Nahl Sûresi, 1:
“Allah’ın emri yerine gelecektir; artık onun bir an önce gelmesini isteyip durmayın. Allah onların ortak koştukları her şeyden uzaktır ve yücedir.” (Nahl, 1)
Kâfirler Peygamber (s.a.s.) ile alay ederek şöyle diyorlardı: “Hani nerede kaldı söz ettiğin kıyamet, nerede kaldı beklenilen azap? Onlar Allah’ın vaadini (kıyameti) inkâr ediyorlardı. Bahsi geçen azabı görmedikleri zaman Hz. Peygamber’i (s.a.s.) -haşa- yalancılıkla itham ediyorlardı. Bunun üzerine Allah (c.c.) müşriklere cevap veriyor, Resul-i Ekrem’i de savunuyordu.

“Evet, geldi beklediğiniz azap!” İnkâr ettikleri kıyamet kesin geleceği için mazi fiil ile ifade edilmiştir. Zira Allah katında vukuu kesin olan bir şeyin olmamasına imkân yoktur. Bu sebepten ötürü mazi fiil ile anlatılan olayın aslında gelecekten haber verme olduğunu bilmekteyiz. Her ne kadar insanlar kendi gözleri ile görmemiş ve yaşamamış olsalar bile Allah’ın olacak dediği bir şeyde hilaf bulunamaz. Allah’ın vaadi haktır. Onun belirlediği ve istediği zaman geldiğinde gerçekleşecektir. Ashab-ı kiram bu ayetin nüzulüne şahit olduklarında, kıyametin kopacağını zannetmiş, irkilip ayağa kalkmışlardır. Bu korku üzerine ayetin devamı şöyledir: “Acele etmeyin. Onun gelişini de ısrarla talep etmeyin, çünkü muhakkak o (kıyamet) vaki olacaktır.”

Kıyamet yani Allah’ın ezelden hükmünü karara bağladığı, hakkın tecelli edeceği, batılın rezil olacağı o çetin gün, mutlaka gelecektir. Müşrikler inkârda ısrar edince şu ayetler inmiştir: “Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri de daha iyi bilir.” (Kalem,7)

Enbiya Sûresi’nin birinci ayetinde de şöyle buyurulmuştur: “İnsanlar gaflet içinde ayetlerimizden yüz çevire dursun, hesapları yaklaşmıştır.” Evet, Allah’ın emri gelmiştir. Ayet, kâfirleri ve putperestleri tehdit ederek helaklerinin ve bekledikleri azabın yaklaştığını ve kesinkes vuku bulacağını bildiriyor. Ayetin sonunda ise Allah (c.c.) zatını bütün eksikliklerden tenzih ediyor. Müşriklerin O’na nispet ettikleri çocuk, ortak vb. saçmalıklardan beri olduğunu buyurarak onların öne sürdükleri inançları yerle bir ediyor. Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Allah’ım; zatını övdüğün gibi bizler seni övemeyiz ve övmekten aciziz.”

Nahl Sûresi, 2:
“Allah, ‘Benden başka ilah olmadığı hususunda insanları uyarın ve bana saygıda kusur etmeyin.’ Şeklindeki hükmünü bildirmeleri için kullarından dilediğine, emri uyarınca vahiy taşıyan melekler indirir.” (Nahl, 2)
Allah (cc) meleklerini ruhla (vahiy ile) seçtiği ve dilediği kullarına indiriyor ve şöyle buyuruyor: “Şüphesiz benden başka ilah yoktur. Benden sakının.” Önceki ayette demiştik ki Allah’ın kendini övdüğü gibi bizler övemeyiz. Bu ayet-i kerimede ise Allah, inanç merkezini oluşturarak tevhit noktasına vurgu yapmış ve bu evrende başka hakiki ilah olmadığını beyan etmiştir. Bu, âlemleri yaratan, onları idare eden ve insanlara şekil, suret ve nimet veren sadece rabbimiz olan Allah’tır. Öyle ise sadece O’na boyun eğin, sadece O’nun hükmünü kabul edin, O’ndan rahmet dileyin, O’na ümit besleyin ve O’nun rızasını talep edin ve O’ndan korkun.

1 ve 2. Ayetlerden Çıkarılacak Dersler ve İbretler
1- Allah (c.c.) bu ayetlerde şirk ehlinin tüm batıl inançlarını, içinde bulundukları fasit akideleri, şirklerini yerle bir ederek müminleri sağlam ve sarsılmaz bir inanç üzerinde sabitleştiriyor. Müminlerin dayanağı, güvencesi, bağlanacakları kati bir merci olduğuna, tüm ümitlerini, taleplerini ve dualarını kabul eden, her şeye hükmeden, her şeye kadir olan tek bir ilahları olduğuna vurgu yapıyor.

2- Kıyametin, hesabın, dirilişin, bir gün vuku bulacağı ve bunun pek yakın olduğunu bildiriyor. Batıl ehli kabul etmese de Allah’ın vaadi haktır, gelmiştir, denilerek “Ey insanlar kıyamete, dirilişe, hesap gününe hazır olun, işte gelmiş ve mahşer sizi bekliyor; mizan, sırat sizi bekliyor” dercesine Müslümanlara ve takvalı insanlara ölüm ve ötesinin dersini veriyor.

3- Peygamberliği getiren melekler olmadan bir insan nübüvvet iddiasında bulunamaz. Meleklerin desteği, meleklerin nüzulü ve ilahi vahiy olmadan hiçbir beşer resûl veya peygamber olamaz. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) Allah’ın elçisidir ve risalet onunla son bulmuştur.

4- “Uyarın!” diyor ayeti kerime. Burada nübüvvettin misyonunu belirtiyor. Bu misyon da tebliğdir. Ancak bu tebliğ görevi peygamberlere verildiği gibi onların varisleri olan âlimlere ve İslamiyet’i kabul eden, ben müminim diyen ümmetin tüm fertlerine tevdi edilmiş görevdir. Dolayısıyla peygamberden sonra bu tebliğ vazifesini İslam ümmetinin âlimleri, davetçileri ve tüm fertlerinin üstlenmesi gerekir. İslam dini hiç kimsenin tekelinde değildir. Ne ümeranın ne âlimlerin ne de meşayihin… Ben Müslümanım, diyen her muvahhit bu güzel dinin mübelliği ve uyarıcısıdır. “Uyarın!” derken ümmetin tüm fertlerinin bu tebliğ görevini ifa etmeleri gerekir. Çoğul kalıbı ile kullanılan ‘uyarın’ kelimesiyle, bu ilahi emrin ancak cemaatle, birlik ve beraberlik içinde uygulanabileceği bir görev olduğuna vurgu yapılmıştır.

Nahl Sûresi, 3-4:
“Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir.” (Nahl, 3)
“İnsanı nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir.” (Nahl, 4)
Allah (c.c.) bu ayetinde, her şeye kadir olduğunu, kıyameti getireceğini, müşriklere ve tüm inatçı kâfirlere azabı indirebileceğini, peygambere vahiy indirip risalete ehil olanları seçme iradesine sahip olduğunu ve insanların başıboş olmadıklarını, bir nutfeden yaratılmış oldukları hâlde yüce yaratıcıya başkaldırıp Allah’ın kesin fermanı olan mahşeri inkâr etme hakları olmadığını belirtiyor.

Bu iki ayet bunun en bariz delilleridir. “Yerlerin ve göklerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için ayetler vardır.” (Âl-i İmran, 190) yeryüzünü ve barındırdığı tüm hazineler denizler ve balıklar, karada yaşayan tüm canlılar ağaçlar ve tüm bitkiler Allah’ın yüceliğini ve müşriklerin Rabbimize isnat ettikleri ortaklardan evlat edinmekten münezzeh ve pak olduğunun kanıtlarıdır. Rivayete göre bu ayet Übey b. Halef hakkında inmiştir. O, çürümüş kemiklerle Allah Resûlü’ne gelerek “Ey Muhammed bu çürümüş kemiklerin bir daha dirileceğini mi sanıyorsun?!” diyerek kıyameti ve içindeki tüm hadiseleri inkâr ediyordu. Elbette ki sadece Übey b. Halef değil zamanın tüm müşrikleri ve günümüzdeki tüm tağutlar, ateistler ve deistler de ahirete inanmayıp ahiret inancını boş teori ve yalan bir haber olarak görerek Müslümanların boşuna uğraştıklarını ve gerici olduklarını ileri sürmektedirler. “Batılılar aya çıkarken hâlen siz taharet ve kıyametle uğraşıyorsunuz” deyip müminleri alaya alıyorlar. Gerek önceki gerek sonraki müşrikler, ateistler ve deistlerin sözleri ve iftiraları aynı noktada odaklanmaktadır. Hepsi de neden yaratıldıklarını, niçin yaratıldıklarını ve nereye gideceklerini düşünmeyip şeytanın, nefsin ve şehvetlerin pençesine düşerek geleceklerini ve ahiretlerini mahvetmektedirler. İşlemiş oldukları cürümlerle, âlemleri yaratan Allah’a karşı işledikleri masiyetlerle cehennemi hak ediyorlar. Ancak iman edip tevbe edenler hariç…

3 ve 4. Ayetlerden Çıkarılacak Dersler ve İbretler
1- Mümince düşünmek, mümince hareket etmek ve mümince Rabbulâlemine karşı ubudiyet görevimizi ifa etmek zorundayız. Allah’ın yarattığı şu muazzam kâinat eserlerini, yer ve gökyüzünü düşünmemiz ve bunlarda Allah’ın sanatını görmemiz gerekir. Bu gün yeri araştıran jeoloji, göğü inceleyen astronomi ilimlerini araştırmak zorundayız. İman hakikatlerini insanlara tebliğ ederken bu ayetleri bilmemiz gerekir. Bu ayetler, Allah’ın varlığını ve sonsuz kudretini öyle açık gösteriyor ki önceki asırlarda insanlar bunları apaçık göremiyorlardı.

2- Mümince kendi yaratılışımızı düşünüp, Rabbimizin bizi nasıl zayıf bir spermden yarattığını ve anne rahmindeki aşamaları, dünyaya gelirken ve çocukluk evrelerini, büyürken birkaç aşamadan geçtiğimizi insan biliminde okumalıyız. “Yakında biz onlara hem dış dünyada hem de insanların iç âlemlerinde ayetlerimizi göstereceğiz.’’ (Fussilet, 53) ayeti sırrınca Rabbimiz bu gelişmiş ilimlere kendi varlığını, her şeyin sahibi olduğunu, mutlak egemenliğe sahip olduğunu, güneşin ışığından daha parlak bir şekilde gösterdiğini bilmek zorundayız. Astronomi ilimlerini iman hakikati ile araştıran, insan biyolojisinin evrelerini araştıran Abdulmecid Zindani’nin “İslam Akaidi” adlı eserini tavsiye ediyoruz.

3- Her şeyden ve herkesten önce davetçi müminlerin, Allah’ın (c.c.) Kur’an’daki ve evrendeki ayetleri üzerine derin derin düşünerek bunları kavramaları gerekir. İman ve dava bilincin müminlerin kalplerinin derinliğine inmeden ve Allah’ı görüyormuşçasına vicdanlarında hissederek kulluğun zirvesine ulaşmadan, ahirete cennet ve cehenneme, melekût âlemine, melekler âlemine kalp nuru ile iman edip temas etmeden insanları etkilemek ve insanlara bir şeyler vermek kolay olmasa gerek.

4- Ayette “melekler ruhla iniyor” denmesinin hikmeti şu olabilir: Vahye tabi olan ve onunla amel eden insanların kalpleri dirilip hayat buluyor. Bir beden ruhla nasıl hayat buluyorsa, kalp de iman ve vahiy ile hayat buluyor ve onunla sirat-ı müstakim olan dosdoğru yolda yürünebiliyor.

5- Burada davetin ve tebliğin şerefine vurgu vardır. Allah (c.c.) vahyini ruhla beyan etmiştir. Peygambere indirilen vahiy ile insanları uyarınız, tebliğ ediniz ve Allah’tan başka ilah yoktur, deyiniz. Burada yüce Allah tebliğ görevini sadece peygambere değil, peygamber başta olmak üzere, peygambere ittiba eden tüm müminlere yüklemektedir.

6- Risaletin iki önemli hususiyeti vardır:
a) Tevhid ilkesi ve davet. b) Takva ilkesi ve kulluk vazifesi.
Tüm İslami faaliyetlerin bu iki noktaya yönelmesi ve odaklanması gerekir.

7- Bu ayetlerde meleklerin konumuna ve görevlerine vurgu vardır. İnsanların her zaman meleklerin kontrolünde hareket ettiği, melekler olmasa nübüvvetin dahi insanlara gelmeyeceği, Allah (c.c.) bu melekleri dünyada insan ile Rabbi arasında vasıta kıldığını ve meleklere imanın bir temel ilke olduğunu beyan etmiştir. Mümin olarak Rabbimizden sonra melekleri anmamız, onları sevmemiz, onların aracılığıyla yüce Allah’a dua etmemiz gerekir. Hani peygamberimiz, ey Cebrail’in Rabbi, ey Mikail’in Rabbi diye dua ederdi. Arşı taşıyan meleklerin bizlere istiğfar ettiklerini bizzat Kur’an-ı Kerim bizlere beyan ediyor. Bizlerin de bu melekleri sevmemiz, onlarla manen diyalog içinde olmamız, onların sevgilerine ve istiğfarlarına nail olma babından onlara salat ve selam okumamız gerekir: “Allah’ım tüm meleklerini şahit kılıyorum, arşı taşıyan melekleri, Cebrail’i, Mikail’i şahit kılıyorum ki senden başka hiçbir ilah yoktur. Sen tüm eksiklerden yücesin ve paksın. Ya rabbi bizleri sevgine, rızana layık eyle. Meleklerin sevgisine ve istiğfarlarına layık eyle. Bizleri peygamberlerin sevgisine, peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) sevgisine ve şefaatine nail eyle… Âmin…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?