvip edilmeyen ahlâkı temsil etmektedir.
Müslüman toplumu, yüce ahlâk toplumudur. İdeal ahlâk da ancak Kur’an ve sünnetle, İslâmî terbiye ile kazanılır. Güler yüzlü olmak, büyüklere saygılı, küçüklere merhametli olmak, anne-babaya saygılı olmak, hayâ sahibi olmak, emanete ihanet etmemek, ahde vefa göstermek, cömert olmak, saçıp savurmayarak israftan uzak durmak, mütevazî olmak, affetmek, doğru konuşmak, her türlü musibete sabretmek gibi hasletler güzel ahlâktan bazılarıdır.
Bir sohbet esnasında öğrencinin biri bana, “Hocam bir insan Müslüman olmadan da güzel bir ahlâka sahip olamaz mı?” diye bir soru sordu. Ben de “İnsanlar Müslüman olmadan da bazı güzel hasletlere sahip olabilirler. Mesela dürüst olabilirler, saygılı olabilirler, fedakâr olabilirler. Bu durumu irdelediğimiz zaman bilinçaltına yerleşmiş bir ahlâka ulaşabiliriz. Buna meleke de denir ki bu, her insanda vardır. Bununla beraber kişi, insanlara ve hayvanlara karşı çok ahlâkî davranabilir, ama kendisini yaratan ve yaşatan, kendisine sonsuz nimetler veren Rabbini tanımaması, O’nun emir ve yasaklarına uymaması ne kadar ahlâkî bir davranıştır? Böyle insanların ahlâkî davranışları bir elin parmaklarının sayılarını geçmeyecek kadar azdır. Halbuki Müslümanın her hali güzel ahlâk ile bezenmiştir. Dolayısıyla o kişinin ahlâkı, İslâm’ın belirlediği ahlâkî prensiplerin binde birine ancak tekabül eder. Birkaç davranışına bakarak “Bu insan çok ahlâklıdır.” diyemezsiniz. Hem o tür güzel ahlâklar bazı hayvanlarda da var. O hayvan, güzel ahlâkıyla insanlaşıyor mu? Hayır. Onun için güzel ahlâk ancak İslâm ile olur, Kur’an ve sünnet ile olur.” tarzında cevap verdik.
Müslüman, hayatında tümüyle güzel ahlâka sahip olmalıdır. Evde eşine ve çocuklarına karşı peygamber ahlâkıyla ahlâklanmalı. Okulda, çalıştığı kurumlarda, mahallede, ticaretinde, sosyal ilişkilerde, ferdi davranışlarda, alışverişte, adalette, savaşta yani her yerde ve her halükârda İslâmî bir ahlâka sahip olmalıdır. Ayet-i kerimede Allah şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”3 Başka bir ayette de Allah (cc) şöyle buyurarak Müslümanın ahlâkını ve güzel hasletlere sahip olmasının gereğini şöyle emrediyor: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”4
İnsanın sosyal varlık olması hasebiyle insan sosyal alanda daha çok farklı durum ve davranışlarla karşılaşabiliyor. Davetçi bir Müslüman toplumun ıslahı için gayret sarf eder. Onun ilgi odağı toplumdur. Toplum, bir ideale sahip, insanların dertleriyle dertlenmeyi kendine şiar edinen dava eri Müslümanın kliniğidir. Yanlış bir teşhis ve tedavi yöntemi toplumun daha çok ifsat olmasına neden olabilir. Dolayısıyla davetçi Müslüman dikkatli ve temkinli davranmak zorundadır. Ayrıca pek çok âyet ve hadiste toplumsal hayatı düzenleyen hükümlerin yer alması insanın sosyal bir varlık olduğunun bir göstergesidir.
Sosyal hayatta uzlaştırıcı rol üstlenmek, kardeşliği temin etmek Müslümanın başlıca görevdir. Ayette de belirtildiği gibi “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa işte onlar, felah bulanlardır”5 Bu ülfet sayesinde toplumsal hayatın kurulması ve güçlendirilmesiyle Müslümanın toplum içerisindeki düzensizliği gidermesi kolaylaşmış olacaktır. Toplumun ıslahını kendine dert edinen dava adamı şu nebevi düsturla müminler arasındaki kardeşliği temin eder: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu düşman eline bırakmaz. Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir; kim Müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da onu bir sıkıntıdan kurtarır; kim Müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allah da onun kusurunu gizler (affeder)”6
Müslümanın toplumsal ahlâk ve görevlerinden biri de toplumsal uzlaşı ve barışı sağlamaktır. “Allah, müminlerin kalplerini uzlaştırdı. Eğer sen dünyadaki her şeyi harcasan yine onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat Allah onları uzlaştırdı. Hiç kuşkusuz O, üstün iradeli ve hikmet sahibidir.”7 Hz. Peygamber de uzlaşma ve kaynaşma çabası göstermenin Müslümanlar için bir görev olduğunu şöyle ifade eder: “Mümin ülfet eden (uzlaşıp kaynaşan) insandır; ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet kurulamayan insanda hayır yoktur”8
Paylaşmak, darda ve zorda kalana yardım etmek, fakiri doyurmak, yoksulu kollamak, yetim ve muhtaçları gözetmek, zayıf ve düşküne kol kanat germek, kısaca sosyal dayanışmayı tesis etmek Müslümanın ahlâkî vazifelerindendir. Ayet-i Kerimede Rabbimiz şöyle buyurur: “Yüzlerinizi doğu ve batıya çevirmeniz “birr (insanları, Allah’a yaklaştıran iyilik, hayır, itaat)” değildir. Asıl birr; Allah’a Âhiret gününe, Meleklere, Kitab’a ve Peygamberlere inanan; malı sevmesine rağmen akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere, köle ve esirlere veren, namazı kılan, zekâtı veren, söz verdiğinde sözünü yerine getiren; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanında sabredenlerdir. Doğru olanlar Onlardır. (Müttakiler) korunanlar da Onlardır.”9 Ebu Hureyre’den rivayet edilen hadiste de Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim bir mü’minin dünyevi kederlerinden birini giderirse, Allah da onun Kıyamet günü kederlerinden birini giderir. Kim bir fakire kolaylık gösterirse, Allah da ona dünyada ve ahirette kolaylık gösterir. Kim bir Müslümanı örterse, Allah da onu dünya ve ahirette örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da onun yardımındadır. Kim ilim aramak düşüncesiyle bir yola düşerse, Allah onun cennete olan yolunu kolaylaştırır. Bir grup, Allah’ın kitabını okumak ve aralarında tedris etmek üzere Allah’ın evlerinden birinde toplanırsa, üzerlerine mutlaka sükûnet iner ve onları rahmet kaplar, melekler onları sarar. Allah da onları yanında bulunan mukarreb meleklere anar. Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa, nesebi hızlandıramaz.”10
Güven ve huzur ortamı tesis etmek, sosyal adaleti sağlamak, toplumsal saadeti sağlamak, hırsızlıkların ve arsızlıkların önüne geçecek bir toplum tesis etmek de İslâm’ın sosyal ahlâkının gereğidir. Müslüman toplumu gibi yüce ahlâkla ahlâklanmış bir toplumda kötü davranışların, zulüm, ihanet, gasp, anne-babaya kötülük, akrabalık bağlarını koparmak, komşu haklarını gözetmemek, kişilerin kişilerle, toplulukların topluluklarla alay etmesi gibi adi ve hastalıklı davranışlar kabul edilmez davranışlardır. Davetçi Müslüman bu tür ahlâk dışı davranışların kökünü kurutmak için çaba sarf eder. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurur: “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”11 Bu sayede yaşanabilir, huzurlu bir ortam tesis edilmiş olur. Hırsızlık yapan zengin ve soylu bir aileye mensup bir kadına had cezasının verilmemesi için bazı kimselerin aracılık yapması üzerine Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden önceki insanların helak olmalarının sebebi, aralarında ileri gelen (soylu, zengin) kimseler hırsızlık yapınca suçun cezasını vermeyip zayıf (ve fakir) kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Bu canı bu tende tutan (Allah)a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserdim!”12
İslâm’ın oluşturduğu toplum, erdemliler ve güzel ahlâk topumudur. Yüce değerlere sahip, temiz bir toplumdur. Bu toplumun müntesipleri hem özüyle hem sözüyle hem de yaşantısıyla örnek, vasat bir toplumdur. “Böylece sizi orta yolu benimseyen bir ümmet yaptık ki, siz insanlara örnek olasınız ve peygamber de size örnek olsun.’’13 ayetiyle muhatap ve ayetin gereği olan örnek bir toplumdur. Evde başka dışarıda başka, cami hayatı ile ticaret hayatı birbirine benzemez, kimsenin hatırı kalmasın diye haramlarda esnek davranan, toplumu ıslah etmeye çalışırken kendi ailesi ve çocuklarını ihmal eden, tek başına yaptığı ibadetler ile cemaat içerisinde yaptığı ibadetler arasında fark olan bir toplum değildir. Bu toplum, üstün değer ve ideallerin egemen olduğu, sapıklıklardan, bid’atlerden uzak bir toplumdur.
Kur’an ve sünnette belirtilen ahlâka sahip bir toplum için hepimiz sorumluyuz. Sorumluluğumuzun bilincinde olmak ve sosyal ahlâkı temin etmek için çok çalışmalıyız. Bunu yaparken şu ayetin muhatabı olduğumuzu da unutmamamız gerekir: “Siz kitabı okuduğunuz halde insanlara (başkalarına) iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Bunun yanlış olduğunu düşünemiyor musunuz?’’14
Çalışması gerektiğinin farkında olan, çalışırken kendisini, ailesini ve sorumluluğu altındakileri ihmal etmeyen ve her durumda gayret sarf eden bir “seçkin” topluluk olmamızı Rabbimden temenni ediyorum.
Kaynaklar
Kalem, 68/4
İbn Hanbel, Müsned, II, 381
Nahl, 16/90
Nisa, 4/36
Haşr, 59/9
Buhârî, “Mezâlim”, 3; Müslim, “Birr”, 58)
Enfal, 8/63)
İbn Hanbel, Müsned, II, 400; V, 235
Bakara, 2/177
Müslim, Zikr 38; Ebu Davud, Edeb 68
Âl-i İmran, 3/104
Müslim, Hudud, 9.
Bakara, 2/143
Bakara, 2/44