“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir.” (Âl-i İmrân, 96)

“Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.)” (Âl-i İmrân, 97)

“Hani İbrahim, “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.” (Bakara, 126)

Hac Arap lügatinde niyet etmek, yüceltmek, istenilen bir yeri çokça kastetmek anlamlarına gelmektedir. İslâm ıstılahında ise; Allah’ın rızasını kazanıp emrine icabet etmek için Kâbe’yi tavaf etmek, Arefe’de vakfe yapmak, Sefa ve Merve arasında say etmek ve diğer hac menasiklerini yerine getirmektir. Hac, özel birtakım şartlara bağlı özel bir ibadeti eda etmek için Allah’ın harem evini Kâbe’yi tavaf etmektir. Umre; lügatte ziyaret etmek anlamına gelir. Istılahta ise; Hac vaktinin dışında Allah’ın Kâbe’sini ziyaret etmektir. Özel şartlarla kusursuz bir ibadeti eda etmek ve hususi bir ibadeti yerine getirmektir.

Hac, ömürde bir kere akıl, baliğ ve diğer şartları taşıyan her Müslüman erkek ve kadına farzdır. İslâm’ın beş esasından biri olan hac; Kur’ân, sünnet ve icma-i ümmetle Müslümanlar için büyük bir farzdır. İslâm’ın yüce olan şartlarından ve sembollerindendir. İslâm’ın bu esasını inkâr eden, kabul etmeyen, onunla alay eden her kim olursa olsun kâfirdir ve Müslüman değildir. O kişi İslâm cemaatinin ipini boynundan çıkartmıştır.

Hem beden hem de malla yapılan bir ibadet olan hac, İslâm’ın tevhid sesinin haykırışıdır. Hac, İslâm davasının başlandığı Ümmü’l Kura şehri olan Mekke’nin ve özelde Kabe’nin yüceltilmesidir. Hac, hak ile batılın birbiriyle kavga ettiği, hakkın üstün geldiği mücadelenin adıdır. Hac, Hz. Muhammed’in (sav) risaleti ve cihanşümul olan davasının yansımasıdır. Hac, vahyin merkezini oluşturan, insanların risaletle tanıştığı ve kaynaştığı kutsal beldelerin teşrifidir. Hac, müminlerin kardeş olduğu, insanların Allah katında bir tarağın dişleri gibi eşit olduğu, kimsenin kimseye üstünlüğünün olmadığı ve üstünlüğün ancak takvada olduğu erdemlerine sahip ilahi dinin yani İslâm’ın sembolüdür.

Hacda bulunan tüm müminlerin Arefede toplanmaları, giydikleri bembeyaz elbise ile bizlere ölümü ve mahşeri hatırlatmaktadır. Arafat dağında Allah (c.c), dua edip yakarışta bulunan, gözyaşları dökerek halis bir şekilde tövbe eden, benliklerinden vazgeçip yalnızca Allah’ı zikreden, marifetullaha ulaşmaya gayret eden mümin ruhları ve tertemiz gönülleri bildiği için onlarla övünür. Ey melekler, şu kullarıma bakın Müzdelife’de haram aylarda Rablerini çokça anmaktadırlar. Bu yüceliğin sırrına vakıf olan müminler, daha sonra şeytanla kavgaya giderek onunla ebedi düşmanlığını ilan ediyorlar. Her bir Müslüman fert adeta şeytana şunu haykırıyor; artık bir daha sana kanmayacağım, bir daha sana boyun eğmeyeceğim, sana ve hizbine savaş ilan ediyorum. İnsanlara güzelleştirdiğin tüm günahlardan kaçınacağım. Mümin kardeşlerimi senden sakınmaları için uyaracağıma ve seni tüm dünyada rezil edeceğime dair Rabbime söz veriyorum.

Sonrasında Mümin, tavaf ederken tüm evrenle birlikte Allah’a boyun eğdiğini, galaksiler, gezegenler, ay, güneş ve dünya ile birlikte döndüğünün farkında olduğunu, her şeyin Allah’ı zikrederek tesbih ettiği şuuruyla tavafını yedi şavt ile tamamlayarak Safa ile Merve’ye gider ve oğlu İsmail için su arayan annemiz Hacer’i hatırlar. Hacerü’l-Esved’e el sürerken bir nevi “Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.” (Fetih, 10) ayetine mazhar olur. Tüm bunların yanı sıra İbrahim’in (a.s) mekânında namaz kılmak, hanifliğe adım atmak, yeryüzündeki putları kırmak ve yok etmek için sözleşme imzalamaktır. Zemzem ve Kevser suyundan kana kana içmek ve inşallah ebedi bir hayata adım atarak dünyevileşmekten uzaklaşmaktır. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: “Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” (Bakara, 125)

Hac, ilahi davetin icabetidir. Hz. İbrahim’in (a.s) hacca olan sedasının yansımasıdır. Allah’a davet eden Rabbani âlimlerin davet tohumlarının toprağa bırakıldığı ve yeşerdiği, bir habbenin yedi başak, her başağın ise yüz habbe verdiği bereketli toprakların adıdır. Hac; dünya Müslümanlarının buluştuğu, toplantı ve istişareler ederek kararlar verdiği yıllık kongreleridir. Hac, maddi ve manevi faydaların kazanıldığı İslâm ümmetinin ekonomisinin can damarıdır. Helal rızkın kazanıldığı bir iktisadi kaynaktır. Hac, sırlarla ve şiarlarla dolu, bir İslâm nişanesidir. Doğrusu İslâm’ın her beş esası da birçok sırlarla doludur. Örneğin Namaz, Kul ile Allah arasında bir bağ oluşturup müminleri aynı saflarda omuz omuza getirip birleştirerek Allah Teala’ya yakınlaştırmaktadır. Oruç, halis manada tutulduğu ve yerine getirildiği zaman sahibini tertemiz eder ve Allah’a yakınlaştırır. Zekât, müminlerin ruh dünyalarını, vicdanlarını ve gönüllerini tüm kirlerinden arındırır ve mallarını da temizleyerek bereketlendirir. İşte konu edindiğimiz Hac farizası da şayet tam manasıyla Allah için olursa dikensiz ve zahmetsiz bir cihad hükmündedir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır; “Yaşlının, zayıfın ve kadının cihadı hactır”1 Abdullah b. Mesûd’un (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuşlardır; “Hacılar ve umre yapanlar, Allah’ın misafirleridirler. Şayet dua ederlerse Allah dualarını kabul eder, istiğfar ederlerse Allah onların günahlarını bağışlar.”2 başka bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) “Kim ki haccederken kimseye küfretmez ve hac esnasında eşiyle cima etmez ise eve gideceği gün annesinden doğduğu gibi tüm günahlardan tertemiz olur”

Asrı Saadete baktığımızda Ashab-ı Kiram’ın Hac ve Umre yapmak için adeta yarıştıklarını görmekteyiz. Zaman bulan, zamanı olan kimseler hac farizasını ve umre görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (Allah onlardan razı olsun) Hac dönemlerinde müminlere önderlik ve imamlık ederek Hac görevlerini ifa etmişlerdir. Hz. Ali (r.a), döneminde fitneler baş gösterdiği için bu görevi maalesef yapamamıştır. Ancak İmam Ali (r.a) Peygamberimizle (sav) Veda Haccını yapmıştır. Gerek sahabe gerek tabiin, cihad hükmünde olan hac görevini ihmal etmemişlerdir.

Peygamber efendimiz (sav) Hicretin 10. Yılında Hac yapmak istediğini ilan etmiş ve bu sene hac yapacağını belirlemiştir. Medine’deki Müslümanlar ile civardaki ve diğer yerlerdeki Müslümanlar da Peygamberin (sav) Hac yapacağını duydukları gibi Medine’ye akın etmişlerdir. Peygamberle (sav) birlikte bu büyük Hac farizasını yerine getirmek, Hacdaki ameli menasikleri izlemek ve Peygamberi (sav) örnek edinmek istedikleri muhakkaktır. Rivayetlere göre o sene hacıların sayısı yüz binleri aşıyordu.

Hac, rivayetlere göre Hicret’in 9. yılında farz kılınmıştır. İşte Peygamber (sav) Veda haccını yapmak üzere yola çıkmıştı. Müslümanlarda Peygamberin (sav) çıkacağı günü bekliyorlardı. Peygamber (sav) Medine’den çıktığı gibi Müslümanlarda Medine’den çıkarak artık Peygamberi (sav) takip etmişlerdir. Sonrasında Peygamber efendimiz (sav) o mahşeri kalabalığa yönelerek veda hutbesini irad etmiştir.

Hz. Peygamber (sav) Allah’a hamd ve senâdan sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Bilmiyorum, belki de bugünden sonra burada sizinle bir daha buluşamayacağım. Allah’ın rahmeti bugün sözümü işitip onu iyice kavrayanların üzerine olsun! Benim bu sözlerimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunandan daha iyi anlar ve itaat eder. Ey insanlar! Biliniz ki rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır.

Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir. Biliniz ki bu şehriniz Mekke, bugününüz arefe ve bu ayınız zilhicce nasıl mukaddes ve dokunulmaz ise mallarınız ve canlarınız da aynı şekilde dokunulmazdır. Câhiliye devrindeki her türlü ribâ (faiz) kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat anaparanız sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın. Kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas b. Abdülmuttalib’in faizidir. Câhiliye devrinin kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası akrabalarımdan Rebîa b. Hâris b. Abdülmuttalib’in oğlu Âmir’in kan davasıdır.

Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onların namus ve iffetini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız iffet ve namuslarını korumalarıdır. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları geleneklere uygun biçimde yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır. Kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlara en iyi şekilde davranın.

Ashabım! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden saltanat ve nüfuz kurma ümidini ebediyen kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım şeyler dışında küçük gördüğünüz şeylerde şeytana uyarsanız bu da onu sevindirir ve cesaret verir. Sözümü iyi dinleyin ve belleyin. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslümanın malı rızası olmadan diğer bir Müslümana helâl olmaz. Sakın zulmetmeyin. Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba oğlunun, oğul da babasının suçundan sorumlu tutulamaz. Allah her vârisin mirastan payını tayin etmiştir. Artık bir vârisin diğer mirasçıları mahrum edecek şekilde vasiyette bulunulması helâl değildir. Çocuklar babalarından başkasına nisbet edilemez. Ödünç alınan şeyler sahibine geri verilmelidir. Yararlanılmak üzere alınan şeyler de sahiplerine iade edilmelidir. Borçlar ödenmelidir. Birinin borcunu üstlenen kefil de o borcu ödemelidir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin. Rabbiniz olan Allah’tan sakının, O’na kulluk edin. Beş vakit namazınızı kılın. Ramazan ayında oruç tutun, hac ibadetini yerine getirin, mallarınızın zekâtını gönül hoşluğuyla verin. Yöneticilerinize Allah’ın kitabına uydukları sürece itaat edin ve böylece Rabbinizin cennetine girin. Benden sonra küfre ve sapkınlığa düşüp birbirinizin boynunu vurmayın. Benden sonra hiçbir Peygamber gelmeyecektir. Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız takdirde bir daha asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’ân’la Peygamberinin sünnetidir.”

Daha sonra Resûlullah (sav), “Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. O zaman ne diyeceksiniz?” deyince ashap, “Allah’ın risâletini tebliğ ettin, görevini yaptın, bize nasihatte bulundun diye şahitlik ederiz” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav) şehâdet parmağını semaya doğru kaldırdı, sonra da insanlara doğru çevirip indirerek, “Şahit ol yâ Rab, şahit ol yâ Rab, şahit ol yâ Rab!” dedi.[1]

Kaynakça

1) Nesâî, Hac. 2) Nesâî, Tirmizî, Hac.

[1] Müsned, VII, 307, 330, 376; Buhârî, Hac, 132; Meğâzî, 78; Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56, 61.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?